Yahudi varlığı, Filistin topraklarında ne zaman bir saldırı ve katliam yapsa İslam coğrafyasındaki Müslümanlar, hemen ayağa kalkıyor ve tepkisini gösteriyor. Gerek meydanlarda, gerekse elçilik ve konsolosluk önlerinde eylemler yapıyorlar. Bu güzel bir durumdur. Zira Müslümanların kalbinde Filistin duyarlılığı hala canlılığını koruyor. Son yaşanan krizde, Filistinli Müslümanlar İslam beldelerindeki orduları göreve çağırdı. Yine özellikle Türkiye’den de gerek sosyal medyada, gerekse kimi platformlarda kınama mesajlarından artık gına geldiği ve daha fazla tepki gösterilmesi dillendirildi.
Ama, fakat, maalesef…
İslam beldelerindeki yöneticiler ise bu eylemlerin dozajını düşürmeye, tepkileri yanlış yöne yönlendirmeye ve biran önce sonlanması için uğraş vermeye başlıyorlar. İş yapıyor görünmek için hemen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nı devreye sokuyorlar. İsmi ile müsemma olmayan bu teşkilat, toplumların tepkilerini düşürmek ve böyle bir krize güya sessiz kalmamak için toplanıyor, yiyip içip “kınayıp” dağılıyor. Hâlbuki bu yapı altında gerek ekonomik, gerek askerî anlamda büyük bir güç olan halkı Müslüman devletler, caydırıcı bu güçlerini ne Yahudi varlığı karşısında, ne de diğer işgalci Batı ülkelerine karşı kullanmıyorlar. Aksine bu güçlerini Batılı efendilerinin hizmetine sunuyorlar. Bu hizmetlerinin karşılığında da o koltuklarda oturuyorlar.
“Dostlar alışverişte görsün” misali toplanan İİT, daha önce hiçbir karşılığı olmayan Filistin toplantılarına bir toplantı daha eklediler. 1 Ağustos 2017 tarihinde Harem-i Şerif’de yaşanan gelişmeleri ele almak üzere İstanbul’da Dışişleri Bakanları düzeyinde “olağanüstü” bir araya geldi. Hâlihazırda 56 üye ülkenin bulunduğu teşkilattan 38 ülke katıldı. Toplantının, dışişleri bakanları düzeyinde toplanması yöneticilerin, Filistin meselesine verdikleri önemi de ayrıca bize göstermektedir. Bazı ülkeler ise bakan yardımcılarını göndererek, seviyeyi daha da aşağı çektiler.
Bilindiği üzere 1969 yılında “İsrail”in Mescid-i Aksa’yı yakmasıyla bu teşkilat kurulmuştu. O zaman da Mescid-i Aksa’da namaz kılınamamıştı. Aradan 50 yıl geçtikten sonra Yahudi varlığı “İsrail”, yine mescidin kapılarına kilit vurdu. Askerlerini kapının önüne dikti. Her zaman olduğu gibi İslam İşbirliği Teşkilatı yine toplandı.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Çavuşoğlu, yürüttükleri çalışmalar neticesinde Yahudi varlığının “aklıselim” bir adım attığını iddia etti. Yahudi varlığının bundan sonra Müslümanların Kudüs ve Harem-i Şerif’le ilgili hassasiyetlerini tam olarak dikkate alan bir tutum içerisine girmesini temenni ettiğini dile getirdi. Çavuşoğlu, eğitimden sağlığa, tarihî binaların restorasyonuna kadar her alanda Kudüs’e omuz vermeyi vazifeleri arasında saydı. “Harem-i Şerif-i, Kudüs’ü ve Filistinli’yi korumak için daha etkin hareket etmeliyiz” diyen Çavuşoğlu, çözüm olarak Amerika’nın iki devletli çözümünün meselenin esası olması gerektiğini belirtti.
Sonuç bildirgesinde ise “Kudüs'teki Filistinlilerin sabır ve gücünü selamlıyoruz”, “İsrail'in son zamanlardaki provokatif eylemlerini “güçlü” bir şekilde kınıyoruz" denildi.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanlığını hangi ülke yaparsa yapsın, yaşanan krizlere ilişkin ortaya konulan hiçbir çözüm olmadığı gibi yapılan açıklamalar da değişmiyor. Sadece sözde kalan bir kınama mesajının önüne “güçlü” yazarak değişikliğe uğrayabiliyor.
Bu toplantıya katılan, yayımlanan sonuç bildirgesine itiraz etmeyen her “devlet”, aslında Filistin topraklarını işgal eden Yahudi varlığına hizmet ediyor. İsmi, “İslam İşbirliği Teşkilatı” olsa da aslında onlar, Yahudilerin işbirlikçileridir. Eğer durum böyle olmasaydı Yahudilerin bunca katliam ve saldırgan tutumlarına karşı harekete geçmeleri gerekmez miydi?
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısı üzerine aşağıdaki hususları vurgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum:
1- Yahudiler, Fransa ve İngiltere’nin yardımıyla Filistin halkını topraklarından sürgün etmişlerdir. Amerika ise para, silah ve uluslararası kararlarla her zaman Yahudi varlığını destekleyerek işgale yardım etmiştir.
2- Filistin meselesi ile alakalı gerek İngilizlerin tek devletli çözümü, gerekse Amerika’nın iki devletli çözümü; ikisi de, Yahudi varlığına meşruiyet sağlamak anlamına gelir. Bu durum aynı zamanda Filistin’in kurtuluşu değil, bitişi anlamına gelir.
3- Filistin’in büyük bir bölümünden vazgeçerek ‘67 sınırları içerisinde bir devlet istemenin anlamı tek cümle ile “Filistin’i Yahudilere peşkeş çekmek”tir.
4- Yöneticilerin, Filistin’de Yahudilere karşı direnişi terör ve şiddet olarak ifade etmesi, Yahudi varlığının saldırı ve katliamlarını direniş ile eşdeğer tutması onları Yahudi işbirlikçisi yapar.
5- İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı gösterdi ki; Yahudiler için Filistin’den, Mescid-i Aksa’dan ve Filistin halkından tamamen vazgeçilmiş.
6- İslam Ümmeti İslam coğrafyasında yaşanan elem ve acılara karşı kılını kıpırdatmayan ancak efendileri çağırdığında süratle ordularını harekete geçiren bu yöneticileri asla unutmayacak.
7- Mescid-i Aksa 1.7 milyar Müslümanın onuru ve namusudur. Ancak İslamî beldelerdeki yöneticiler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü onur ve namusa böyle sahip çıkılmaz!
8- Mübarek topraklar, işgalin gölgesi altında kendisini turistik amaçla ziyaret edecek kimseleri beklemiyor.
9- Filistin halkı, "Osmanlı İmparatorluğu'nun günleri çoktan bitti. Yahudi halkının başkenti Kudüs’tür ve öyle de kalacaktır" diyen Yahudi Dışişleri Bakanı’na, Osmanlı’nın bitmediğini gösterecek ve Yahudilerin pisliğinden dünyayı kurtaracak, Allah için kanını ve canını verecek fatihleri bekliyor.
10- Kâfirler ve münafıklar istemese de Allah Subhanehu ve Teâlâ, nübüvvet metodu üzere kurulacak Râşidî Hilâfet Devleti eliyle, işgal altındaki Filistin’i ve diğer İslam beldelerini kurtarmayı şerefli bir Halife’ye ve onun ordusuna nasip edecektir.