Meclisteki bütçe görüşmeleriyle yeniden gündeme gelen ve Devlet bütçesinde kara delikler oluşturan kamu-özel ortaklığıyla yapılan şehir hastanelerinden söz etmek istiyorum…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Haziran 2018’de yurt dışından gelenlere de buralarda hizmet verilebileceğini belirtip “Şehir hastanelerinin inşallah müşterisi artacak” diyerek tanıtmıştı. Başta, tedavi olmak isteyen vatandaşına “müşteri” gözüyle bakan kokuşmuş kapitalist bakış, meselenin en vahim tarafıdır. Evet, bu yapılar, hastaneden çok AVM’yi andıran ve halkın yakın çevrede ihtiyaçlarını giderme imkânının olmadığı, buralardaki ünlü markalardan pahalı alışverişe mahkûm edildiği, şehir planlama mantığı açısından erişim standartlarına aykırı, mimari açıdan insan ölçeğini dikkate almayan devasa yapılar ve hizmet verimliliği açısından da olması gereken kapasite sınırlarını çok aşan yapılardır.
- Bu hastanelerin faaliyete girmesiyle, toplam 10 ilde halkın tek vasıtayla ulaşabildiği toplam 23 hastane kapatılmış veya kimi devlet hastanelerinin, kadın ve çocuk, ağız ve diş sağlığı, kardiyoloji, onkoloji, nükleer tıp, radyasyon ve yanık bölümleri bu şehir hastanelerine taşınmıştır.
- Vatandaşımız, sağlık hizmeti alabilmek için 2-3 vasıta değiştirerek ya da bazı şehirlerin 9-10, bazı şehirlerin ise 20 km dışına taşınmış olan bu hastanelere yüksek meblağlar ödeyerek taksiyle ulaşmak zorunda bırakılmıştır.
- Peki, ne için? Bu da mı halkın maslahatı için? Tabii ki hayır! Tamamen “kamu-özel ortaklığı” adı verilen bu düzenbaz uygulamanın özel sektör yararına kâr getirebilmesi ve halktan gizlenen sözleşme maddelerinde devlet tarafından özel şirketlere “miktara bağlı hizmetlerde yüzde 70 eşik değeri” garantisinin verildiği bu hastanelerin karlılığı için. Hastanelerin kapatılması ya da belli başlı bölümlerinin uzman doktorlarıyla birlikte, ulaşım ve randevu almanın sıkıntılı olduğu, bu hastanelere taşınması yoluyla vatandaşlar bu hastanelere mecbur edilerek hasta sayısı garantisi -rakamsal olarak verilmese de- sağlanmış oldu.
- Sadece Mersin Şehir Hastanesi’nin aylık kira bedeli 11 milyon lira. Her ay güvenlik, temizlik, yemek, laboratuvar, radyoloji gibi hizmetler için ödenen ücret ise 30 milyar TL. Ayrıca şu ana kadar hizmete açılan 10 ildeki bu hastaneler için bu kiralar, hastaneyi yapan ortaklara 25 yıl boyunca ödenecek. Hastanelerde taşere edilen laboratuvar, radyoloji, görüntüleme, fizik tedavi ve kemoterapi gibi hizmetlerin yanı sıra yemek, temizlik, bakım-onarım gibi hizmetlere ödenen miktar ise cabası…
- Bu yöneticilerin bu işin sürdürülemez olduğunu ve bu hastanelerin ekonomik yükünün karşılanamaz boyutlara ulaştığını anlamaları 3 yıl sürdü. Bu da halkı düşündüklerinden değil elbette, bugüne kadar inkâr edegeldikleri mevcut ekonomik krizin onları iktidardan etme riskinin gizlenemez hale gelmiş olmasından… Zira Sağlık Bakanı, artık bu hastanelerin –sözde- kamu-özel ortaklığı ile değil de genel bütçeden ayrılacak payla devlet tarafından yaptırabileceklerini ifade etti.
Şimdi de son olarak her şekilde halkın cebinin hortumlanarak oluşturulan devlet bütçesi üzerindeki maliyetini ifade etmek bakımından şu tabloyu dikkatlerinize sunuyorum:
Bu vahim tablonun ardından genelde tüm Türkiye halkına özelde ise AK Parti’ye tüm bu yolsuzluklarının farkında olarak ya da farkında olmadan bugüne kadar desteğini vermiş mütedeyyin kardeşlerime seslenmek istiyorum:
Maksadımız, önünüze sadece karanlık tablolar sermek değil bilakis İslâm’ın gösterdiği çözümleri de gözler önüne sermektir. Buna göre asırlarca dünyada İslâm’ın bayraktarlığını yapmış ceddimizin torunları olarak bizler, yine aynı ihtişamlı, kudretli, adaletli bir devlete layığız. Asla çözümsüz değiliz. O çözüm yine elimizin altında; her gün hamd ile yücelttiğimiz Rabbinizin kutlu Rasulü’nün örnekliği ile tüm insanlığa göndermiş olduğu İslâm’dadır. O İslâm ki; dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun hükmettiği coğrafyada tek bir bayrak ve tek bir devlet altında insanlara adaletle hükmetmiş ve onları birbirine kaynaştırmıştır. O İslâm ki yine dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun, tebaasının temel ihtiyacı olan başta emniyet olmak üzere, eğitim, sağlık ve toplumun diğer genel ihtiyaçlarının yükünü devlet olarak omuzlamayı yöneticilere farz kılmıştır. Zira İslâmi devlet halkına “müşteri” olarak bakmaz. Yöneticiler gerçek anlamda halkının hizmetkârıdır. Sağlık, eğitim gibi toplumun temel ihtiyaçlarını halkına herhangi bir bedel yüklemeden, zengin-fakir, emekli-çalışan, memur-işçi ayrımı yapmadan mümkün olan en üstün standartlarla ücretsiz olarak karşılamakla, garanti etmekle mükelleftir. Hepinizin malumu olduğu üzere ceddimiz İslâm’la hükmederken uçan kuşu, doğadaki yırtıcı hayvanları dahi açlıktan korumuştur. Hayvana dahi böylesi merhameti emreden İslâm, insana nasıl merhamet etmesin! Genel Sağlık Sigortası’ndan diğer Sosyal Güvenlik statüleriyle halk arasında ayrımcılık oluşturan; SSK, Bağ-kur ve Emekli Sandığı gibi kuruluşlara, sırf vaat edilen emeklilik hayatı ve sağlık güvencesi için maaşlarımızdan karşılanan sağlık giderlerinin yanında, bugün mahkûm edildiğimiz pahalı sağlık hizmetlerinin yükünü yıllardır omuzladığımız halde en asgari düzeyde bile sağlık hizmetlerine erişmekten yoksunuz… Kaldı ki bu zalim sistem, emeklilik yasasında yaptığı değişiklikle bazılarımızın emeklilik hayallerini ötelemekle kalmamış, sağlık güvencesinden de yoksun bıraktığı “EYT”yi (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) var etmiştir.
O halde söyleyin; bu duruma daha ne kadar tahammül edeceksiniz? Kimi belediye başkanları hakkında halk arasında meşhur olmuş; “Olsun, çalıyor ama hizmet de ediyor!” sözünü iktidar için de tekrarlayarak, tüm bu yolsuzlukları sineye mi çekeceksiniz yoksa bu zalim sistemi ve bekçileri olan, ancak kendi maslahatlarına düşkün olan fasit demokratik parti ve yöneticileri, Allah’ın emri gereği sırtınızdan atmak için ayağa mı kalkacaksınız?