11-12 Eylül günlerinde Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünce (BYEGM) The Grand Tarabya Otel’de ‘Uluslararası İslamofobi Konferansı’ düzenlendi. Konferansta konuşmacılar kadar konuşulanlarda dikkat çekiciydi. Avrupa’dan da misafir konuşmacıların katıldığı konferansta Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Başbakanlık müsteşar yardımcısı ve başbakan danışmanı İbrahim Kalın, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu gibi isimler de konuşmacılar arasındaydı. Batıda yükselişe geçen İslamofobi düşüncesinin konuşulduğu konferanstan bazı dipnotlar vermek istiyorum.
BYEGM Genel Müdürü Karakaya: "Görünümün ve ten renginin terörist olmaya ön koşul olarak kabul edildiği son derece trajik bir durumla karşı karşıyayız. Terörizmi biz her durumda ve koşulda lanetledik ve lanetleyeceğiz. Fakat aynı zamanda münferit birkaç vakadan hareketle bir dinin tüm mensuplarının yersiz şekilde yaftalanmalarına karşı da sesimizi yükselteceğiz."
Sözlerini "İslam sevgi ve hoşgörü dinidir" diyerek özetledi. (www.haberler.com)
TRT Türk'e konuşan Kalın, spikerin "Batı'nın İslam algısı nedir?" sorusuna şu cevabı verdi:
"İslamafobia bağlamında Batı'nın İslam algısı İslam'ın tarih sahnesine çıktığı 7. yüzyıla kadar geri gidiyor. İlk tepkilere baktığınız zaman hristiyan aleminde islamın adeta bir rakip olarak meydan okuma olarak algılandığını görüyoruz. Her ne kadar İslam ve hristiyanlık arasında İbrahimi geleneğe geri gitme anlamında ortak noktalar bulunsa da İslam'ın özellikle tevhid inancı üzerine vurgu, teslisi reddetmesi, Yahudilik noktasında özellikle ilahi mesajı evrensel olduğu etnik bir gruba dayalı olamayacağı tezleri zihin karışıklığına yol açmıştır. Bir tür dini meydan okuma olarak algılanmıştır. Daha sonra İslam'ın hızlı bir şekilde Arap yarımadasının dışına çıkmasıyla bir anlamda siyasi meydan okuma olarak algılanacaktır ve işte İslam'ın kılıç yoluyla yayıldığı insanların aslında islama inanmadığı mecburen girdikleri şeklinde bir algı hep ortaçağ boyunca devam etmiştir ve İslamafobi dediğimiz İslama ve müslüman topluluklara karşı temelsiz önyargının temellerinin buralarda aramak mümkün. Müslüman birey ve toplumlar herhangi bir ayrıcalıklı uygulama peşinde değiller. Tek istedikleri herkesin hakkı olan temel hak ve hürriyetleri kendileri için talep ediyorlar.’’ (www.internethaber.com)
Mısır’daki darbeci cuntayı sessizliği ile destekleyen İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu; ''İslamofobi, İslam'ı ve Müslümanlar'ın imajını çarpıtmayı amaçlayan radikal ve aşırıcı unsurlar nedeniyle artış göstermiştir. Ne yazık ki azınlık olan bazı grupların eylemleri ifade hürriyeti bahane ve suistimal edilmek suretiyle daha geniş bir ölçüde siyasileştirilmiş ve sonuç olarak İslamofobinin kurumsallaşmasına yol açmıştır.’’ (www.bik.gov.tr)
Ve son not olarak Bülent Arınç şu ifadelerle toplantının vermek istediği esas mesajı aşikar kılmıştır: ‘‘İslam ve demokrasi yan yana gelmez teorisinden beslenen bu baskının ana hedefi, İslam ve demokrasiyi birlikte özümseyen coğrafyaların sorun adacıklarına dönüşmesidir. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da paydaş olduğu bu toplantıda şunu net olarak ifade ediyorum; Müslümanlar özünde demokrattır. Müslüman bir insanın demokrat olmasını engelleyecek hiçbir dini kural yoktur. Elbette Hristiyan, Musevi, Budist bir insan illa ki, demokratik yönetimi tercih etmeyebilir. Ancak ’Demokrat Müslüman olmaz’ denirse, bu büyük bir yanlış olur. Bunun en önemli örneği, kendi tüzüğünde muhafazakar demokrat yazan AK Partidir. AK Parti, dünya devletleri arasında hem medeniyetler çatışması, hem de demokrasiye karşı İslam’ın tehdit olduğu tezlerini çökerten nadide bir hükümet konumundadır. Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye, çok kültürlülüğü önemseyen, farklı inanç gruplarını misafir değil ev sahibi olarak gören bir anlayış içindedir. Demokratik adımları, ülkemizin en önemli gelişimi olarak planlayan, devlet yönetiminde laik, bireysel olarak Müslüman olan bir kimlikle tüm dünyaya verdiğimiz mesaj, insan haklarına saygılı, demokrasiyi önceleyen, hukukun üstünlüğünü esas alan bir yönetim anlayışıdır." (siyaset.milliyet.com.tr)
11 Eylül yıldönümünde yapılan böylesi bir toplantıda yukarıya alıntı olarak yazdığımız notlardan gerçekleri saptırıp örtbas etme adına bir çok emare görebiliriz. Defalarca İslama ve Müslümanlara saldıran, her fırsatta dizileriyle, programlarıyla, filmleriyle bilinçaltına soktuğu İslamofobik mesajlarıyla bilinen Türk medyasının sözcülüğünü yapan Karakaya’nın İslam dinini sevgi ve hoşgörü dini olarak görmesi ne kadar samimi? Münferit birkaç vakıadan genelleme yapılamayacağını savunan Karakaya akideleri için canlarından feragat eden imanlı fertleri kastediyor olmalı değil mi?
Peki Başbakan danışmanı Kalın’ın adeta bütün müslümanların sözcüsüymüş gibi ‘‘herkes gibi hak ve hürriyet talep ediyorlar’’ derken acaba hangi haklardan bahsediyor? Suriye’de müslümanlar demokratik hakları için mi üç yıldır mücadele ediyorlar? Yada yıllarca Türkiye’de konuşulan kamusal alan, mahalle baskısı ve türban gibi konu başlıkları hangi mercilerde kimler tarfından ele alındı da demokratik çerçeveye sokuldu? Ya İhsanoğlu’nun hazin söylemlerine ne demeli? İslamofobi İslamın siyasallaşmasının bir sonucuymuş ve ifade hürriyetini suistimal eden azınlık grupların suçuymuş öyle mi? İslamın tanımını yapmakta zorlanan bir kişiye böylesi bir görev verilirse alınacak cevap ortada. Zira siyasi bir akideden bahsettiğinden habersiz olan İhsanoğlu demokratik bir hak olarak alındığında taparcasına yücelttiği ifade hürriyetini, İslami bir hak olarak kullananlar için radikal ve aşırı unsur tanımlaması yapabiliyor. Zaten Bülent Arınç’ın söylemine diyecek söz yok zira formül çok açık İslam=Demokrasi; Müslüman=Demokrat. Tabi AKP hükümetinin tüm bu ‘oldu bitti’lere katkısını ifade etmemek doğru olmaz kabilinden bir söylem ile noktayı koyma.
Ne yazık ki, Müslümanlar için ve İslamın doğru anlaşılabilmesi adına yapılmasına rağmen, en son konuşması gerekenlerin bilirkişi gibi çağrılmaları konferansın mahiyetini gözler önüne seriyor. 11 Eylül’ün yıldönümünde Cihad, İslam Devleti, Hilafet, Siyasal İslam gibi kavramların müslümanların zihninde fidan gibi yeşermeye başladığını gören Batı ve yerli batıcılar daha mahsül vermeden fidanları zehirli ilaçlarla öldürmeye çalışıyor.
Biz biliyoruz ki İslamofobi; 2.Dünya Savaşı’ndan sonra ABD projesi olarak dünya kamuoyuna sunulmuş, komünizmin yıkılmasıyla beraber kangren gibi yayılmış ve tek tehdit olarak görülen İslam, korkulması gereken bir terör dini haline getirilmiştir. 11 Eylül saldırıları ile destek bulmaya çalışan bu zehirli fikirleri, maalesef ki müslümanların kanaat önderleri(!) de yok edememiş aksine çıkmaza sokmuştur. İslamı savunmaya çalışırken müslümanları ötekileştirmeye başlayan ve bu zehirli fikirlerin etkisinde kalan sözde alimler, siyasi liderler Kuran’da apaçık belirtilmesine rağmen cihad farizasını terör eylemi olarak kabul etmiş, insanın kanun koyuculuğu ve sınırsız özgürlük gibi mefhumları haram kıldığı halde İslamın demokrasi dini olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu nedenle müslümanlar müsterih olsunlar ki, islamdan ancak islam düşmanları korkarlar. Her ne yaparlarsa yapsınlar kendi iğrenç fikirlerini bu saptırıcı tiyatrolarla örtbas edemezler. Bozguncu ve fitneci zihniyetlerini temiz ve pak İslam akidesine galebe çalamazlar.
"Allah kâfirlere, mü'minlerin aleyhine asla bir yol bırakmaz." (Nisa 141)
İslamofobi; batılı kafirlerce subliminal yollarla enjekte edilmeye çalışılan kötü bir hastalıktır. Onlar bu hastalık ile müslümanları kanser yapana kadar savaşmaya devam edeceklerdir.
‘‘Onlar hileli bir düzen kurdular, Allah’da buna karşılık bir düzen kurdu. Allah düzen kurucuların en hayırlısıdır.’’ (Ali İmran 54)