Tora Bora Dağlarından Başkanlık Sarayına
17 Ağustos 2021

Tora Bora Dağlarından Başkanlık Sarayına

20 yıldır süren bir işgal sona erdi. Zorluklar içerisinde birçok şehit verilerek büyük fedakârlıklar neticesinde fiilî işgale son verildi. Taliban’ın Kabil’i almasıyla yönetim Taliban’a geçmiş oldu. ABD zelil bir şekilde Afganistan’dan ayrıldı. Yıllardır dağlarda mücadele veren Taliban, bu uzun ve meşakkatli yolun sonunda başkanlık sarayına ulaştı. Taliban’ın elde ettiği bu başarı, Müslümanlar nezdinde büyük bir sevinç ve heyecan doğurdu. Celladına âşık olan, ruhu kafirlerin önünde eğilen laik kesimin de Taliban üzerinden İslâm’a saldırıları eşliğinde histeri krizleri geçirmelerine sebep oldu.

Taliban, 1996-2001 yılları arasında elde ettiği hâkimiyetten sonra bir kez daha ülke yönetimini ele geçirdi. Fakat bu defa Taliban bambaşka bir profil ortaya koydu. 96’da yönetime geldiğinde kendisiyle savaşmamış bir önceki devlet başkanı Necibullah’ı işkence ile öldürüp cesedini Kabil sokaklarında sürüklerken bu defa başkente vakur bir şekilde girdi ve herkesin affedildiğini kimsenin öldürülmeyeceğini deklare etti. Merhamet stratejisi ile onlarca şehri kansız bir şekilde ele geçirdi. IŞİDvari gözünü kan bürümüş, Hollywood tarzı sadistçe işkence videoları medyaya servis edilmedi. Medya unsurları ile sağlıklı bir iletişim kurarak güven ve sükûneti oluşturacak açıklamalarda bulunuldu.

Kadınları ve çocukları en fazla istismar eden, kapitalist düzenin çarkları arasında ezen laik demokratik rejimler her ne kadar kadınlar üzerinden kara propaganda yapmaya kalksa da karşılarında eski Taliban’dan eser yok.

“Taliban Kabil’e girince katliam yapacak” denildiği hâlde ABD kaçarken dahi onlarca kişiyi katletti. ABD kendisine güvenen herkesi Afganistan’da yüzüstü bıraktı. İstediğini kullanıp sonra rezil bir şekilde attı. ABD ordusuna bağlı köpekleri bile güvenli bir şekilde tahliye ederken, işbirlikçilerine köpek kadar dahi değer vermedi. ABD’ye uşaklık yapanlar, ABD yanı başlarında olmayınca üç gün bile dayanamayıp kaçtılar. Bu hakikati daha önce eski ABD Başkanı Trump kukla Suudi Kralı’na “Biz olmasak iktidarda 2 hafta bile kalamazsın” diyerek açığa vurmuştu.

Bir yandan zafer naraları atılırken öte yandan yalanlar/algılar üzerinden devam eden karalama kampanyası ve şeriat kavramı üzerinden şeytanlaştırma operasyonlarını bir köşeye bırakıp bu tepkisel/duygusal yaklaşımlardan sıyrılarak durumu analiz etmek de hayati öneme sahip.

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki; Taliban’ın yıllardır mücadele verip fedakârlıklar yapması onları layüs’el/masum konumuna getirmez, muhasebeden, nasihatten müstağni kılmaz. Taliban’a yönelik İslâmi açıdan ilkeler ve şer’î hükümler doğrultusunda getirilecek eleştirilerden dolayı kişiyi “Taliban düşmanı” ithamına maruz bırakmak, en basit tabirle bağnazlık çukuruna yuvarlananların idrak problemidir. Enes RadiyAllahu Anh’in naklettiğine göre, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: ”‘Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!’ Bunun üzerine birisi, ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer mazlum ise yardım ederim, ancak zalimse ona nasıl yardım edeceğim?’ dedi. Rasulullah buyurdu ki: ‘Onu zulümden uzaklaştırırsın veya onun zulmüne engel olursun. İşte bu ona yapacağın yardımdır.’” [Buhârî, İkrâh, 7]

Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra sürece projeksiyon tutmak gerekirse Molla Abdulgani Birader, 8 Şubat 2010’da bir baskın sırasında Karaçi’de gözaltına alınmasından bu yana 8 yıldır Pakistan’da tutuklu bulunuyordu. 25 Ekim 2018’de Pakistan Molla Abdulgani Birader serbest bırakıldıktan sonra, Taliban’ın Doha’da bulunan siyasi bürosunun başına geçti ve müzakerelerde etkin rol oynadı. Bu müzakereler, 29 Şubat 2020’de Doha Anlaşması ile taçlandırıldı. Anlaşma uyarınca Taliban’ın yükümlülüklerini yerine getirmesi hâlinde, ABD ve müttefikleri Afganistan’daki tüm askerlerini 14 ay içinde çekecek, dendi. ABD ve Afganistan, Kabil’de ortak bir bildiri yayınladı. ABD Başkanı Donald Trump, Afganistan’da “uzun ve zorlu bir yolculuk” gerçekleştirdiklerini söyledi ve ekledi: “Afganistan’daki güçleri eve geri getirme vakti geldi.”

Şimdi Taliban’ın Afganistan’ı alması ABD ile yapılan Doha müzakereleri kapsamında mı gerçekleşti? Taliban, ABD’nin ona çizdiği sınırlar içerisinde hareket edip yükümlülüklerini yerine getirdiği için mi ABD askerlerini Afganistan’dan çekti?

Rusların 10 yılda, NATO ile beraber ABD’nin 20 yılda ele geçiremediği bir Afganistan’ın kesinlikle savaş ile ele geçirilemeyeceğini anlayan ABD, askerî olarak elde edemediğine müzakereler yoluyla mı ulaşmaya çalıştı?

Askerî olarak kuyruğunu kıstırıp 2400’ün üzerinde askeri öldürülen, Afganistan’dan çıkma durumunda kalan ABD, siyasi planı ile hezimeti gölgeleyip siyasi çıkarlarını ve egemenliğini devam mı ettirmek istiyor?

Taliban’ın Amerika ve Afgan rejimindeki ajanlarıyla müzakerelere girmesi büyük bir hataydı. Sömürgeci kafirler, konjonktür gereği çıkarları için ancak müzakereye tutuşurlar. Taliban bu gerçeği görmezden geldi.

14 Nisan 2021’de CNN’e göre, yeni ABD Başkanı Joe Biden “Şu an, Afganistan’daki ABD askerî varlığına başkanlık eden dördüncü ABD başkanıyım. İkisi Cumhuriyetçi, ikisi Demokrat. Bu sorumluluğu beşinciye devretmeyeceğim. ABD’nin en uzun savaşını sona erdirme zamanının geldiğine karar verdim. ABD birliklerinin eve dönme zamanı” ifadelerini kullandı. “Önceliğimiz, Çin ile stratejik rekabet, COVİD-19 ve siber terörizmle mücadeledir. 20 yıl önce başlayan bir savaşı sürdürürsek bunu yapamayız”, diyerek ülke çıkarları gereği askerî olarak Afganistan’dan ayrılmaları gerektiğini vurguladı.

ABD Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki, “Bu, 20 yıllık askerî olarak kazanılamamış bir savaş” açıklamasını yaptı. Askerî olarak kazanılmamış bir savaşı, siyasi müzakereler ile kazanma planı yapıldı.

İslâm ümmeti olarak yine sahada kazanılan fakat masada kaybedilen bir savaş ile mi karşı karşıyayız? Bunun cevabını Taliban verecek. Uluslararası egemen düzenle uyumlu içine İslâmi unsurlar, uygulamalar serpiştirilmiş “emirlik” adı altında ulus devlet anlayışı ile mi hareket edilecek yoksa tüm uluslararası dengeyi altüst edecek, kâfirlerin korkulu rüyası, Allah’ın vaadi, Rasul’ün müjdesi, Müslümanların umudu olan Râşidî Hilâfet’i mi ilan edecek?

ZDF’ye konuşan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, ”O ülke uluslararası yardım olmadan hayatta kalamaz. Afganistan’a her yıl 430 milyon euro temin ediyoruz; Taliban ülkeyi ele geçirir ve şeriat hukuku, hilâfet yönetimi getirirse, bir kuruş bile vermeyiz. Taliban da bunu biliyor” dedi.

Rusya ziyaretinde Taliban heyeti, “Komşu ve dost ülkelere saldırmayacaklarına” dair söz verdi. Taliban sözcülerinden Şahabettin Dilaver, İslâm Emirliği’nin sahip olduğu tüm bilgileri vermek için Moskova’ya geldiğini belirterek, IŞİD’in Afganistan’daki varlığına izin vermeyeceklerini ve varlığına karşı tüm önlemleri alacaklarını vurguladı. Devletin genel yapısını belirlemek için toplum temsilcileriyle görüşmeler yaptıklarını ve bu işin tamamlanmak üzere olduğunu kaydetti ve “Amacımız tamamen gücü kendimizde toplamak değil” diye ekledi.

Çin ziyaretinde ise Taliban sözcülerinden Süheyl Şahin’in Taliban’ın Çin’i Afganistan’ın “dostu” olarak gördüğünü, Pekin ile “mümkün olan en kısa sürede” yeniden yapılanma çalışmalarına yatırım yapma konusunda görüşmeyi umduğunu söyledi. Sözcü ayrıca “Taliban, bazıları daha önce Afganistan’a sığınan Uygur ayrılıkçılarının ülkeye girmesine artık izin vermeyecek.” dedi. Uygurlu Müslüman kardeşlerine yapılan zulümler sorulduğunda verdiği cevap şu şekilde oldu: “Tabii ki Filistin, Burma veya Çin’de Müslüman kardeşlerimize yapılanlar bizi üzüyor. Tüm dünyada Müslümanlara yapılan baskılar bizleri çok üzüyor. Lakin Çin’in içişlerine karışmayacağız.”

Taliban sözcüsü Süheyl Şahin daha sonra yaptığı bir açıklamada ise, “Bizim mesajımız dünyaya şudur: Afganistan’da bir hükümet kurulacak ve bu hükümet dünyadaki düzene uyum sağlayacak. Bölgesel olarak da herkesle uyum içinde olacağız. Pakistan, Afganistan ve çevremizdekiler için temel hakları tanıyarak yönetim kurmak istiyoruz. Herkesin içi rahat olsun. Kimse için tehdit oluşturmuyoruz.” dedi.

Taliban’ın “toprak bütünlüğümüz” vurgusu, “ulusal çıkarlarımız” söylemi, komşu ülkelerle iyi ilişkilerde bulunma vaatleri ve diğer ülkelerin içişlerine karışmama anlayışı, kurulu egemen düzen ve klasik ulus devlet reflekslerinden öte bir şey değil. Taliban’ın kendini uluslararası sisteme kabul ettirme saikıyla hareket etmesi, ümmetin devletini değil bir örgütün devletini inşa ettiğini açığa çıkarıyor.

Nasıl ki Suriye’deki oluşumlara bölge ülkeler tahakküm etmeye çalışıp kendi istihbarat örgütleri ile bazı şeyleri onlara yaptırmaya kalktılarsa aynı şeyi Taliban için de yapmaya kalktılar. Taliban tek bir parça değil. İçerisinde muhlis Müslümanlar olduğu gibi bu gibi parazitlerin de olduğu göz ardı edilmemeli. Özellikle Pakistan, Taliban’ı 2018’te ABD ile görüşmeye zorladı. Pakistan istihbarat servislerinin Afganistan’da etkileri var.

Türkiye de önemli bir faktör Afganistan’da. Kabil’de Rusya ve Çin’den sonra büyükelçiliği açık tutan tek ülke. Taliban’ın ilk lideri Molla Ömer’in oğlu Molla M. Yakup, “Türkiye’yi bir düşman olarak değil müttefik olarak görüyoruz.” dedi. Taliban Sözcüsü Süheyl Şahin, “Türkiye bizim için kardeş ülkedir, İslâmi bir ülkedir. Burada kardeş ülkenin bizimle olması çok güzel. Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Herhangi bir parasal yardım ya da işbirliği için Türkiye ile yakın olmak isteriz” açıklamasını yaptı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da “Taliban dahil tüm taraflarla diyaloğumuz sürüyor. Ülkenin biraz sakinleşmesi lazım. Gerek yabancılara gerek kendi halkına yönelik olsun, Taliban’ın verdiği mesajlar olumlu. Türkiye olarak Afganistan’ın ekonomik kalkınmasını destekleyeceğiz.” açıklamalarında bulundu.

Tüm bunları açığa çıkardıktan sonra şunları diyebiliriz ki Taliban ilk iktidarı ele geçirdiğinde Hilâfet’i ilan etme tavsiyesinde bulunulmuş ama reddetmişti. Şimdi aynı hata tekrar tekerrür ediyor. Taliban’dan beklenen Amerika’ya ve ona vekalet eden başta Pakistan olmak üzere diğer bölge rejimlerine karşı gereken siyasi uyanıklığı gösterip arasına mesafe koyup yüzünü İslâm ümmetine dönmesidir. Muhakkak zafer ve iktidar Allah’a aittir, onu dilediğine verir. Kardeşlerimiz doğru olanı yaptığı sürece yanlarında oluruz. Yanlış yaptıklarında ise kardeşliğimizin gereği karşılarında durup doğruya gelmeleri için mücadele ederiz.

[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ] “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal Suresi 24]