Açıkgözlü, uyanık ve düzenbaz kimseler; düşüncesiz, kavrayışı kıt, ahmak ve şaşkın kimseleri aldatmakta bir zorlukla karşılaşmazlar. Hatta bu kimseler, karşılarındaki bu aptal insanları, haklı da olsalar haksız çıkarabilirler. Kendilerini suç işlememiş gibi gösterebilirler. Bugün ABD ile Suriye Ulusal Konseyi arasında cereyan eden süreç bir nevi buna benzemektedir. Yani ABD yavuz hırsız rolünü üstlenmekte, SUK ise evin gerçek sahibi olmadığı halde ev sahibi rolüne soyunmuş durumdadır.
Makaleye bu başlığı verme sebebim Suriye sürecinde başından beri hırsız tilki misali devrimi çalmaya çalışan ABD ile bu işinde Ona destek vermekten geri durmayan SUK’un ilişkilerini bir cümlede açıklama isteğimdir.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’te düzenlediği basın toplantısında SUK’a karşı suçlayıcı çok net ifadeler kullandı. SUK’un Suriye halkının farklı kesimleri ile olan diyalog eksikliğinin olmasını, uzun zamandır Suriye dışında yaşamalarını birer eksiklik olarak görüp, liderliğin içeriden birisine verilmesi gerektiği şeklinde açıklamalar yaptı.
Tabi bu açıklamalar SUK’ta tartışmaları başlattı. Çünkü ABD Dışişleri Bakanı, Konseyi en çok destekleyen isimler arasındaydı. Hatta bu yakınlık o kadar ileriydi ki, yaklaşık yüz ülkenin katıldığı "Suriye Dostları Toplantısı" buluşmalarında her fırsatta Konseyi, Suriye rejiminin meşru ve alternatif temsilcisi olarak gördüklerini söylüyordu.
Peki, ne değişti?
Öncelikle bugün dünyanın jandarmalığına soyunmuş bir ülkenin Konseye koşulsuz destek verdikten sonra çıkıp 20-30-40 yıldır ülkelerine gitmedikleri gerekçesi ile Konseyi yok saymaları ABD’nin Suriye meselesinde ne kadar basit, hazırlıksız ve kendisi ile çalışacak adam bulma hususunda ne kadar zorlandığı anlaşılmaktadır. Bugün herkes bilmektedir ki, SUK projesi ABD’nin, Suriye’ye Türkiye hükümeti ile birlikte hazırladıkları kürtaj planıydı. Fakat Suriye halkı bu planı bozdu. Laik demokratik bir geçişe izin vermedi. Çünkü Konsey demokrasi derken halk İslam diyor. ABD bu başarısız girişimini itiraf etmekten çekinmekte ve Konseyi günah keçisi ilan etmektedir. Konsey, kendisinin Suriye halkının yüzde 85’ini temsil ettiğini iddia ediyordu. Eğer böyle ise ABD’nin desteğini çekmesi çok önemli olmamalı. Ama işlerin öyle olmadığını onlarda çok iyi biliyor.
Konsey kurulduğu günden bu güne gücünü hiçbir zaman Suriye halkından almadı. Çünkü Konsey ve bileşenleri özellikle de “Müslüman Kardeşler” Suriye’de bir ayaklanmanın olabileceğine bile asla bir ihtimal vermiyorlardı. Konsey, eğer sırtını ABD’ye dayarsa Irak, Afganistan ve Libya’da olduğu gibi askeri müdahale ile rejimden biran evvel kurtulmanın mümkün olabileceğini düşünüyordu. Hatta SUK’un Türkiye Temsilcisi Halid Hoca, “NATO’nun Libya’da olduğu gibi müdahale etmesi gerekir” diye açıkça NATO müdahalesini talep ediyordu. Gerek Konsey üyeleri olsun, gerekse ABD ve Batı’nın ipiyle kuyuya inmeye çalışanlar olsun, onlara bel bağlamanın, yardım ve zaferi Batı’dan beklemenin ne kadar yanlış olduğunun umarım farkına varmışlardır. Konsey’in şu anki düştüğü durum, üzeri karalanmış ve buruşturularak çöpe atılmış bir kağıt parçasına benzemektedir.
Aslında ABD’nin Suriye siyasetini yakından takip edenler için Clinton’ın son açıklamaları çokta şaşırtıcı değildir. Çünkü uzun zamandır ABD ile Türkiye arasında “operasyonel mekanizma” çerçevesinde bir çalışma yürütülmektedir. ABD’den gelen hiçbir yetkilinin son dönemde SUK ile hiçbir görüşme yapmaması da bu durumu bize anlatmaktadır. Ayrıca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Clinton’ın yaptığı açıklamaya şimdiden desteğini açıklaması bu durumdan haberdar olduklarını bize göstermektedir.
Şimdi gelelim Suriye’de asıl sürecin tıkanmasına neden olan şey nedir? Gerek Uluslar arası siyasete yön veren devletler olsun gerekse bölgesel devletler olsun hepsinin üzerinde ittifak ettiği bir şey var ki o da Suriye’de bir Hilafet devleti kurulmaması. İran Dışişleri Bakanı Celili Türkiye’de verdiği bir röportajda şöyle diyordu; “Cihad’cı radikaller bölgede zemin kazanıyor.” Aynı şekilde Ahmet Davutoğlu ise; “sürecin uzaması bölgede radikallerin güçlenmesine sebebiyet veriyor” diye açıklama yapmışlardı.
Clinton ise Zagrep’te yaptığı açıklamada, “biz aynı zamanda Suriye devrimini çalmaya çalışan aşırıcılara karşı güçlü bir şekilde direnecek bir muhalefetin gerekliliğini vurguluyoruz” diyerek SUK’un yerine kurulacak yeni oluşumun ABD’nin istediği bir değişime karşı gelenlerle savaşacak bir muhalefet oluşturmak istediğini belirtiyor. Katar’daki toplantıya, yeni kurulan yerel idare kurullarından gelen aktivistler, il devrimci konseyleri, yerel "koordinasyon komiteleri" üyeleri de olmak üzere çok sayıda Suriyeli muhalefet grubunu bir araya getirileceği belirtilmektedir. Bu plana ise “Riyad Seyif” planı denmektedir. Yeni kurulacak Konsey’in başına ise Riyad Seyif’in getirileceği basına yansımıştır.
Şimdiye kadar yapılan planlara bakıldığında hep süreci uzatmaya yönelik planlar yapılmıştı. Çünkü ABD’nin bölgede Beşşar sonrası için bir planı yoktu. Önce Ulusal Konsey üzerinden bir plan yaptı, bu tutmayınca şimdi de yerli bir takım işbirlikçiler üzerinden devrimi çalmaya çalışmaktadır. Hiç şüphesiz Suriye halkı bu yaşanan gelişmeleri takip etmektedir. ABD ile işbirliği içerisine giren onun istediği bir kişiyi liderliğe getiren Konsey’i yine asla kabul etmeyecektir. Çünkü Suriye halkı Beşşar Esed’in ABD’nin adamı olduğunu, ABD’nin şuana kadar ona güçlü bir şekilde git demediğini çok iyi bilmektedir. O yüzden Suriye’de iki hafta önceki Cuma ismine öncesine “Amerika kanımızı emmeye doymadın mı?” diye isim verilmişti.
Sonuç olarak ABD’nin desteklediği proje ve plana ister kendi içlerinden olan Annan Planı denilsin isterse, Müslüman olan Riyad Seyif planı denilsin, ikisi de kendisine hizmet etmektedir. Bu plan orada Beşşar Esed’i devirmek için gece gündüz çalışan, bu hususta bedeller ödeyen Müslümanlarla savaşmayı ve Beşşar Esed ile diyalog kurmayı gerektiriyor. Bu oluşum siyaseten kandıramadıkları Müslümanları cebren ikna etmek için oluşmuş bir kurumdur ki o zaman Beşşar Esed’den bir farkı kalmayacaktır. Çünkü yıllardır bu vahşi rejimi besleyen büyütende şimdi onunla yer değiştirmek isteyen de ABD’dir.
Suriye halkı liderliği, Allah’tan başkasının önünde asla eğilmeyen, Batı ve bölge devletleri ile birlikte planlar yapmayan (çünkü hepsi aynı planın ürünü) yardımı sadece İslam ümmetinden isteyen kişilere verecektir. Çünkü onlar öyle yapıyorlar.
Çalma meselesine gelince, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözü ABD ve işbirlikçileri için tamda burada söylenebilecek yerinde bir sözdür.