Siyaset, Mümkünâtlar Sanatıdır
10 Eylül 2016

Siyaset, Mümkünâtlar Sanatıdır

Bugünün aksine İslam akidesinin yetiştirdiği ilim adamları, siyaseti mümkün olanlarla ilgili bir sanat veya mümkün olanların sanatıdır diye tarif etmişler. Yani siyasi düşünen bir Müslüman için İslam’ın hayata hakîm kılınması ameliyesinde, karşılaşılacak her türlü zorluklar mümkünatlar içerisinde değerlendirilir. İslam’ın özel siyasi mefhumları, siyaseti mümkünatlar sanatı haline getirmiştir. Onun için imkânsız lafzı İslami siyasetin içerisinde barınmaz. O kimse için İslam’ın yeryüzüne hakîm kılması, siyasi bir mefhumdur. Bu zaviyeden karşısına çıkan engellerin hiçbirinin kadri kıymeti bulunmamaktadır.

Öyle olmasaydı, İslam Tarihi’nin hakikatleri bizlere ulaşmadan vakıanın içinde kaybolup giderdi. Ya da İslam Dini vakıanın şekillendirmesiyle Hristiyanlık ve Yahudilik gibi değişirdi. Peygamber efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den, ecdadımıza kadar uzanan İslami otoritenin en önemli misyonu İslam’ı, dünyaya hakîm kılmak ve İslam’ı dünyaya lider fikir yapmaktı. İşte bu mukaddes görevde karşılaşılan zorluklar ve imkânsızlıklar bu ve benzeri İslami siyasi mefhumlarla aşılmıştır. Aksi takdirde İslam, Mekke’de başlayıp, Mekke’nin vakıasına boyun eğip tarih olur ve hayat sahasından yok olur giderdi.

İslam siyasetinin ve siyasilerinin imkânsızlıkları nasıl mümkünata çevirdiği hakikati, Mekke’de başlayıp İslam coğrafyasının sınırları içerisine giren göklerde ve yerlerde olanların hepsinde bütün işlerin Allah'ın dinine döndürüldüğünün şahididir. Tarik bin Ziyad’ın siyasi mefhumunu hatırlayın! Beş bin kişilik ordusuyla, yüz binin üzerinde ki küffar ordusu karşısındaki siyasi mefhumu, İslam’ı yeryüzüne hakîm kılmak için karşısına çıkan tüm imkânsızlıkları, mümkünata çevirmek olmasaydı ne gemileri yaka bilirdi ne de İspanya’nın fatihi olabilirdi.

Eğer Müslümanların siyasi mefhumları bugünkü gibi, şartlar neyse ona göre yaparız anlayışı olsaydı o zaman Müslümanlar şanlı bir İslam tarihine sahip olmayacaklardı. İslam dini bizlere ulaşmayacak, hayatımızın hiçbir alakasında bulunmayacaktı. Peki, bugün niçin İslami bir siyaset ile toplumun değişimi kabul görmüyor. İslami bir siyaseti mümkünatlar içerisinde görmeyen siyasilerimiz, Müslümanlara adres olarak Cumhuriyetin kurucu felsefesi olan laikliği gösteriyor.

Uzun bir zamandır Müslümanlar siyaseti, günlük politikalar, konjonktür ve reel politik kaygılar ile sınırlandırdı. Bu hal“at izinin, it izine karıştığı” yanlış bir hal idi. Çünkü insanı vakıayı inceleme hususunda sınırlandırdığı-uğraştırdığı-zaman kaybettirdiği gibi vakıanın içerisine hapsederek insanların hareket etmelerini sağlamaktadır. Bunun adı vakıacılıktır. Yani sözün özünü söylemek gerekirse; “şartlar neyse ona göre yaparız” anlayışıdır. Kandırılmanın da, kandırılmaya devam edileceğimizin de zemini budur.

Aslını istersiniz Türkiye’de, AKP ve diğer partilerin kandırılmaları da, FETÖ vb. kitlelerin İslami hareket metodundan sapmaları da, Kemalist zümrenin, Müslümanların üzerine baskıcı politikalar uygulatılması da bu bozuk siyasi mefhumun neticelerindendir. İslam’a ve onun tehlikesine ve hayat sahasına dönmesine karşı uyanık olan, sömürgeci kâfirlerin unutulmasıdır. Bozuk bir siyasi mefhuma saplatılıp kaldık. Şartlar neyse ona göre yaparız anlayışıyla, mümkün olanlar neyse o yapılmalı, plan ve stratejilerinde boğulup kaldık.

Bu siyasi mefhumla yola çıkmak, bu mefhumla yolda yürümek büyük yanlıştır. Vakıanın yolunda yürüdükleri için, sömürgecilerin yaptırımlarına bağlı kalmak zorundadırlar. Bunun anlamı; Türkiye’nin, Suriye rejimi dâhil olmak üzere dostlar halkasını genişletmesi ve Suriye’de Esed rejimi ile anlaşmak zorunda kalınmasıdır. Türkiye’nin gece gündüz Suriye’yi bombalayan Rusya ile “Suriye’de terörle mücadele” için işbirliği yapıyor olmasıdır.

Filistin ve Mescidi Aksa’nın gaspçısı Yahudi varlığına, ablukanın kalkması için yalvaran Türkiye’nin, bu yakarışına rağmen abluka kalkmadan yeniden antlaşmalar yapılmasıdır. İngiliz yanlısı ulusalcı yapılar ile ortak hareket edilmek zorunda kalınmasıdır. Yine, zamanında İngiliz yanlısı ulusalcılar ile mücadele edebilmek için ABD yörüngesine girmesi ve benzer sayısız vakıanın içinde kaybolup içinden çıkılamaz bir hale gelmesinin asıl adıdır. Vakıacılık..!

Bugün Müslümanların siyasi mefhumları vakıacılık üzere kurulduğundan dolayı, dostun ve düşmanın kim olduğunu göremezsiniz. Bugün dost olanlar, yarın düşman olur. Yarın düşman olanlar bir gün dost olabilir. Gayenin vakıada tecellisi, hep temennilerde kalan bir dua olarak dile getirilmesidir. Hâlbuki Allah (c.c) dost ve düşmanın kim olduğu hususunda Müslümanlara kati bir siyasi mefhum bildirmiştir.

“…Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.” [Nisa /101]

Bu sebeple “siyaset mümkün olanların sanatı” mefhumu bugün, Müslüman siyasilerin zihninde vakıaya veya durumlara göre şekillenmek demektir. Yaşadıkları-yaşattıkları acı tecrübelerin hiçbir anlamı yoktur. Yaşanılan her şey onlar için vakıanın gereğidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “fabrika ayarlarına dönmeliyiz' demesi, Müslümanların vakıacı siyasetle geldikleri son noktanın içler acısı adresidir. Cumhuriyetin kurucu ilkeleri karşısında, Müslüman fikir adamlarının söyleyecek bir şeyi yok demektir. TV programlarında İslamcılık oynayanların yalpalamak zorunda kalmasıdır. Onlar için topluma İslam’ın hakîm kılınması mümkünatlar içerisinde olmadığı için Türkiye Cumhuriyeti’nin vakıası neyse adreste o olmalıdır.

Siyasi vakıaya göre şekillenmenin sonucu, laik ve demokratik anlayışı daha çok sahiplenmeden öteye geçemeyen, “bindiğimiz dalı niye kesiyoruz” korumacı bir anlayışı herkesin diline pelesenk edilmesidir. İsterler ki herkes, mevcut olan vakıa, duruma ve şartlara boyun eğsin ve mahkûm olsunlar. Laiklikten ve demokrasiden vazgeçmek için çalışmasınlar. Vakıaya veya şartlara veya durumun gerektirdiğine göre hareket etsinler. İslami fikir ve hükümlerine göre insanların işlerini yürütmek ise vakıada mevcut olmayan, şartlara uymayan hayalci veya evhamcı suçlamalar ile imkânsızlaştırılmaktadır.

Hâlbuki İslam, özel ‘’siyasi mefhumları’’ ile siyaseti mümkünatlar sanatı haline getirmiştir. Vakıaya İslam’ın siyasi mefhumları ile bakılmadığı müddetçe, Müslümanlar vakıacılıkla kandırılmaya devam edilecektir. ABD, İngiltere, Rusya ve diğer kâfir devletler, Müslümanlar İslami bir mücadele ortaya koyduğu müddetçe asla İslami siyasetten razı olmayacaklar. Bir yol çizmekten, adres göstermekten aciz kalan siyasiler, "Siyaset ve din bir arada bulunamaz", "Siyaset vakıaya ve şartlara uymak, vakıanın gereklerine teslim olmayı gerektirir. Çünkü vakıa ve şartları değiştirmek mümkün değildir." Bozuk siyasi mefhumlarını düzeltmedikçe, İslam’ın hareket metodundan sapan AKP, FETÖ vb. kitleler tarafından kandırılmaya devam edileceklerdir.

Bizim derdimiz, İslam’ı yeryüzüne hakîm kılmak! Küffarın derdi ise, İslam’ı yeryüzüne hakîm kılmamak! Bugünün devlet adamlarının ve siyasilerinin kandırılmamaları için İslam’a ait siyasi mefhumlara ne kadar çok ihtiyaçlarının olduğu ortadadır. İslam’ın siyasi mefhumları ile baktıkları zaman, mümkün olmaz olarak gördükleri İslami çalışmanın mümkün olmaya başladığını görecekler. İslam’ın özel siyasi mefhumları ile siyaseti mümkünata çeviren bir devlet adamı Hz. Ali r.a kıssası bu minvalde hepimizin kulaklarına küpe olmalıdır. Siyasi uyanıklık açısından Müslümanlara ders verecek bir önem arz etmektedir.

Bir gün Yahudi sevimli bir kız çocuğu Hz. Ali’yi gölgesine basarak takip etmektedir. Hz.Ali (r.a) kız çocuğu tarafından takip edildiğinin farkına varır ve onu yakalar. Ve sorar; “Beni niye takip ediyorsun…?” Sevimli görülen kız çocuğu der ki ;“Seni çok sevdiğimden ve sana olan hayranlığımdan takip ediyorum” diye cevap veriri. Hz Ali (r.a) kız çocuğunun bütün sevimliğine aldırış etmeden; “Öyleyse söyle bakalım; Allah mı doğru söyler yoksa sen mi ?” diye sorar. Yahudi kız; “ İnandığım Allah tabi ki doğru söyler” diye cevap verir.

Hz. Ali, Allah Subhanehu ve Teala’nın Müslümanlara bildirdiği siyasi bir mefhumla kendisini sevimliliği ile aldatmaya çalışan kız çocuğuna, O halde Allah azze ve celle şöyle diyor:’’ Sen onların dinine uymadıkça onlar senden asla razı olmazlar.’’ Hz. Ali (r.a) bütün siyasi uyanıklığı ile kız çocuğunun maskesini düşürerek, siyasi niyetini ortaya çıkarmasını sağlayacak son sözünü söyler; “Bu haberi veren Allah Subhanehu ve Teala’dır. Madem Allah doğru söyler sen o zaman bana yalan söylüyorsun” dedikten sonra, “Şimdi söyle, beni neden takip ediyorsun?”

Yahudi sevimli kız çocuğu siyasi amacına ulaşamamanın üzüntüsü ve şaşkınlığı ile şöyle der; “Doğru söylüyorsun ben yalan söyledim ve seni kandırmaya çalışıyordum. Sen cesursun seni asla öldüremem! Seni öldürmek için gecemi gündüzüme kattım. Fakat asla sana ve dinine güç yetiremem. Arkanda seni takip etmemin sebebi de, senden ve dininden öyle nefret ediyorum, öyle kindarım ki; bu öfkemi ve kinimi bastırmak için senin yere düşen gölgene basıyorum ki hıncım gitsin diye” cevabı ile arkasına saklandığı maskesi düşer.

@hak_anbolat