Yaklaşıyor yaklaşmakta olan…
Bir muştu bekleyen gözlerimiz ışıldıyor, kulaklarımız dikkat kesiliyor…
Kalplerimizin ritmi ve dualarımızın uzunluğu artıyor…
Doksan dokuz yıldır öz vatanında garip, öz yurdunda parya olanların mahzunluğunun bitecek olması, bizleri sevince boğuyor…
Yıllardır Müslümanlara acımasızca her tülrü zulmü reva görerek kudreti yalnız kendi ellerinde zanneden zalimlerin sonu, Allah’ın izniyle geliyor…
“Yıkılmaz” denilen kaleler yıkılıyor; medya eliyle oluşturulan, zihinlerde büyütülen ve durmadan şişirilen balonlar sönüyor; tüm beşerî efsaneler bitiyor…
Sahte olan ne varsa tükeniyor…
Yeryüzü, kutlu bir doğuma hazırlanıyor!
…
Evet, yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Önce Tunuslu bir seyyar satıcının kendini yakması ile korku duvarlarını yıkan ve bir çığ gibi büyüyerek birçok ceberutu deviren Arap Baharı ile başladı her şey… Yıllarca “yeniden ayağa kalkmasınlar” diye bastırılan, horlanan, ezilen ve 11 Eylül hadisesinden sonra potansiyel “terörist” olarak görülen Ortadoğu halkları, karakışın yaşandığı coğrafyalarına baharı getirmek istedi. Geleceği okuduklarını iddia eden nice Batılı strateji uzmanı, siyasetçi, sosyolog ve düşünce kuruluşu bunu önceden kestiremedi.
Sonra Dera’da küçücük çocukların duvarlara yazdığı “Halk, Rejimin yıkılmasını istiyor!” sloganı ile yanan ateş büyük bir volkana dönüştü. Suriye kıyamı öyle bir volkan oldu ki içlerindeki ve çevrelerindeki dost görünümlü nice hainlere rağmen, Obama'ya saçlarını beyazlattı. İmkânları az ama imanları büyük olan Suriye halkı, çektikleri her türlü acıya, yitirdikleri yüzbinlerce cana ve göç verdikleri milyonlarca mülteciye rağmen direndi. Bu öyle bir dirençti ki tüm dünyayı şaşkına çevirdi. İnanmış ve “iki güzellikten birine” talip olmuş Müslümanların, istedikleri takdirde neler yapabileceklerini herkese gösterdi. Amerika, Rusya, Avrupa, İran, Körfez ülkeleri, Türkiye ve Koalisyon Gücü altında onlarca devlet farklı rollerde işin içine girdiler ama devasa güçlerine rağmen on yıldır ve hâlen daha istedikleri sonucu tam olarak elde edemediler.
Şimdi ise küçük bir virüs Covid-19/korona ortaya çıktı. 1929’daki Büyük Buhran’dan sonra dünyanın yaşadığı en büyük ekonomik krize sebep oldu. Örümcek ağı misali zayıf olan ve reel ekonomik faaliyetler yerine şişirme bir finans sistemi ile zaten ayakta zor duran kapitalizmin acizliğini gözler önüne serdi. Muasır medeniyete ulaşma adına Osmanlı Hilâfet Devleti’ni yıkanların ulaşmak istedikleri rezil hayatı ortaya çıkardı. Amerika ve Avrupa’daki görüntüler Batı medeniyetinin ne kadar aciz, zayıf ve bencil olduğunu gösterdi.
Zerreden de küçük korona virüsü, dünyayı hegemonyası altına alan kapitalizmin sonunun geldiğini ve o süper güçlerin asıl kudret sahibi “kulli şey’in Kadir” olan Allah'ın nazarındaki çaresizliklerini göremeyen gözler için de ifşa etti. Endülüs’te 527 yıl sonra ilk defa ezan okundu. Almanya’da yasaklanan ezan sesi yeniden duyuldu. -Kur’an’ın tabiri ile- necis olan kâfirler, İslam’ın on dört asır önce getirmiş olduğu temizlik kurallarını milenyum çağında uygulamaya, en popüler dergilerinden duyurmaya başladı.
…
Evet, yaklaşıyor yaklaşmakta olan… Arap Baharı korku duvarlarımızı yıktı. Müslümanlar olarak bir araya gelince karşımızda hiçbir gücün duramayacağını gösterdi. Suriye Kıyamı ise siyasi bir liderlik altında hareket edersek zaferin çok da uzak olmadığını ve bilinçli bir şekilde direnirsek neler yapabileceğimizi doğruladı. Korona virüsü ise gözlerimizde o çok büyüttüğümüz Batılıların tükenmişliğini ve acizliğini görmemizi sağladı. O küçücük virüs, şirkin ve tuğyanın doruk yaptığı günümüzde sığınılacak tek gücün, “ekber” yani “en büyük” olanın Allah Azze ve Celle olduğunun hatırlanmasını sağladı.
Evet, tüm hazırlıklar bir bir tamamlanıyor ve dünya, kutlu bir doğuma hazırlanıyor. Zira her şeyin bir vadesi vardır.
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
“Ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü/vade koymuştur.” [Talak 3]
Öyleyse, şimdi sadece Musabların çağrısına icabet edecek Sa’d bin Muaz'ların ikna edilmesi kaldı. Öyleyse vakit, Musab bin Umeyr olma vaktidir. O nasıl ki Medine’de İslâm’ın konuşulmadığı bir ev bırakmadıysa bizler de İslam’ın yeniden hayata hâkim olmasını sağlamak adına gayretleri artırmalıyız. Bu karantina günlerinde teknolojiyi daha yoğun ve verimli kullanmalıyız. Evde kalsak da İslâmsız kalmamalıyız! Evde kalsak da davetsiz kalmamalıyız! Evde kalsak da temassız kalmamalıyız! Evde kalsak da İslâm’ın hâkimiyeti için çalışmaktan geri kalmamalıyız! İslâm davasına omuz verenler olarak, bu ortamı her manada daha iyi değerlendirmeliyiz.
Peki ya siz ey güç sahipleri, kendi toplumlarının önderleri, liderleri, ileri gelenleri, sizler Sa’d bin Muaz olmak istemez misiniz? Hani öldüğünü Cebrail Aleyhi’s Selam’ın gelerek Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bildirdiği Sa’d bin Muaz olmak istemez misiniz? Hani cenazesine iştirak etmek için meleklerin saf saf yeryüzüne indiği Sa’d bin Muaz gibi olmak istemez misiniz? Nusret kapısını açarak İslâm’ın yeniden dünyaya hâkim olmasını istemez misiniz? Dünya kutlu bir doğuma hazırlanırken bu büyük hayrın sabikunu/öncüsü olmak istemez misiniz? Size uzatılan elleri tutmak, küllenmiş olan bu ateşi yakmak ve bu karanlık asrı yeniden İslâm ile aydınlığa çıkarmak istemez misiniz?
Unutmayın, yaklaşıyor yaklaşmakta olan… Bizimle ya da bizsiz gerçekleşecek olan… Sizler bunu istiyor, bunun için dua ediyor ve bunun için çalışıyor musunuz?