Bugün, İslam dünyası kendi vasfını ve değerlerini belirleme mücadelesi içerisindedir ki, bu mücadele yakın gelecek üzerinde ciddi etkileri olacaktır. Bunu sadece Orta doğuda yaklaşık dört yıldır devam eden ayaklanmalara bağlamakta doğru değildir. Bu mücadele yarım yüzyıldan fazla bir zamandır devam etmektedir. Ortaya çıkacak sonuç, bunun bir neticesi olacaktır. Bu aynen bir taş ustasının balyozu ile taşın aynı noktasına vurarak çatlatması ve sonrada parçalaması gibidir.
Batı, İslam ümmetinin bu uyanışının farkında ve bu uyanışın Uluslar arası sistemi nasıl altüst edeceğinin de farkında, bu yüzden herkese oynayacağı roller dağıtmaktadır. Batı ve diğer uluslararası sistemin birer kuklası olan devletler bekalarına karşı tehdit olarak gördükleri ama insanlığın kurtuluşuna vesile olacak bu kutlu doğumu engellemek için çok boyutlu bir şekilde ortak hareket ederek çalışmaktadırlar.
Örneğin; 2003 yılında RAND Corporation tarafından yayınlanan “Sivil Demokratik İslam” konulu raporda şöyle denilmektedir: “Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasal İslam’a ilişkin üç hedefi vardır. Birincisi, ABD, aşırılığın ve vahşetin yayılmasını önlemek istemektedir. İkincisi, bunu yaparken, Amerika Birleşik Devletleri’nin “İslamiyet’e karşı” olduğuna dair bir izlenim vermekten de kaçınmak istemektedir.( Aslında karşı olduğu şey İslam’dır) Ve üçüncüsü, uzun vadede, İslami radikalliği besleyen daha derindeki ekonomik, sosyal ve siyasi nedenleri ele almaya yardımcı olacak, kalkınma ve demokratikleşmeye yönelik hareketleri teşvik edecek yolları bulması gerekmektedir.”
Yine raporda, Müslümanlar katagorize edilerek modernist, gelenekçi, kökten dinci olarak sınıflandırılmış ve gelenekçilere karşı modernistleri, kökten dincilere karşı ise gelenekçilerin desteklenmesini tavsiye etmiştir.
Raporda deniliyor ki; “bazıları zannediyor ki Amerika Düşmanlığı’nın arkasında yatan sebep uyguladığımız dış politikayla ilgili” bunun doğru olmadığını söyleyip şu örneği veriyor: “Hizbut-Tahrir örgütünün platformunda belirtildiği üzere: “Cumhuriyetçi sistem, demokratik sisteme dayanmaktadır ki bu sistem küfür (inançsızlık) sistemidir .....” (Hizbut-Tahrir Web Sitesi)
Devamında; “buna benzer olarak, Tehlikeli Kavramlar (Hizbut-Tahrir, 1997) bir cilt halinde geniş çaplı yazılı olarak: “milliyetçilik, sosyalizm, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, özgürlük ve serbest piyasa politikaları”nı (sf. 6), inanmayanların “İslamiyet’i ortadan kaldırma” (sf. 7) çabaları sonucu ortaya çıkan tehlikeli kavramlar ve safsata(lar) (sf. 7) olarak listelemektedir; bir sonraki bölüm, terörizmi, bir “ibadet şekli” olarak tanımlamaktadır (sf. 12) deniliyor.
Ardından da “bahsedilen kaynaklar, nispi olarak serbestçe yelpazenin uç sınırı olarak tayin edilebilir. Biz bunu “modernist” bir tartışma forumu olarak kabul edecek kadar kandırılabiliriz. Yine de, bu site, aslında son derece antidemokratik bir duruş sergilemektedir” diyerek sadece fikirlerden duyulan rahatsızlığı da ifade etmektedir.
RAND bu raporu, bir çok dile tercüme ederek ülkelere tavsiyelerde bulunmakta ve bir nevi İslam ve Müslümanlarla nasıl mücadele edileceğini ortaya koymaktadır. Ponomarev'in anlattıkları bunu sizinle de paylaşmam gerektiğini düşündürdü.
18.02.2014 tarihinde Mazlumder Rusya Federasyonu’nda Müslümanlara yönelik hak ihlallerini, baskı, işkence ve kötü muameleleri tanıklarla beraber anlatan bir basın açıklaması düzenledi. Memoreal Hukuk Savunma Merkezi Program Müdürü Vitaly Ponomarev’da bu Programa katıldı ve Rusya’nın Müslümanlara yönelik uyguladığı düşman ceza hukukunu ortaya serdi.
Panomarev; Rusya’da 2002’de “İrtica faaliyetlerini önleme” yasası çıktığını ve Memorial Teşkilatı’nın gözleri önünde Müslümanlara yönelik gittikçe kötüleşerek devam eden hak ihlalleri yapıldığını ifade etti.
Panomarev; “İrtica faaliyetlerini önleme yasası irtica konusunda öyle bir içeriğe sahip ki, her türlü grubu yasadışı takiplere izin veriyor ve özellikle irtica ile ilgili beyan edilen konuşmalar, fikirler, düşünceler her türlü dini görüşlere sahip insanları takip etmek için kolluk kuvvetlere yasal hak veriyor” dedi.
Panomarev; “Bu yasa kullanılarak mahkemelerde her türlü topluluk ve dini akımlara yasaklar getirilmiştir. Bunlar irticacı veya terörist olarak suçlandılar. 2003 yılından itibaren Rusya’da 19 terörist ve 33 irtica grup ilan edildi. Bunlardan bazıları Hizb-ut Tahrir, Tebliğ ve Nursi cemaatleri irticacı olarak hüküm çıkarıldı. Bu hükümler Rusya Federasyonu yüksek mahkemesinde kapalı oturumlarda yürütüldü. Kararlar karşı taraf veya bağımsız eksperler olmadan kapalı olarak alındı. Mahkeme kararları yayınlanmadan ve sadece kolluk kuvvetlerinin delilsiz istihbaratlarına dayanarak alındı. Mahkeme kararları itirazına suni bürokratik engeller çıkartıldı ve kararları değiştirmek imkânsız oldu bu ise mahkemelerde kesin suç olarak tespit edildi ve insan hakları kabaca bozuldu” dedi.
Panomarev; “Bazen irtica ile savaş öyle bir saçma hal alıyor ki; bir kaç sene önce Astrahanda ünlü bir din adamının kardeşi 4 yıl hapis cezası aldı. Suçlama kararı ise etraftakilerin uzun sakal bırakarak irtica ya davet” dedi.
Panomarev; “Bu şekilde Rusya’daki kanunlar Rus kolluk kuvvetlerine ciddi fırsatlar vermekte, Rusya’daki Müslümanları, irticayı önleme bahanesi ile düzmece suçlamalarla suçlamaktalar. Bu sahte suçlamalar özellikle 5sene önce Rusya’da yeni teşkil edilen irtica ile savaş bölümü oluşturulduktan sonra çoğaldı aynı donemde irtica faaliyetleri ile suçlananlar büyük ölçüde çoğaldı. Daha önce 2 senelik hapis ve para cezası ile sınırlı idi. Durum 2012 Haziran’da Tataristan’da olan terör olayından sonra değişti. (Tataristan muftüsüne suikast girişimi olmuştu ve onun yardımcısı öldürülmüştü) Moskova’nın yeni politikası irtica ve terör kanunlarını sertleştirmek oldu. Hükümet adeta cadı avına başladı. Müslümanlar mescit ve evlerinin önünde yakalanmaya başladı. Özellikle orta Asya’dan gelen muhacirler sıkı takibe alındı.Tataristan ve Başkurdistan dan işkence gördüklerine dair şikayetler var” dedi.
Panomarev; “Çeleabinsk’de 2011 yılında 5 kişiyi Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları iddiasıyla hapse attılar. 2013’de yeni madde eklenerek cezalarına 6,5 yıl daha eklendi. Aynı tipte uygulamalar Moskova ve Ufa’da da gerçekleştirildi” dedi.
Panomarev; “ Kasım 2013 tarihinde Cumhurbaşkanı Putin, yeni ceza kanununa imza attı. Bu kanuna göre “terör örgütüne” katılanlara 20 sene hapis cezası verilecek ve bu yönde eğitim görenlere ise, 10 sene ön görülmektedir. Buna suçlunun akrabalarının, mal varlıklarına el konulmasını da ekledi. Hukuk savunucularının bu kanunun barış içinde yaşamak isteyen Müslümanlara da uygulanabileceğinden endişe ederek yaptıkları itirazlar ise cevapsız kaldı. Hizb-ut Tahrir, Said Nursi kitaplarını okuyanlar, Tebliğ Cemaati ve Rus Müslümanlar devamlı baskı altında” dedi.
Panomarev’i dinlerken, dünyanın her yerinde Müslümanlara yönelik uygulanan haksız, hukuksuz bu vahşice uygulamaların aynı olduğunu düşündüm.
Sonra diktatör Rusya ile Türkiye’yi kıyasladım.
Sanki %99 Müslüman’ın yaşadığı Türkiye’de durum çok da farklı mı?
Kocaman bir HAYIR!
Panomarev; izlemek için gittiği bir mahkemede Hakimin sanığa; “aslında ben senin terörist olmadığını biliyorum. Ancak senin üyesi olduğun grubu üst mahkeme “terör örgütü” gördüğü için ben sana ceza veriyorum” diyor.
Aynen Türkiye’de devam eden Hizb-ut Tahrir davası gibi…
Polis: Cebir ve şiddet içeren hiçbir eylemi yok diyor.
Savcı:(Tabi ki bazı savcılar) Bu hukuksuzluk ile ilgili karara itiraz ediyor.
Mahkeme: Sadece bir üst mahkemenin içtihat kararını tekrarlıyor.
Yargıtay: Niyet okuyarak; “…örgütün hedef olarak gördüğü Raşid-i Hilafet Devleti kurulduğunda Hıristiyan ülkelere Cihad ilan edileceğinden cebir ve şiddete başvuracak” diyerek ceza veriyor.
Peki sadece Hizb-ut Tahrir davası mı?
Elbette HAYIR!
14 yaşında İmam-Hatip Ortaokul talebesiyken katıldığı, Çeçenistan’a destek mitinginde “İBDA-C selamı” yaptığı ve ‘Allahu Ekber’ diye slogan attığı için 10 yıla yakın mahkum edilen ve Cezaevinde hakkında açılan hukuksuz bir dava neticesinde Noel gününe denk getirilerek tekrar ceza verilen Faruk Kökse davası.
İhya-der davası…
Yıllardır delilsiz mesnetsiz içeride tutulan Sivas davası mağdurları…
Malatyalılar davası…
Yine El-Kaide, adı altında açılan davalar…
İşte yaşanan tüm bu hukuksuzluklar ve verilen cezalar laik sistemden kaynaklanmaktadır. İslam hukukunda asla böyle müebbet ya da 20-30 yıl gibi ağır cezalar yoktur. Hatta Müslümanların tarihinde Cezaevleri de yoktur, son 100-200 yıla kadar. Cezaevleri Kapitalist sistemin doğurduğu bir sonuçtur. Ve dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her iktidar döneminin Müslümanlara yönelik uyguladığı cezalandırma aracıdır.