Yirmi bir ay oldu. Bu süre zarfında Suriye'de izlediğimiz her şey gerçek...
Hiç kimsenin uyanışı için ümit beslemediği Ümmet'in bu izzetli İslamî kıyamı gerçek...
Genç delikanlıların sokak duvarlarına yazdıkları meydan okumalar gerçek...
Onuru çiğnenmiş babalar ve dedelerin öfkesi gerçek...
40 yıllık baskıdan sonra Mescitlerden tekbir sesleri ile meydana yürüyen halkın dik duruşu gerçek...
Âlem-i İslam’a “İşte devrim budur” dedirtircesine hiç geri bakmadan ileri yürüyen yiğitlerin adımları gerçek...
Başı gövdesinden ayrılmış küçük kız çocuğunun kanlı entarisi gerçek...
Zeynep’in gençlik arzusu ve şebbihalara korkusuzca seslenişi gerçek...
Boynuna kadar toprağa gömülmüş gencin şehadet anındaki takvası gerçek...
Cansız bedeni ile annesinin karnından çıkarılan yavrucak gerçek...
Beyaz bezler arasında uzunca hendeklere sırasıyla gömülen kelebekler gerçek...
Asla geri adım atmadan Allah’ın kelimesinin yüceltilmesi için şehadete koşan mücahitlerin imanî basireti gerçek.
Suriye’de İslam’a karşı küfrün tek kuvvet olduğu bir gerçek. Rusya, Çin, İran doğu blokuna karşılık AB, ABD, Türkiye ve Körfez ülkeleri batı blokunun doğurduğu suni çatışma bir gerçek...
Türkiye’nin Esed’e zaman kazandırmadaki başarısı bir gerçek...
Suriye’nin bu bölge için çok stratejik bir toprak olduğu konusu bir başka gerçek...
Ya sahte olan?!
Sahte olan ise, sadece bu gerçekleri gizlemeye çalışan yüzler ve gölgeler...
Lakin gerçeği gizlemeye çalışan senaryolar ve oyunlar talep bulmuyor Suriye'de. Yönü Suriye'ye çevrilmiş projektörlerin perdeye yansıdığı salonlar bomboş. Yapımcılar, senaristler, oyuncular, figüranlar, dublörler ve hatta kötü adamlar bir araya toplanmışlar, gişe tutmayan bu filmi izliyorlar. Film o kadar kötü ki her yeni seansta filme yeni bir isim bulunuyor. Oyuncular ve figüranlar değişiyor lakin yapımcı ve senaristler hep aynı. Bazen paralı izleyiciler getiriliyor salona. Yeter ki filmin gişe tuttuğu görülsün. Lakin film tamamlanmadan salon boşalıyor.
Şimdilerde Avrupa ve Amerika salonlarından Suriye salonlarına düşen yepyeni bir film vizyona sokuldu. İsmi, “The İmam”.
Katar Doha'da gerçekleştirilen son toplantılardan sonra oluşturulan Suriye Ulusal Koalisyonu'nun başına seçilen Muaz el-Hatip'den bahsediyorum. Kendisi Suriye'de daha önce Emevi Camii'nde imam-hatiplik görevini üstlendiği için “The İmam” dedim. Ve yazımın başlığını bu şekilde belirledim. Aslında mesele Muaz el-Hatip meselesi değil. Mesele yeni oluşturulan Suriye Ulusal Koalisyonu'nun ne iş yapacağı ve bu işi nasıl yapacağı konusudur. Ve aslında Muaz el-Hatip’in bu işte nasıl rol alacağı konusudur. Bölgeyi iyi tanıyan ve süreci yakından takip eden kıymetli dostum Üstaz Ercan Tekinbaş ile yaptığım değerlendirmeler sonucunda hem kısaca Muaz el-Hatib hakkında hem de oluşturulan yeni Koalisyon hakkında bazı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum.
Konsey adına oluşturulmuş internet sayfalarında Ahmed Muaz el-Hatib ile ilgili şunlar yazılı: Ahmed Muaz El-Hatib 1960 senesinde Şam’da doğmuş, hatip, fakih ve Suriye vatandaşı olduğu açıklanmıştır. 20 sene önce büyük Emevi Camii hatipliğinde bulunmuş ve senelerce başka mescitlerde de hatiplik yapmış. Nijerya, Bosna, İngiltere, ABD, Hollanda, Türkiye ve başka devletlerde hazır bulunarak hatiplik yapmış. Birkaç kez tutuklanmış, son tutuklanması ise Suriye’de başlayan Esed yönetiminin devrilmesini talep eden barışçıl gösterilere katılmasının ardından Mart 2011 ortalarında olmuştur.
Nesebi, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in torunu Hasan ibn-u Ali’ye kadar uzandığı iddia edilmektedir. Davet ettiği ve benimsediği fikirler şunlar: Kadın ve erkek insanlık onurunda eşittir. Siyaset amaç değil araçtır. Genel hürriyetleri talep etmek. Kalbi ıslah ve nefsi temizlik her amelde esastır. Son Risalet, zaman ve mekân üstüdür. Yeryüzü halklarına sıkıştırılamaz, vb.
Bu benimsediği fikirlere baktığımızda ılımlı düşüncelere sahip biri olduğu gözüküyor. Aslında Muaz el-Hatib’in Koalisyon'a Başkan seçilir seçilmez, direniş gruplarına yapmış olduğu birleşme çağrısında kullandığı ifadeler, onun diyaloğa müsait bir düşüncede olduğunu gösteriyor. Lakin Türkiye’de Suriye devrimini demokrasiye evrilmesi çerçevesinde destekleyen yazarlar, sivil toplum kuruluşları, dernekler hulasa bilcümle “İslamcılar”, Muaz el-Hatib’in Başkan seçilmesini büyük bir coşku ile başarı olarak değerlendirdiler.
"O kadar da olacak, Muaz el-Hatib’in başkanlığını onaylayan ve onu ilk kutlayan Ahmet Davutoğlu Hoca, Hatib’in başkan seçildiğini, oluşturulan yeni koalisyonu tarihî bir adım olarak değerlendiriyorsa, İslamcılara, bunu başarı olarak görmekten başka ne yakışır" dediğinizi duyuyorum.
Öyle ki Muaz el-Hatib’in Suriye halkına ve direniş cephelerine yönelik yaptığı birleşme çağrısında kullandığı şu ifadeler: *"Gelecek Cuma sloganı şu olsun: **“Ey Obama korkma! Hepimiz bu Koalisyon'un yanındayız.”*Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı'na teşekkür mesajları içeren, Suriye halkının bir olduğunu ifade eden, aşırılığı ve terörü kabul etmediğimizi gösteren dövizler açmanızı da istiyorum…" bu çevrelerde bir anda soğuk duş etkisi oluşturdu. Aslında bu ifadeler Suriye meselesinde ABD ve Batı'nın isteği doğrultusunda hareket etmenin daha nelerin söylenebileceğinin işareti oldu. Lakin bu çevreler, aşikâr olan bu somut realiteyi göremediler.
En yıkıcı olan şey nedir biliyor musunuz? Muaz el-Hatib’in sözleri arasında kullandığı şu ifadeler: "Aşırılığı ve terörü kabul etmediğimizi gösteren dövizler açmanızı da istiyorum…" Bu ifadelerin aynısını veya buna çok yakın ifadeleri Clinton, Lavrov ve Davutoğlu da kullanıyor. Ne yazık…
Yazık, diyorum çünkü “ABD kanımıza doymadın mı?” diyerek Cumaların ismini veren Suriye halkının terbiyeciliğine soyunan Muaz el-Hatip, “Ey Obama korkma hepimiz bu koalisyonun yanındayız” ifadesini Suriyeli kahraman Müslümanların Cumasına isim olarak teklif edebiliyor.
Suriye Devrim ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun oluşturulma sürecine de kısa başlıklar altında değinecek olursak şunları görüyoruz:
ABD ve Batı bu süreçte SUK’un üyelerinin tamamına yakınının Suriye dışından olması gereği Suriye halkının ve direniş cephelerinin meşru temsiliyetini almadığını ve hiçbir zamanda alamayacağını gördü. Önce SUK’un yapısında bir değişikliğin olmasını istedi. Sonra çoğunluğu Suriye içindeki gruplardan olmak üzere yeni bir Koalisyonun oluşturulmasını telkin etti. Süreci iyi takip edenler koalisyonun oluşturulmasının arkasında ABD’nin Şam Büyükelçisi Robert Ford’un olduğunu görürler. Hatta Muaz el-Hatib’in arkasında duran öne çıkartılmayan ama asıl gölge liderlikte bekletilen ve Liberal-Laik düşünceleri ile bilinen Suriyeli işadamı Riyad Seyif’in bu koalisyonun oluşturulmasında Robert Ford ile çok fazla birlikte koşuşturduğu görülüyor. Yine Fransa ve Almanya Dışişleri bakanlıkları bu Koalisyon'un oluşturulmasında aktif rol almışlar. Bunu Muaz-el Hatip Suriye halkı ve direniş gruplarına gönderdiği mektubunda kendi dili ile açıkça söylüyor.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir hususu es geçmemek gerekecek sanırım. Kurban Bayramı'nda BM temsilcisi Lakhdar Brahimi’nin öncülüğünde planlanan ateşkes çağrısı çok önemli bir dönüm noktasıydı. Bu ateşkes eğer gerçekleşmiş olsaydı Baas rejimi ve ordusu birazcık olsun nefes alacak ve toparlanacaktı. Özgür Suriye ordusu dışındaki muhlis ve basiretli devrimci gruplar bu ateşkesi tanımadılar. İşte bu ateşkes ABD ve işbirlikçileri için bir kamuoyu yoklaması halini aldı. Suriye Devrim ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nu oluşturacak Suriye içindeki grupların kimler olacağı ateşkes meselesindeki tavırlara göre belirlenmiş olacaktı. Ve öyle de oldu sanırım.
Koalisyon’un Suriye sürecine dönük işlevi ne olacak, diye sormak gerekirse şunları söyleyebiliriz: Koalisyon aslında sanki geçici bir hükümet gibi tanıtılmak, ismi ve yapısı üzerinde meşruiyet oluşturulmak isteniyor. Hatta bunu açıkça göstermek için Koalisyon kendisini resmen tanıyan Fransa’ya elçilik bile atadı. Bununla Baas rejimine biraz daha zaman kazandırılmak isteniyor. Bu zaman 2013 yılının sonlarına kadar bile sürdürülmek isteniyor. Bu süreç içerisinde Ulusal Koalisyonu tanıyan direniş grupları ile anlaşılarak bunlar da kirli plana ortak edilmeye çalışacaklar. Ulusal Koalisyonu tanımayan gruplar ise marjinal terörist gruplar olarak dünya kamuoyuna sunulmaya çalışılacak.
Bunun böyle olacağını daha dün görmüş olduk. Halep’te toplanan 15’e yakın direniş grubu Suriye Ulusal Koalisyonu'nu tanımayacaklarını ve amaçlarının İslamî Devlet olduğunu beyan ettiler. Kur'an'a dayalı, Kur'an'ın anayasa olduğu bir devlet istediklerini deklare ettiler.
Peki, ne oldu? Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı bu açıklamayı yapan grupları tanımadığını söyledi. Ne ilginç değil mi iki yıla yakın Suriye'de Baas rejimine karşı direnen Baas rejiminin ordusunun burnunu yere sürten bu yapılar tanınmıyor.
Peki, ya Türkiye'de Suriye devrimini destekleyenler, bu direniş tugaylarının Halep’te yaptıkları açıklamayı nasıl değerlendirdiler? Önce bir şaşkınlık! Sonra internet sitelerinde haberi olduğu gibi veriyorlar. Sonra haber başlığı birkaç kez değişiyor. “Fitne var” “Fitne mi Var” diye başlıklar, oluşturulan haber yine eski orijinal haline dönüşüyor. Bazı yazar ve “Ortadoğu uzmanları” ise bu açıklamanın tamamen ABD ve Baas rejiminin işine yarayacak bir açıklama olduğunu dile getirip "çok yazık" diyebiliyorlar. Hatta haberde, Koalisyonu tanımayan bu grupların selefi yanlısı gruplar olduğuna dair ifadeler geçiyor.
Ne yazık değil mi? Suriye devrimi hakkında ABD ve Baas’ın argümanlarını ve kavramlarını kullanmak zorunda kalmak ne acı. Suriye Devrimini İslamî Devlet ile taçlandırmak isteyenlere, "acele ediyorlar, koalisyonu tanıyarak hayırlı bir iş yapsalardı" diyecek bir zihinsel akıl tutulmasına kapılmak ne acı.
Hani bir söz vardır ya, “Biz söylemiştik” diye… Evet, aynen bu sözü söylemenin yeri ve zamanı geldi: “Biz söylemiştik”
"Suriye devriminde ABD’nin Ak Parti üzerinden yürüttüğü kirli politikaya gelmeyin, kapılmayın" demiştik. *"Suriye devriminde Baas’ın yanında yer alan İran’ı destekleyen İrancı lobiye karşı elinizde güçlü bir argüman olsun"*demiştik. "Bu argüman demokratik geçiş değil İslami Hilafet Devleti olsun" demiştik. "Suriye devrimini demokratik geçiş için değil İslami Hilafet Devleti için destekleyin" demiştik.
Şimdi de şunu diyoruz: Süreç şimdi öyle bir hal aldı ki, ABD, Batı, Türkiye ve hatta yarın Rusya ve İran ile aynı platformda birlikte Suriye krizini çözüme kavuşturmak için koşuşanlardan olabilirsiniz.
"The End"
Suriye'de Dünya Sahnelerinde kendini gösteren gerçek bir film yapılıyor. Bu gerçek sahneyi tüm insanlık canlı izliyor. Aktörlerin hepsi gerçek oyuncular. Dublör yok, kötü adam ile mücadelede gerçek şahıslar var. Filmin sonunda ya zafer ya şehadet var. Yani filmin sonu her iki durumda da güzel son ile bitiyor. Lakin bu filme bir baş aktör lazım. Medine'deki Saad b. Muaz gibi. Yetmiş bin meleğin omuzlarında yaralı bedeni defne götürülen Muaz. Şimdi Suriye'de her şehit meleklerin omuzunda defne götürülüyor. Muaz lazım… Saad b. Muaz gibi bir adam lazım…