Türkiye’de hiçbir fikri ilerleme olmaksızın elde edilen birtakım maddi ilerleyiş, gayri safi milli hâsılanın %200 civarında artırılması, hizmetlerde yapılan yenilikler, vs. konuları günümüz aydınlarınca olumlu gelişmeler olarak ele alınıp neredeyse Türkiye’nin süper devlet olduğu kanısını halka enjekte etmekteler. Kapitalizmden tiksinen halklar yeni fikir ve yenidünya görüşleri ararlarken bu kendini aydın zanneden zevat ömrünü geyik muhabbetiyle geçirip her şeyi güllük-gülistanlık gösteriyorlar. Kapitalizmden tiksinen halklar yalnızca Ortadoğu ve Arap halkları değil üstelik ABD, İspanya, Yunanistan ve birçok kapitalizmi kucağında büyütmüş Avrupa halkları ve buna Türkiye halkı da dahil. Dünyanın en pahalı benzinini kullanan ve cebine göz dikilmiş kaz yerine konan bu halkın bu iğrenç sistemden memnun olduğunu kimse söyleyemez ancak sermaye sahipleri hariç. Dünya halkları bu sistemden bıkmışken Türkiye’nin bu sistemi makyajlayıp yeniden halkının önüne koyması ve üstelik yeni bulunan bir sistemmiş gibi başka ülkelere model olmaya çalışması ne kadarda tuhaf değil mi? Hal bu iken Suriye halkının mübarek İslami çabalarına engel olmaya çalışmak sözüm ona aptallıktan başka bir şey değildir.
Hayata bakış açısı olmadan olayları sathi düşüncelerle değerlendiren bu aydın kılıklı zevat bu iddiamızı duysa -yani Türkiye’nin Suriye halkının yanında olmadığını- bizi aynı sathi düşünmekle itham ederdi eminim. Çünkü onlar Türkiye’nin Suriye halkı yanında olduğunu vehmediyor, çünkü onlar görünenden başka bir şey göremiyorlar. Ve buda sanırım hayata bakış açılarıyla ilgili. İstisnaları mutlaka vardır ama bu söylediklerimden İslamcı geçinen aydınlarda ne yazık ki hali değiller. Bu serzenişle birlikte sözü getirmek istediğim husus anlaşılacağı üzere 04.10.2012 tarihinde gece yarısı TBMM de çıkartılan Suriye tezkeresi konusudur. Birçok meselede olduğu gibi halkı bu hususta aydınlatması ve gerekli tavrı ortaya koyması için yol göstermesi gereken aydınlar derinlikten oldukça yoksun yorumlar yaptılar, bunu geçimlerini sağlayan bir malzeme olarak ele almaktan öte gidemediler. Kimi aydınlar Türkiye’nin Suriye’ye girmesini –sanki şimdi girip Esed’e karşı savaşılacakmış gibi- haklı ve gerekli görürken, kimi aydınlarda savaşa girilmesini yanlış ve gereksiz buldu. Fakat hakkını yemeyelim birkaç araştırmacı yazar en azından bu hususta doğru analizler ortaya koydu ancak onlarda İslami akideden hayata bakmadıkları için olumlu bir politika olduğunu söylediler. İsmi bahis değil bu birkaç kişi dinin hayata karıştırılmaması gerektiğine inandıkları için AKP iktidarının bu politikasını yerinde buluyordu ki bu yorum özetle; “tezkerenin amacının Esed sonrası oluşacak boşluktan radikal İslamcı gurupların faydalanmaması ve Suriye’de dini bir oluşuma anında müdahale edilmesi için olduğu” şeklindeydi.
Laiklik fikri ile yoğrulmuş bu isimlerle yan-yana gelmekten hoşlanmam ama üzerinde düşünülmesi gereken en gerçekçi ve isabetli olan yorum budur. Fakat belirtmek isterim ki biz fikir ve analizlerimizi başka yorumlardan veya görüşlerden yola çıkarak değil İslam’ın bize kazandırdığı değerler, ölçüler ve hayata bakış açısından yola çıkarak yaparız. Zaten bu hususları yeni ortaya koymuş değiliz. 19 aylık bu Suriye konusunda son 19 sayımızı takip eden bunu görür. Şimdi bu görüşlerimiz çerçevesinde yeni bir durum olan Suriye tezkeresini yorumlamaya ve amacının ne olduğuna, ne olmadığına ve halkımızın bu konuda ne yapması gerektiğine dilimiz döndüğünce değinmeye çalışmak istiyorum.
Bu tezkerenin amacının ne olduğundan daha çok ne olmadığı üzerinde durursak sanırım hem ulaştığımız sonuç doğru olur hem de vakıalar arasında okurlarımızın bağlantı kurmasına yardımcı olmuş oluruz. Buradan hareketle birincisi: bu tezkerenin amacı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğini ve sınırlarını muhafaza etmek için olmadığını emin bir şekilde söyleyebiliriz. Zira sınırları muhafaza etmek ve egemenliğe karşı yapılan saldırıları bertaraf etmek tezkereyi gerektirmeksizin değişen angajman kuralları çerçevesinde sağlanabilecek bir husustur. Nitekim Akçakale’ye düşen top mermisinden dolayı daha henüz ölü-yaralı sayısı bilinmeden anında karşılık verildiğini bizzat başbakanlık açıklamıştır. Aynı gün daha henüz tezkere çıkmadan gece boyunca Suriye’de belirlenen hedeflerin vurulduğunu da angajman kuralları çerçevesinde yapıldığını biliyoruz. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarımıza bir saldırı olduğunda saldırganlara karşı sıcak takip hakkını kullanarak Suriye içine doğru girmesi bile mümkündür. Tıpkı tezkere olmadan Irak topraklarına (kandile yapılan operasyonu kastetmiyorum) girdiği gibi. Bunun gibi olayın üzerinden 1 hafta geçmesine rağmen sınır ihlallerine ve Türkiye topraklarına düşen top mermilerine karşı tezkere kapsamında değil angajman kuralları çerçevesinde misliyle karşılık verilmeye devam ediliyor.
Şu halde açıktır ki tezkere Akçakale’ye düşen ve 5 kişinin ölümüne, 10 kişinin yaralanmasına sebep olan top ve havan mermileri sonucu çıkartılmış değildir. Önceden planlanmış, uygun zamanın beklenmesine geçilmiş ve oluşan fırsat sonucu tezkere alelacele TBMM’ye getirilmiştir. Bu aceleden olsa gerek yazılan tezkere metninde “Ülkemiz topraklarına yönelik söz konusu saldırgan eylemler silahlı saldırının eşiğindedir.” ibaresi tehdit değil fiilen saldırı olduğu halde çelişkili bir ifade geçmiştir. Halkımızda milli duygularında okşanmasıyla tepki olmasın düşüncesiyle uçak düşürme krizinde kaçırılan fırsat bu kez iyi değerlendirilerek anında bir oldu-bitti ile tezkere çıkarılmıştır. Üstelik bu tezkerenin amacını hemen bir savaşa girilmesi demek olmadığını, bilakis gerektiğinde kullanılmak üzere çıkartıldığını AKP kadrolarından pek çok isimde açıklamıştır. Tabi hükümetin her sıkıştığında zor gün dostu olan MHP’nin de milli duyguları harekete geçirmeden destek vermesi tabanı açısından izah edilemezdi.
İkincisi: Suriye halkına yardım etmek, yani Esed’i askeri operasyonla devirip yönetimi halka teslim etmek için de değildir bu teskerenin amacı. Çünkü muhaliflerin Esed’i düşürmesi için böylesi askeri bir operasyona ihtiyacı yoktur. Ellerine sadece uçaksavar ve tanksavar gibi birtakım ağır silahların verilmesi yeterlidir. Bu tespiti ben yapmıyorum fakat Özgür Suriye Ordusu Türkiye temsilcisi Halit Hoca geçtiğimiz günlerde arka-arkaya katıldığı iki programda “ Türkiye’den beklentiniz nedir?” şeklindeki soruya; “ Esasen Suriye halkı ilk başlarda Türkiye’den çok şeyler bekliyordu. Ancak uzayan süreç içinde Esed’i dışarıdan yardım alarak değil kendi başına devirme kararı aldı ve bunu büyük ölçüde başardı. Karadan biz birçok yeri ele geçiriyoruz fakat Esed hava hakimiyetini elinde bulundurduğu için halkın üzerine varillere doldurulmuş TNT bombaları atıyor… Şimdiye kadar Türkiye bize silah dışında lojistik destek verdi. Bizim tek ihtiyacımız olan şey uçak ve tanklara karşı koyabilecek silah veya havaalanlarına hava operasyonu yapılarak Esed’in hava gücünün kırılması. (Ali Kırca Show TV.) şeklinde cevap verdi. Şuan hatırlamadığım Ali Kırca’nın programına gelmeden önce katıldığı programda da buna benzer cevaplar verdi. Ayrıca bunu teyit eden bir husustur, geçtiğimiz Cuma eylemine Suriye halkı “Açıklama değil, silah istiyoruz” Cuması ismini verdiler.
Suriye halkına yardım etmek gibi bir derdi olan Libyalı muhaliflere sağladığı birkaç uçaksavarı acaba neden Suriyeli muhaliflere sağlamıyordu? Hem bu savaşarak Esed’i devirmekten daha kolay değil miydi? Türkiye şimdiye kadar Suriye halkına tek bir kurşun dahi vermiş değildir. Ayrıca Suriye meselesini bir dış mesele olarak değil bir iç mesele olarak gördüğünü söyleyen Erdoğan 30 bini aşkın insanın şehit edilmesine rağmen şimdiye kadar hiçbir somut adım atmamışken şimdiden sonra ne değişti de Suriye halkına yardım edecek? İlginçtir ki Bülent Arınç daha iki ay kadar zaman olan ABD seçimlerinin ardından Suriye konusunun netleşeceğini açıkladı. Yani bu Suriye rejimine en az iki ay daha zaman kazandırmaktan başka neyi ifade ediyor? Tabi birde AKP iktidarının ABD’ye endeksli olduğundan başka? Ya da Erdoğan’ın belirlediği bir rakamı mı var da Esed güçleri o rakamdan fazla insan katlederse müdahale edilecek.
Üçüncüsü: bu tezkere Suriye’de sona yaklaşıldığı ve Esed’in devrilmesiyle birlikte oluşacak boşluktan faydalanarak kuzeyde bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi için de değildir. Çünkü her defasında demokratik yollarla olduğu müddetçe Suriye halkının kendi kararını kendisi vereceğini söyleyen bizzat Erdoğan’dır. Üstelik böyle bir ihtimalde söz konusu değildir. Zira kuzey bölgesinde muhaliflerin hâkim olmasından dolayı bir boşluk olmayacağını herkes biliyor. Hem Irak kuzeyinde kurulan bir Kürdistan’ı merkezi yönetimi ile sıkıntılı olduğu halde tanıyarak elçilik açan ve hatta Barzani’yi kongreye davet ederek Kürt sorunun çözümünde ortak hareket edeceklerini gösteren Erdoğan değil midir? GOP eş başkanlığını yapan ve bu proje çerçevesinde Diyarbakır’ın bir merkez olacağını söyleyen Erdoğan değil midir? Dolayısıyla Suriye kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması en azından yakın gelecekte gözükmemektedir.
Tezkerenin amacının ne olmadığının örneklerini daha da çoğaltmak mümkün ancak kayda değer olan bu üçüyle yetineceğiz. Zira halk nezdinde oluşturulmaya çalışılan imaj bu üç hususla sınırlı kalmaktadır. Bu argümanlar kullanılarak çıkartılan tezkereye meşruiyet kazandırmaya çalışılmaktadır ki tezkere ne amaçla kullanılacaksa halk milli ve manevi bu değerler için kullanıldığını zannetsin. Yoksa Erdoğan sanıldığı gibi Osmanlı torunu Erdoğan değildir, bir kadının feryadı üzerine orduları harekete geçiren Mutasım değildir. Suriyeli kız çocuğunun feryadına rağmen tarih Erdoğan aramızdayken Suriye halkının katledildiğini çoktan yazmıştır ve yazmaya da devam ediyor…
Tezkerenin amacının ne olduğu hususu ise yeni söyleyeceğimiz bir şey değildir. 19 aydır tüm engelleme teşebbüslerine rağmen çeşitli vesilelerle söyledik. İster tezkerenin amacı olsun ister Suriyeli muhaliflere silah verilmemesi olsun isterse de sürekli Esed’e zaman kazandırma çalışmaları olsun hepsi Esed sonrası Suriye’de oluşacak olan sistemle alakalı. Yani gizli ve açıktan Esed’in yanında yer alan bütün dünya devletlerinin korkusu Suriye halkının taşıdığı tevhid bayraklarında, Cumalara taktıkları isimlerde ve attıkları sloganlarda saklıdır. Suriye halkının İslam Hilafetini tekrar kurmak istemeleri ve hiçbir ajanın demokrasi palavralarına inanmamaları bu devletlerin Esed’in ömrünü uzatma çalışması yapmasını gerektirmiştir. Yoksa Esed’in kara kaşına, kara gözüne hayran olan kimse yok.
İşte bu korku kâfirlerin ve uşaklarının Suriye üzerine bin bir plan yapmalarına sebep olmaktadır. Suriye halkının gün-gün hedefe yaklaşması eski planların suya düşmesine dolayısıyla yeni planlar yapmalarına sebep olmuştur. Bu planları daha önceki sayılarımızda işlediğimiz için burada gerek görmüyorum. Fakat son planı kısaca hatırlatmak isterim ki oda ABD’nin Suriye’de Baas rejimini koruyarak ve ordu dağılmadan tam son anda askeri müdahalede bulunup 2 yıla yakındır sarf edilen halkın emeğini yok sayarak sanki Esed’i kendisi devirmiş gibi Suriye’nin geleceği hakkında söz söyleme hakkına sahip olmak istemesi. Ki buda kanımca ABD başkanlık seçimlerinden sonra yapılması düşünülüyor. Fakat ABD bu defa bu hususta Türkiye’nin başını çektiği bir operasyon düzenlemeyi hedefliyor. Böylece işgali meşrulaştırmış ve kâfirlerden ziyade Türkiye’nin söz söyleme hakkının olması daha öncelikli olduğu tasarlanmıştır. Zira Müslümanlar şimdiye kadar kâfirlerden direkt olarak laiklik ve demokrasiyi almamış ancak satılmış hain yöneticiler elinden almıştır. Ayrıca Suriye’nin Türkiye ile büyük bir kara ve deniz sınırına sahip olması bu işte Türkiyesiz olmayacağını zaten göstermektedir. Yoksa ‘İsrail’ üzerinden böyle bir operasyon İslam’a yapılmış bir operasyon algısı oluşturacağından hiç düşünülmemiştir bile. Lübnan ve Ürdün zaten stratejik yetersizliğinden ve halklarının Suriye halkı ile bütün gibi olmasından dolayı imkânsızdır. Irak ise daha kendilerine getirilen demokrasiyi hazmedememişken Suriye’ye Irak üzerinden demokrasinin deklare edilmesine müsaade etmeyecektir. Geriye zaten demokrasiye karşı çıkmayan halkı bulunan Türkiye kalıyor ki Hilafetin engellenmesine de karşı çıkmayacaktır diye düşünülmüş olabilir.
Toparlayacak olursak: Türkiye Suriye muhalefeti Esed’i devirme safhasına geldiğinde Esed’i düşürme bahanesiyle Suriye’ye askeri olarak girip yapılan devrime “Hilafet istemeyin” şerhi düşmek için şimdiden buna imkân tanıyan tezkereyi TBMM’den çıkartmıştır. Buna daha önce yapılan “Suriye’de dini bir oluşuma asla müsaade etmeyiz” açıklaması da işaret etmektedir. Nitekim Erdoğan Suriye ile ilgili her konuşmasında “Demokratik yollarla” şerhini altını çize-çize düşmektedir. Fakat bütün bunların olabilmesi için öncelikle Türkiye halkının Suriye’de ki durumu bilmemesi, yani Suriye halkının Hilafet istediğini bilmemesi gerekiyor. Dergimizin geçen ay 15 ilde, 17 noktada gerçekleştirmek istediği konferans serilerini devlet yetkililerinin engelleme çabalarını da biz buraya bağlıyoruz. Böylece AKP iktidarının gerçekten Suriye halkının yanında olmadığını anlamış bulunuyoruz.
Sonsöz olarak deriz ki; daha önceki planlarını Allah *Celle ve Celaluhu’*ın yardımıyla Suriye halkı keşfedip oyunlara gelmediği ve ajan alternatifleri istemediği gibi Türkiye halkını bu hususta kandıramayacak ve gerekli kamuoyunu oluşturamayacaklardır. Zira bu kıyama Allah yardım ediyor ve Allah’ın da mutlaka planları vardır. Hilafeti bu ülkede kaldıran laikler Suriye’de kurulmasını engelleyemeyecekler. “Şüphesiz Fir’avn o yerde büyüklendi, halkını fırkalara ayırdı ve onlardan bir gurubu zayıflatıyor, oğullarını kesiyor ve kadınlarını sağ bırakıyordu. Gerçekten o bozgunculardan idi. Biz de yeryüzünde mustazaflara lütufta bulunmak, onları liderler kılmak ve onları mirasçılar kılmak istiyorduk”(el-Kasas 4/5).
Öyleyse mesele tezkereye karşı olmak ya da destek olmak meselesi değildir ki halkımıza bu iki seçenekten birini gösterelim. Tezkere Suriye’ye hemen şimdi girip Esed’i devirerek yönetimi Suriye halkının istediği parti ya da kişilere bırakılacak olsa tüm gücümüzü harcayıp Türkiye Cumhuriyeti'ye destek olmamız gerekirdi. Lakin Türkiye Cumhuriyeti'nin Hilafeti kaldırdığı gibi bu tezkere de yine 3 Mart 1924 tarihine benziyor ve Türkiye Cumhuriyeti yalnızca kendi sınırları içinde Hilafet isteyenlere operasyon yapmakla yetinmiyor, sınırları dışına da karışıyor. Ama bu ümmet içinde Şeyh Saidler henüz bitmedi… Selam ve dua ile.