Son günlerde Osmanlı’dan miras isimlendirmeyle Kürdistan bölgesinde yaşanan çatışmalarda birçok cana kıyıldı. Birçok anne neden bu hale gelindiğini gerçekten bilmedikleri çocuklarının kanlı yüzleriyle yüzleşmek ve kanlı bedenlerine sarılmak zorunda kaldı. Bu acıya karşı ayakta kalabilmek adına derin bir nefes çekti ki ciğerlerine yavrusunun kokusu sinsin. Türk ya da Kürt fark etmeksizin annelerimizin yükselttiği bu feryatlar, insanlığını kaybetmemiş yüreklerde tanımlanması imkânsız bir iz bıraktı. Fakat insanlığı salt ırkından ibaret sananlar ise öfke kasırgasında kendini kaybetti ve sanki birileri kendilerini “Azrail” olarak atamışçasına kimin ölmesi kimin hayatta kalması gerektiğine pervasızca “sosyal medya”da cevap aramaya kalktılar.
Üzülerek şahit oluyoruz ki etle-kemik misali birbirinden ayrı yaşaması imkânsız olan Ümmetin kavimleri arasına ekilen ayrılık tohumları yeşermeye, hatta meyvelerini karşılıklı öfke ve kin olarak vermeye devam ediyor.
Ayrılık tohumlarını ekenler çok iyi bilirler ki toplumlar neticelerle ilgilenir ve neticeler üzerinden bir kanaate ulaşır. Bu yüzden kamuoyunda Kürdistan topraklarında yaşanan savaşın çıkış sebepleri ve asıl aktörleri konuşulmaksızın ölenlerin çetelesi ve hangi kavme mensup olduğu taraflarca takınılacak tavrı belirlemektedir. Bu kirli ve anlamsız savaş öyle bir hal aldı ki; tarih unutuldu, insan olmanın en bariz özellikleri yitirildi ve karşı taraftan bir canın alınması sevinç vesilesi kılınmaya başlandı.
Bazen bir meseleyi en iyi anlatan ve bizlere ışık yakıp yolumuzu aydınlatan sözcükler bir şiir oluverip karşımıza dikilir. İşte Akif’in şiiri de bu cinsten ve derdimizi en iyi şekilde anlatmaktadır:
“Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik [farklı] bu kadar akvamı [kavimleri ],
Aynı milletin [dinin] altında tutan İslam’ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir [hayal kırıklığıdır]…
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet [İslam Dini] yürümez…
Son siyaset ise Türklük, o siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı [fertleri, bireyleri] yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını [sebeplerini] artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa iyazen-billah [Allah korusun],
Ecnebiler [farklı inançtakiler] olacak sahibi mülkün nagah [aniden].
Diye dursun atalar: ‘Kal’a içinden alınır.’
Yok ki hiçbir işiten… Millet-i merhume sağır!”
Merhum Şairimizin de dediği gibi bizi bir aile efradı yaratmış Allah’a hamdolsun ki yukarıda işaret ettiğimiz durum büyük bir ailenin ancak bir cüzünde baş göstermiş vaziyettedir. Suriye ile alakalı düzenlediğimiz konferans için gittiğim Urfa ve Diyarbakır’da bunu açık bir şekilde gördüm. Dolayısıyla gönül rahatlığıyla sizlere bu yaşananların, karşılıklı öfke selinin bütünü değil ancak bütünden bir parça olduğunu söyleyebilirim.
Bununla birlikte kapımızda açık bir tehlikenin varlığından haberdar olmamız ve bu tehlikeyi bertaraf etmek için elimizden geleni yapmamız gerektiği de kaçınılmaz bir gerçektir.
Suriye’de İslamî bir devrimin ayak sesleri duyulmaya başladığı şu günlerde Türk-Kürt gibi cahiliye kalıntısı bir ayrışmayı tetiklemek, alevlendirmek -tıpkı Şii-Sünni ayrışması gibi- şeytani planlardan bir plandır. Bir yandan Ümmet tek vücut olmak için ellerini kenetlerken diğer yandan kâfir Batı ve onların işbirlikçileri kenetlenen elleri açmaya, yeni ellerin eklenmesine engel olmaya çalışmaktadır. Zira Ümmetin birbirine kenetlenmesi kâfir Batı’yı geleceği hakkında korkutmakta, kâbuslar görmesine neden olmaktadır.
Artık anlaşılmalıdır ki; “Tek Ümmet Tek Devlet” şiarı ve bu şiarı hayata geçirmek için yapılan çalışmalar, Hilafet taleplerinin gür bir sesle açıkça zikredilmesi, gerçekte menfaat çatışması içinde olan kâfirleri dahi birleştirdi ve ortak bir tavır almaya mecbur bıraktı. İşte son dönemlerde oluşturulmaya çalışılan Kürt-Türk ayrışması da bu ortak tavrın, sömürgecilerin kirli oyunlarının bir parçasıdır. Çünkü Suriye’de gerçekleşmesi muhtemel İslamî bir devrimin Türkiye’de ‘domino etkisi’ oluşturup-oluşturmayacağı tam olarak kestirilememektedir. Korkulan kâbus Suriye’den sonra Türkiye’de de İslamî bir devrim gerçekleşmesi ve daha da ötesi Suriye ile Türkiye’nin tek bir devlet, Hilafet Devleti çatısı altında birleşmesidir ki; bu onlar için dünyanın sonu yani kıyamet demektir.
İşte Batı’nın orta ve uzun vadeli planları bu açık tehdit üzere şekillenmektedir.
Bu planların farkında olarak deriz ki: İslamî Ümmette var olan kardeşlik bağları, kâfir Batı’nın tahayyül dahi edemeyeceği kadar kuvvetlidir. Ne kadar sinsi planlar yapılırsa yapılsın, ne kadar şeytanca oyunlar oynanırsa oynansın, bu bağ asla kopmayacak ve sömürgeci kâfirlerin kâbusu olmaya devam edecektir.
Sömürgeci kâfir Batı’ya ve onların oyuncağı olmuş yöneticilere bizden bir tavsiye:
Kâbusunuzla Yüzleşmeye Hazırlanın!