Suriye ordusunda 13 yıl görev yapan bir polis, gözaltındayken sistematik işkenceyle öldürülen 11 bin kişinin 55 bin kare fotoğrafını dışarı sızdırdı. Fotoğraflarda kurbanlara elleri ve ayakları bağlıyken işkence yapıldığı, tel, ip ve hatta araçlardaki triger kayışına benzer cisimlerle boğulduğu, açlığın bir işkence yöntemi olarak kullanıldığı görüldü. Bu durum Esed rejiminin vahşilikte ne denli sınır tanımadığını bir kez daha ortaya koymuş oldu.
Hapishanede yapılan işkence görüntüleri, yine devrime öncülük edenlerinde bu hapishaneleri görmüş olmaları, mübarek Şam ayaklanmasının nasıl başladığına yönelik bize bir fikir verebilir.
Hafızalarımızı şöyle bir yenilersek, Suriye’de ki ayaklanma başlama emareleri gösterdiğinde herkesi bir telaş sarmıştı. Kimileri Esed’in babası gibi olmadığını, kimileri Suriye halkının Esed’i sevdiğini, kimileride “lider” devrimi yönetebilendir, diyerek mesaj gönderiyordu.
Suriye’de ki devrim ilk başladığında ABD ve bölge devletleri çok rahatsız oldu. Esed’e zaman üstüne zaman tanıdılar. İstediler ki Esed, devrim henüz daha beşiğinde iken onu diri diri gömsün.
Ama olmadı!
Sonra devrim, Allah Subhanehu Ve Teala’nın lutfu ile tekbirlerle, şehidler vere vere büyüdü ve serpildi. Ölmüş olan hücreleri tekrar canlanarak vücudunu kendi iradesiyle hareket ettirmeye başladı. İslam bayrakları ve sancakları Şam semalarında görülmeye başladı. Kısa bir şaşkınlık yaşayan Batı ve bölge devletlerinin uykuları kaçtı ve bir bir kulaklarına fısıldamaya, tuzaklar kurmaya başladılar.
Yine hatırlayın Birleşmiş Milletler gözlemci heyeti göndermişti. Sözde bunlar, Esed’in katliam yapıp yapmadığını inceleyecekti. Suriye sokaklarında dolaşırken baktılar ki, insanlar Hilafet sloganları atıyor ve Hilafet Devleti talep ediyorlar.
Yani demokrasi falan istemiyorlar.
Birleşmiş Milletler heyeti bunu rapor etmiş olacak ki, Batı ve bölge devletlerini tekrar bir telaş kapladı ve devrime nasıl kumpas kurarız, nasıl çalarız plan üstüne plan yapmaya başladılar.
İlk olarak ABD devrime gem vurması için Türkiye'yi sahneye sürdü. Türkiye’nin desteği ile SUK kuruldu. Ancak SUK ile Suriye içerisinde ki yapıların kimyaları birbiri ile uyuşmuyordu.
SUK; laiklik- demokrasi derken, Suriye halkı İslam diyordu.
Bu durumla alakalı Burhan Galyun “sorun, Suriye halkının problemin çözümünü İslam’da görmesinde yatıyor” diyordu.
Böylece SUK planı tutmadı ve Suriye’de “otel devrimcileri bizi yönetemez” şeklinde sloganlar ve pankartlar taşındı. Bunu gören Amerika, “Suriye Ulusal Konsey’in Suriye içerisinde meşruiyeti yoktur” dedi ve Doha’da SMDK’yı kurdu.
Bu plana göre Amerika, siyasi Muhalefeti SMDK altında toplayacak, Askeri Muhalefeti ise İdris Selim liderliğinde Yüksek Askeri Konsey’in altında toplayacaktı.
Ama bu da olmadı.
Koalisyon daha kurulur kurulmaz “Halep Bildirisi” diye bildiğimiz Suriye içerisinde ki gruplar açıklama yaptı. Koalisyonu, tanımadıklarını beyan ettiler. Böylece hem Koalisyon hem de Yüksek Askeri Konsey her geçen gün kan kaybederek kan kaybından öldü.
Türkiye’nin devrimi kuşatmakta ve gem vurmakta başarısız olması üzerine ABD, bölgedeki bir diğer aktif kartı olan İran rejimine sığındı. Bu rejimin, ümmetin Hilafet projesi ile kalkınmasına olan düşmanlığı, İran, Irak ve Lübnan'daki kuvvetlerini devrimi boğmak ve yok etmek için kullanmaya sürükledi.
İran ve Hizbullah Suriye’de ki,”mukaddesatı” korumak için Suriye’ye gittiklerini ifade ediyorlardı. Savaşta, parmakları tam olarak ortaya çıkmasıyla birlikte tekfircilerle, dışarıdan gelen teröristlerle savaşıyoruz bahanesine sığındılar. Onların bu açıklamalarının ardından Amerika Şiileri tekfir eden grupları esas alarak Şam devriminin Sünnilerle Şiiler arasında düşmanlığı tetiklediği iddiasıyla Şam devriminin görünümünü tersyüz etmeye çalıştı.
Gerçek ise tartışmaya yer bırakmayacak şekilde göz göre göre onların yalan söyledikleridir. Onlar gerçek konumlarını perdeleyebilmek için bu gerekçelere dayanmaktadırlar. Hakikat, bölgedeki hegemonyasını yerleştirmek ve Şam'da Hilafet Devleti'nin kurulmasını engellemekti. Bu hususta ise tümüyle dostluklarını gösterdikleri Amerika'nın desteğini almakta ve yardımlaşmaktadırlar. Onlar herkesten daha iyi biliyorlar ki Beşşar rejimi ve Şebbihalarının suçları dünyada eşi benzeri bulunmayan suçlardır. Yine onlar tekfircilerle savaşmadıklarını da biliyorlar. Onlar istisnasız bir şekilde Suriye'de bulunan tüm İslami akımlarla savaşıyorlar ve onlara göre Suriye devriminde İslam bayrağını kaldıran herkes tekfircidir.
Amerika İran ve Hizbullah’ın da bir çözüm olmadığını, her geçen gün rejimin kan kaybetmeye devam ettiğini gördü. Bu arada da Koalisyon istediği kıvama geldi ve Cenevre 2 için şartları oluşturmaya başladı. Esed rejiminin varil bombaları ile yaptığı katliamlara sessiz kaldı. Böylece Cenevre 2’de çıkacak plana razı edecekti.
Cenevre 2’de amaç, Amerika’nın nüfuzunu devam ettirecek yeni bir yönetim kurulacak ve Beşşar’ın yerine yeni bir Beşşar gelecek. Nitekim Koalisyon Laik Cumhuriyet gibi Beşşar’ın takip ettiği hedeflerin aynısını dile getirmektedir. Füzeler, varil bombaları hatta kimyasal silahlar ile kanlar akıtıldı, evler yıkıldı, canlar katledildi, taş taş üstünde bırakılmadı, yanı sıra kundaklama, yağmalama ve tecavüzler oldu. Buna rağmen Koalisyon bunları istismar ederek, zalim rejim ile diyalog yapmaya ve yönetimi paylaşmaya razı oldu. Türkiye’de bu durumu destekledi.
Suriye’de ki polisiye rejimin yaptıklarına tüm insanlık şahit oldu. Şayet tüm bunlar canlı görüntüler olarak dünyaya yayılmasaydı Amerika Esed ile her türlü devam edecekti. Nitekim Hama katliamı ve Suriye cezaevlerindeki görüntülerden ve yaşananlardan kimsenin haberi yok muydu?
Elbette ki vardı!
Ancak Suriye zindanlarında sistematik bir işkence yürütülürken Esed ile dostluklar geliştirilebiliyordu.
Batı ve bölge devletleri Suriye’de yaşananlardan dolayı bu vahşete ortaktır. Çünkü onlar Suriye’de ki ayaklanmayı Uluslar arası sisteme karşı bir tehdit olarak görmektedir. Bu yüzden Esed rejimine katliam yapması için zaman üstüne zaman verdiler.
Şimdi de sözde katliamları durdurma kılıfı altında Beşşar’ın yedeğini seçmek için Cenevre 2 yapılmaktadır.
Son söz olarak;
Amerika, kurduğu diğer tuzaklar gibi bu tuzakta boşa gidecektir.
Yayınlanan 55 bin fotoğraflar, dünyayı mutlu etmek için çıktığı iddiasında bulunan demokrasinin, öldüğünün fotoğrafıdır.