Yaşadığımız zaman diliminde toplumumuzda kabul gören yaygın bir anlayış vardır. Bu hiç şüphesiz kerim kitabımız olan Kur'ân’ı Kerim'e temas düzeyimizin iki uç noktada oluşudur. Bir kısmımız, “Onu her okuyan anlamaz, anlayamaz.” anlayışındadır. Bu kısmen doğru bir yaklaşımdır. Bunun sonucu olarak فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun”[1] ayetinin mefhumu gereği zikir ehlinin kapı tokmakları çalınmıştır. Bu durum fıtrî özelliği gereği yüzeysel düşünmeye meyilli olan halk açısından en doğru ve olması gereken bir yaklaşımdır. Ancak bu yaklaşımı hatalı kılan, peşin kabullü oluşumuz ve her söyleneni sonsuz güven içinde sorgulamadan kabul ediyor oluşumuzdur. Diğer uç nokta ise “Tek müracaat edilecek yegâne kaynak Kur'ân'dır. Sadece Kur'ân okumak, Kur'ânî bir hayatın inşası için kâfidir.” cümlesiyle özetlenebilecek yaklaşımdır. Uç noktalar diye tarif edişimin sebebi, her iki yaklaşımda da çok tehlikeli noktalar olduğuna olan inancımdır. İnşallah bu yazımda gücüm yettiğince özetleyerek ve tasnif ederek bu tehlikeleri açıklamaya çalışacağım.
İlk olarak şunu ifade edelim ki, Kur'ân’ı Kerim, Rabbimizin Arapça bir kitap olarak kulu Muhammed Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın kalbine ilka ettiği bir vahiydir.
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.”[2] O hâlde o Kur'ân’ı Kerim'i derin bir şekilde tedebbür ederek (etraflıca inceleyerek) ilgili ayetlerin hangi vakıaya indiğini, indiği şartları ve Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam efendimizin o ayeti nasıl pratikte uyguladığına bakarak ortaya koyacak bir akla ihtiyaç vardır. Tüm bunları herkesin yapamayacağı malumumuzdur. O hâlde ilimde derinleşen güçlü dimağa sahip âlimlerin olacağı muhakkaktır. Hatta öyle ki bu âlimlerin varlığının ehemmiyeti cihad eden şahsiyetlerle eşdeğer bir konumdadır.
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ
“Her şeye rağmen, mü’minlerin savaş için topyekûn sefere çıkmaları uygun değildir. İçlerinden geride kalacak bir cemaatin seferber olup, dini anlamaları ve sefere çıkanlar geri döndüklerinde onları uyarması gerekmez mi?”[3] İşte tam da bu noktada ehil olmayan şahsiyetlerin varlığı, alanı olmayan konularda söz söyleyen kimselerin bir yönüyle haddini aşarak ümmete önderlik etmeye çalışmaları dini kıymetleri, mefhumları ve ölçüleri fesada uğratmıştır. Hatta aklî ölçülerle şer’î hükümleri tartışma konusu yapmaları, vahyi, akıl süzgecinden geçirip Batılı müşriklerin hoşuna giden tarzda tevil etmeye çalışmaları, kafa karışıklığına yol açmış ve vahye olan bağlılığı zaafa uğratmıştır.
İkinci uç noktaya gelince, makalemin esasi konusunu teşkil etmektedir. Kimi popüler şahsiyetler Kur'ân'ın tek başına şer'î kaynak olduğunu ve onun dışındaki kaynakların -sünnet dâhil- şer'î dayanak olamadığını ileri sürmektedirler. Bu cenahtan serdedilen görüşleri maddeler halinde izah edelim.
1. Sünnetin metni açısından şüphe uyandırma:
“Bir hadisin, mefhum veya mana olarak kaynağı Kur'ân’da mevcut değil ise, ret edilmelidir” denmektedir. Bu durum Kur'ân'ın vahiy, hadisin ise vahiy olmadığı sonucuna götürmektedir. Öyle değilse, hadisin Kur'ân'dan müstakil olarak hüküm kaynağı olduğu söylenmesi gerekirdi. Bu iddiayı delillendirmek için de Kur'ân'dan, مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”**[4] ayetini delil olarak serdettiklerini görüyoruz.
Ayetin tamamı okunduğunda vakıasının daha farklı olduğu görülecektir. Ayet:
وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ
“Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.”[5] şeklindedir. Kurtubi, Abdullah İbni Abbas, İbni Kesir gibi âlimler bu ayette geçen “kitap” kelimesiyle kastedilenin “Levh-i Mahfuz” olduğunu ifade etmektedir. (Allah Celle Celâlehû daha iyi bilir). Yani söz konusu ayetin vakıasından kopartılarak ona mutabık olarak değerlendirilmediği görülmektedir.
Dahası Kur'ân’ı Kerim'de bahsi geçmediği hâlde müstakil olarak hüküm ifade eden hadislerin mevcut olması bu iddiayı çürütmektedir. Mesela Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam efendimizin “Kadın ay hâli olduğu vakit namaz kılmayı ve oruç tutmayı bırakmıyor mu?”[6] hadisinde ifade edilen “kadınların Ramazan ayında söz konusu vakıayla karşılaştıklarında orucu terk etmeleri” gerektiğine dair hüküm Kur'ân'ı Kerim’de bulunmamaktadır.
Yine Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam şöyle buyurdu:
لا تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ عَلَى عَمَّتِهَا وَلا عَلَى خَالَتِهَا
“Kadın, halası veya teyzesi üzerine nikâhlanmaz.”[7] Oysa konu ile alakalı Nisa Suresi 23 ve 24. ayetlerde kadının halası ve teyzesi üzerine nikahlanmayacağına dair bir ifade yer almamaktadır. Fakat müstakil bir hüküm olarak Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam tarafından günümüze değin her erkeğe haram kılınmıştır.
Yineلا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ “Gümrük vergisi alan da cennete giremez.”[8] hadisi ve الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلا وَالنَّارِ “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.”[9] hadisi de Kur'ân’da manaca dahi yer almadığı hâlde bir hüküm olarak ifade edildiğini görüyoruz. Tüm bu hükümleri Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın hevasından söylediğini veya içtihat ettiğini söylememiz de caiz olmaz. Çünkü Rabbimiz:
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
“O kendi arzusuna göre konuşmaz. Ancak kendisine bildirilen vahiy ile konuşur.”[10] buyurmaktadır. Lafız olarak Kur'ân’da yer aldığı ancak teferruatının ancak hadislere bakarak öğrendiğimiz namaz, hac ve zekât gibi ibadetlerimiz de vardır. Dördüncü maddede detaylı bir kaç örnek verilecektir inşallah.
2. Sünnet’in vahiy kapsamından çıkarılmaya çalışılması:
Bir kısım ayetlerin lafızlarından yola çıkarak vahyi sadece Kur'ân ile sınırlandırdıklarına da şahit oluyoruz. Mesela: وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى “O kendi arzusuna göre konuşmaz. Ancak kendisine bildirilen vahiy ile konuşur.” ayetinde olduğu gibi. Bu ayette ifade edilen vahyin sadece Kur'ân olduğu ve Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın da bu vahiy ile Mekke toplumunu uyardığı belirtilmektedir. Yine:
وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın neden yasakladıysa ondan da kaçının.”[11] ayetinde Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'a verilen şeyin “Kur'ân” olduğu, dolayısıyla helal ve haramın kaynağı olarak sadece Kur'ân'ın temel alınması gerektiğini söylemektedirler.
Ancak Necm Suresindeki “vahiy” kelimesiyle kast edileni ve Haşr Suresi 7. ayette ifade edilen “her neyi verdiyse” ifadesini sadece Kur'ân ile sınırlandırmak hatalı bir yaklaşımdır. Öyle olsaydı; Rabbimizin: “Allah ve Resûlü bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur...”[12] ayetinde geçen hüküm yetkisini nasıl anlayacaktık?
Yine Rabbimizin:
“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder...”[13] ayetinde ifade edilen hikmeti ne ile açıklayacaktık?
Rabbimizin:
“Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz artık onu Allah'a ve elçisine döndürün...”[14] ayetinde irad buyrulan Rasûle itaati nasıl değerlendirecektik?
Tüm bu ayetlerde ortak olarak anlaşılması gereken şu değildir: Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam sadece Kur'ân'ı getirdi ve onun görevi sadece elçilik -haşa postacıdır-. Bu durumda Nisa Suresi 59. ayetin sadece “Allah'ın Kitabına itaat” kelimesiyle sınırlandırması gerekirdi. Ahzap Suresi 36. ayetin sadece “Allah'ın hükmetmesi” lafzıyla iktifa etmesi gerekirdi. Bakara Suresi 129. ayetin “Allah’ın Kitabını öğreten ancak hikmeti öğretmeyecek” bir Rasûl ile sınırlandırması gerekirdi. Mademki Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'a, sadece vahiy olarak Kur'ân dışında bir şey indirilmemiştir. O hâlde Allah lafzına izafeten Kitap kelimesinin zikredilmesi yeterli olması gerekirdi. Neden birçok yerde “Allah ve Rasûl'ü” lafızları müşterek olarak kullanılıyor. Neden, “Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah'ta sizi sevsin”[15] diyerek her mümine farz olan Allah sevgisini Rasûl'e tâbi olmanın gereği hâline getiriyor. Pekala Kur'ân'a tâbi olmaya bağlayabilirdi.
Meseleyi net cümlelerle ifade etmek gerekirse “Peygamber yanında bir kitap ile gönderilmiş ise vahiy sadece o kitaptır” demek istenmektedir. Eğer kast edilen bu ise Rabbimiz “Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.”[16] buyurmaktadır. Bu durumda kitap verilmeyen peygamberin peygamberliğinin ispatı nedir? Hakeza; gönderilmiş oldukları toplumları düzeltmek için hangi vahiy ile uyarmışlar acaba?
3. Hadislerin sayısı konusunda şüphe uyandırılması
Buhari, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud gibi hadis âlimlerinin 300 bin, 500 bin, 750 bin hadis içerisinden sahih olarak beğenip seçtikleri 10 binlerce hadis rivayet ettiklerini söylemektedirler. Öte tarafta Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in 23 yıllık peygamberlik hayatında bu kadar söz sarf etmiş olmasının ihtimal dışı olduğundan yola çıkarak “23 yıl, 365 gün ile çarpılınca en fazla 10 bin söz söylemiş olabilir, bu da günde 200 cümleye tekabül eder.” demektedirler. Yani hadislerin sübutu üzerinde zımnen de olsa şüphe duyulması gerektiğini dolambaçlı cümlelerle anlatmaya çalışırlar.
Bu iddia, ilk bakışta doğru gibi görünebilir. Ancak “hadis” kelimesiyle kast edilenin peygamberin sadece sözleri olmadığı aynı zamanda söz, fiil ve takrirleri olduğu, sahabenin “Biz peygamber zamanında iken şöyle yapardık.” şeklindeki kavilleri ve aynı metnin farklı kanallarla rivayet zincirlerinden oluştuğu gerçeğini göz ardı ettiklerini söyleyebiliriz. Çünkü iddia sahipleri aynı hadis metnine ait farklı ravi zincirlerini göz ardı ederek her birini de ayrı birer hadis saymaktadırlar.
Mesela herkesin çok iyi bildiği “Ameller niyetlere göredir...” hadisinin üç silsilede toplamda 700'den fazla rivayet edeni vardır. Şimdi bu durumda 700 hadis saymamız icap edecektir. Ki bu yanlış bir hesaplama olur. Varsayalım ki hesaplama doğru ve rivayet sayısını da bir tarafa bıraktık. Günde 200 söz söyleyen bir şahsın olduğunu ve bu 200 cümlenin ezberlenemeyecek bir sayı olduğunu farz etmek de kanaatimce hata olur. Yüzlerce sahabi var ve bizim gibi Türkçe değil Arapça konuşmaktadırlar. Öte tarafta yanından hiç ayrılmayan ve mescitte maaşları Beyt-ul Mal'den karşılanan onlarca Ehl-i Suffe vardır. Bir de söz konusu Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam olunca ağzından çıkan her söz gelecek nesillere bir hayat programı olunca, elbette Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın her sözüne zihinlerin odaklanması kadar olağan ne olabilir ki..
4. Rasûl’ün örnekliğinin mubah derecesinde değerlendirilmesi
Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın örnek edinilmesini emreden: “Gerçekten Allah’ı ve Ahiret Gününe kavuşmayı ümit edenler ve Allah’ı çokça ananlar için, Allah’ın Râsulü'nde sizin için güzel örnek vardır.”[17] ayetinde geçen “güzel örnek” lafzını Rasûl'ün Kur'ân'ı en iyi anlayanlardan olduğuna hamledip mubah olarak değerlendirdiklerini görüyoruz. Yani Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'dan sadır olan sözler ve fiiller sağlam rivayet zinciri ile ulaştırılmış olsa da bağlayıcılığı sadece “Uyulsa iyi olur, uyulmasa da hata yapılmış olmaz.” derecesinde anlaşılması gerektiği ifade edilmektedir. Ancak ifade “kim onu güzel örnek edinmezse Allah'a ve Ahiret Gününe kavuşmayı ummasın.” şeklinde bir manayı barındırmaktadır. Bu da örnek edinmenin farz olduğuna delildir.
“...Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın (beyan edesin) ve onlar da iyice düşünsünler.”[18] İşte böylece bu örnekliğin kapsamı netleşmektedir. Burada “beyan” ifadesi sadece “ayetlerin açıklanması” anlamında değildir. Bir hüküm olarak da Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın bizzat lafzıyla, fiiliyle beyanı kastedilmektedir.
Örneğin Rabbimizin:
“...Zekâtı verin ve rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.”[19] ayetinde zekât mücmeldir. Tafsilatı yani beyanı ise Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'a bildirilmiştir. Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam Muaz'ı Yemen'e gönderdiğinde “Her 30 sığırdan 1 yaşını bitirip 2 yaşına basmış bir erkek veya bir dişi sığır, her 40 sığırdan da 2 yaşını bitirip 3 yaşına basmış bir dişi sığır almasını.” emretti.[20] Dolayısıyla ya Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın bunları -haşa- keyfine göre söylediğini yahut da lafızları Rasûl'e ait vahiy olduğunu tasdik etmemiz gerekir. “...Ona bir yol bulup güç yetirenlerin beyti haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır...”[21] ayeti Haccın farziyeti için mücmel bir delildir. Beyanı ise Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın lafzına ait vahiy ile detaylandırılmıştır. “Haccı umre ile birleştiren kimse bir tek tavaf yapsın.”[22]
“Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini kesin.”[23] ayetinin kapsamı Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın emriyle nisap miktarından daha aşağı miktarda ve korunmamış bir alandan çalan kişiler istisna tutuldu ve şöyle buyurdu: “Dörtte bir dinar fazlasında ancak el kesme vardır.”[24]
“Çocuklarınız hakkında Allah şöyle emretti: erkeğe iki dişinin payı kadar veriniz.”[25] ayetinin kapsamı Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın emriyle katil olan çocuğu bundan istisna tuttu ve şöyle buyurdu “Katil varis olamaz.”[26]
Vahiy sadece Kur'ân'dan ibaret mi?
Bu sorunun cevabı şu ana kadar anlatılanlarda mündemiçtir. Ancak konunun ehemmiyeti açısından ve selim akıllara bir hitap olsun diye Kur'ân’ı Kerim ayetlerinden birkaç örnek daha vereceğim. Bu sayede gayri metluv vahyi yani Rasûl *Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’*ın lafzıyla inen vahyi daha net görmüş olacağız.
“Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kabe'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin.”[27] Bu ayette “Artık, bundan böyle” ifadesi bile tek başına bir delildir ki; o da daha önce Peygamberimiz Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldığı ve bunun Rabbimizin emriyle gerçekleşmiş olduğu şeklindedir. Bu emir Kur'ân’ı Kerim’de yer almadığına göre Rasûl'e bildirilmiş bir vahiy olduğu açığa çıkmaktadır. O halde kıblenin değiştirilmesi hadisesinin “Henüz kıble ile alakalı ayet inmediği için peygamberin keyfine bırakılmıştı” veya “Eskiden beri uygulana gelen Araplara ait bir gelenekti” şeklinde yorumlanması hatalı bir yaklaşımdır. Çünkü, değil sadece bu mevzuda diğer İslâmî hükümlerin hiçbirinde Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'ın vahiy olmadan hareket ettiği görülmemiştir. Şu örnekte olduğu gibi: “Sana ruhtan sorarlar, de ki Ruh Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir."[28]
Bir başka ayette: “Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını vaadetmişti...”[29] buyurmuştur. Oysa söz konusu vaad (Ebu Süfyan'ın Suriye kervanı ve Ebu Cehil'in Mekke’den gelen kervanı) Kur'ân’ı Kerim’de hiçbir ayette yer almamaktadır. Öyle ise Allah tarafından Rasûl Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'a bunun vahiy ile bildirmiş olması dışında bir seçenek yoktur.
Bir başka ayette de Rabbimiz “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.”[30] buyrulmaktadır. Oysa daha evvel haram kılındığına dair Kur'ân’ı Kerim'de bir ayete rastlanamaz. Bu da göstermektedir ki vahiy ile Allah, Rasûlü Aleyhi’s Salatu ve’s Selam'a bunu bildirmiş ve haram kılınmıştı.
Rabbimizin şu ayetindeki ikazına dikkat edelim:
“Allah'ı ve elçilerini (tanımayıp) inkâr eden, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyen, ‘Bazısına inanırız, bazısını tanımayız.’ diyen ve bu ikisi arasında bir yol tutturmak isteyenler. İşte bunlar, gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere aşağılatıcı bir azap hazırlamışızdır.”[31]
Rabbimiz bizleri son nefesimize kadar Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayırmasın. Amin.
[1] Enbiya Suresi 7
[2] Yusuf Suresi 2
[3] Tevbe Suresi 122
[4] Enam Suresi 38
[5] Enam Suresi 38
[6] Buhari 304; Müslim 219
[7] Müslim, K. Nikâh, 2518
[8] Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Ensâr, 2204
[9] Ebu Davud, K. Harâc, 2548
[10] Necm Suresi 3-4
[11] Haşr Suresi 7
[12] Ahzab Suresi 36
[13] Bakara Suresi 129
[14] Nisa Suresi 59
[15] Âli İmran Suresi 31
[16] Nisa Suresi 163
[17] Ahzab Suresi 21
[18] Nahl Suresi 44
[19] Bakara Suresi 43
[20] Ebu Davut- el Mesruk hadisi
[21] Âli İmran Suresi 97
[22] Tirmizi, K. Hac, 870
[23] Maide Suresi 38
[24] Malik, K.Hudud, 1323
[25] Nisa Suresi 11
[26] Tirmizi, K. Feraid, 2035
[27] Bakara Suresi 143-144
[28] İsra Suresi 85
[29] Enfal Suresi 7
[30] Bakara Suresi 187
[31] Nisa Suresi 150-151