
İktidar olabilmek veya iktidarda kalabilmek için Batı'nın yörüngesinde dönmenin elzem olduğuna inananlar… Sömürgeci dünya düzeniyle yanaşık düzen içinde yürümenin hikmetin, bilgeliğin, dahiliğin ve liderliğin şanından olduğunu düşünenler… İnanç ve ilkeleriyle değil, zamanla içinde bulunulan koşulların iyileşeceğini düşünenler.. Zamana, uğrunda inanç ve değerlerden vazgeçilebilecek kutsallık atfedenler… Zaman, siyaset ve siyasi tarihin acı gerçekleriyle er yada geç yüzleşecekler. İmam Şâfiî’ye “Zaman kılıç gibidir, sen onu kesmezsen o seni keser” sözünü söyleten, benzer acı gerçeklere dair gözlemleridir.
Batı, özellikle İslam dünyasıyla ilişkilerini denklik değil sömürgecilik üzerine kurar. Bunun için ilk günden itibaren ekonomilerini, güvenliğini ve tüm hareket alanlarını kontrol altına alan anlaşmalarla ve kurumlarla iktidarları yörüngesinde hareket eden uydular haline getirir.
Batı ve küresel kurumları, hayır kurumları değildir. İlişki kurduğu ülkeleri iliklerine kadar sömürür. Bunun için strateji geliştirir ve bunu sağlayacak kahramanlar üretir. Hiçbir insani, ahlaki, ruhi değere bağlılık duymaz. Maddi değerden başka değer tanımaz. Ve o maddi değeri elde edinceye, kökünü kurutuncaya kadar toplumları sömürür.
“Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından dahi seni alıkoyma çabalarından sakın!” buyruğuyla Rabbimiz Müslümanları, başka milletlerin tahakkümüne kapı aralayacak yönelimlerden sakındırmıştır. “…onların (sömürgecilerin)” arzuladığı şey; servetleri kurutana kadar sömürebilecekleri, yeraltı kaynaklarını Batı’ya transfer edebilecekleri, limanları ve rant alanlarını işletebilecekleri yasaları çıkarmanız, liberal politikaları uygulamanızdır. Kitâb-ı Hakîm’in bizden istediği; İslam’ın bir hükmünü dahi uygulamaktan alıkoyma çabalarından sakınmak. Sömürülmekten, egemenlik haklarının ihlali anlamına gelen BM ve Arap Birliğine dönmekten, uluslararası toplumun parçası olmaktan sakınmaktır.
Şeytan ise tam tersini, dünyayla uyumlu, entegre ve uygun adım halinde olmanızı telkin eder. Uygun adım içinde yürüyerek devletinizi (Trump’a göre) yapılandırdığınızda, her geçen gün bağımlılığı derinleştirir ve ancak yanaşık düzen içinde yürüdüğünüz sürece muhatap alınırsınız (“Büyük adamsın, desteğimiz seninle olacak” der). Aslında muhatap alınma, uluslararası düzen içinde kafese alınmadır…
Batı’nın, tüm mafsallarına kadar devletlere tahakkümünü sağlayan paket programların uygulandığı kurucu iktidar aşaması, baş döndürücü diplomasi trafiği eşliğinde tutsaklığın kurumsallaştırıldığı aşamadır. Bu aşamanın, Müslüman yurdunda; İslami yönetime giden yolun ilk aşaması olarak sunulması, ilk defa kafes içine alınan aslanın ihtiyaç duyduğu sakinleştiricinin verilmesidir. Bu sakinleştiricilerle sürecin “suhuletle” atlatılmasına en çok sevinen, aslanı kafesleyenlerdir. Zira uydu, tekrar yörüngesine döndürülmüştür. Tam da bu an, bir uydu devletin yeniden yörüngesine döndürüldüğü an, eksen devlet için sevinç çığlıklarının atılacağı andır. Tom Barrack bu çığlığı atmıştır: “Suriye bizim tarafımıza geri döndü!” Bu, bir sevinç çığlığıdır. İlginçtir, bu devrim, eski Amerikan başkanı Obama’ya “saçlarımı ağarttı” dedirmişti. Amerika’yı bu çapta tedirgin eden, Suriye uydusunun -beraberinde tüm bölgenin- yörüngesinden çıkması endişesiydi. Saçları ağartan devrim sürecinin manipüle edilmesinin ardından uydusunun tekrar yörüngesine dönüşü, Tom Barrack’ın sevinç çığlıklarıyla kutlandı: “Suriye bizim tarafımıza geri döndü.”
Bu ve benzeri sevinç çığlıkları, beyanatlar ve pratiklerin, halkta neden olduğu rahatsızlıkları restore etmek için Irak’ta, Afganistan’da veya Gazze’deki katliamların terör olduğunu söylemeniz, Amerika’yı rahatsız etmez. İran’ın “Büyük Şeytan” gibi daha yüksek tondaki yakıştırmalarından buna alışkınlar. Hatta bu replikler, İslam alemindeki yönetimlerin ihtiyaç duyduğu “meşruiyet”e katkı sağlıyorsa Amerika buna katlanmayı tercih eder. Amerika daha ziyade uluslararası anlaşmalardan oluşan bir dizi paket programla aslanın kafese alınmış olmasıyla ilgilidir. Hatta bu tür kükremeler, geniş kitleler nezdinde ilişkilerin restorasyonu için gereklidir de.
Bu kükremeler, günün sonunda halkın rahatsızlığını da gidermez. Çünkü halk aptal değildir; daha dün “terörist” dediğiniz devletin oluşturduğu “Uluslararası Koalisyon”a katıldığınızı bilmektedir. Irak, Afganistan ve Gazze’den sonra şimdi kendi ülkesinde sizin de eşlik ettiğiniz “terör” operasyonlarına devam ettiğini görmektedir. Keza Yahudi varlığının gün aşırı Suriye topraklarında estirdiği terörü sadece izlediğinize şahit olmaktadır.
Bu gerçekler, bittiğini ilan ettiğiniz devrimin elbisesine bürünerek de örtülmez. İnsanların hayal kırıklıkları ve rahatsızlıkları ilk raşit halifenin “Allah’a itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz, O’na isyan ettiğimde bana itaat yükümlülüğünüz yoktur” ifadeleriyle de giderilmez. Çünkü Şam halkı İslam kültüründen habersiz değildir. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh’ın İslam’ın tek bir hükmünden dahi vazgeçmediğini bilmektedir. Halbuki siz bu konuşmayı yaptığınız günlerde, Suriye’nin petrol ve gaz sahalarını Amerikan enerji şirketi Conoko-Philips’e veren bir anlaşmaya imza atarak, hem Allah’ın bu konudaki emrini çiğneyerek O’na isyan ettiniz hem de kapitalist politikalarla halkınızı bu zenginliklerden mahrum bırakacak tehlikeli bir adım attınız. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh ise “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e verdikleri bir oğlağın yularını dahi benden esirgerlerse onlarla savaşırım!” diyerek, ümmetin hakkı olan mali kaynakları korumuştu. Siz, ümmetin servetlerini Amerikan, limanlarını Fransız şirketlerine veriyorsunuz. Kaldı ki, Ebu Bekir RadiyAllahu Anh’ın malum hutbede irat ettiği sözleri; -İslam dışı yasalar ve uluslararası sözleşmelerle vesayet altına alınma girişimlerine karşı- bir iktidarın sine-i ümmete dönerek meşruiyetini Allah’a itaatten, gücünü beyat sözleşmesine bağlılıktan alması gerektiğine işaret eden sözler olarak anlaşılmalıdır.
Son olarak, sömürgeci devletlerin ülkeleri tahakküm altına alma araçları olan paket programların (yasalar, politikalar ve uluslararası sözleşmeler) bir bir hayata geçirildiği “zaman”ı, sihirli bir sözcük gibi kullananlar, İmam Şafii’nin sözünü tekrar düşünmeliler: Her geçen gün seni bağımlılık cenderesine alan şu zamanı kesmezsen, zaman seni keser.





