Şam, İman Ve Devrim Yolu
11 Aralık 2012

Şam, İman Ve Devrim Yolu

Tarih 15 Mart 2011’i gösterirken hiç kimse dünya devletlerinin politika üretici uzmanlarını ve askeri stratejistlerini çaresiz bırakacak ayaklanmanın Suriye’nin Dera şehrinden başlayıp, tüm şehirleri kuşatacağını düşünmüyordu. Evet, hiç kimse bunu beklemiyordu ne Baas rejimi ve Beşşar, ne ABD, ne Rusya, ne İran, ne Arap ülkeleri ne de Türkiye… Hatta müslümanların batıyı böyle çaresiz bırakacakları ayaklanmayı gerçekleştirebileceklerini, müslümanlara güvenini kaybetmiş Müslüman kitleler dahi beklemiyordu. Herkes Suriye de Baas’ın bu süreci ıslah ve reformlar ile geçiştireceğini zannediyordu.

Suriye halkı bir yola girmişti. Şam, devrim yoluna baş koymuştu adeta. Ve bu yoldan dönmeyeceğini tâ en başında göstermişti tüm dünyaya. ABD’nin Şam büyükelçisi Dera da gerçekleştirilen büyük bir gösteriyi izlediğinde bu gösterideki iradeyi ve kararlılığı görmüş olacak ki, ABD’nin Suriye ile ilgili siyaseti “Islah” tan “ıskat”a dönüştü hemen. Tabi Türkiye’nin de aynı şekilde…

Beşşar gitmeliydi ama yerine kimi koyacaklardı? Eğer alternatif bulamaz iseler “aşırılar yönetime gelebilir” endişeleri gittikçe artmıştı.

İşte iki seneye yaklaştığımız katliam ve kıyımların devam etmesinin tek sebebi ABD ve diğer işbirlikçi devletlerin yukarıdaki sorunun cevabını bir türlü bulamamış olmalarıydı. Eğer alternatif bulunamaz ise Beşşar sonrası yönetime gelecek “aşırı” diye isimlendirdikleri İslami yapıların kimler olduğunu çok iyi biliyorlardı. Lakin Beşşar’ın yerine kimi getireceklerini daha önce hiç planlamamışlardı.

Herkesin sorduğu bir soru da devrimlerin ardındaki gizli eldi. Beşşarların zulmüne sabretmeyi öğrenen bu halkı sokaklara döken ve “artık ayaklanma vakti” diyen kimdi? Bu sorunun cevabını 11 Mart 2011 tarihinde yani ilk gösterilerden 4 gün önce bir televizyon kanalına konuşan ve Suriye halkına seslenen Hizb-ut Tahrir Medya Bürosu Başanı Osman Bahhaş’ın konuşmasında bulabiliriz: “Hizb-ut Tahrir olarak bizler Suriye’deki insanları uyandırmak için 15 Mart tarihini “Uyanış Günü” ilan ediyoruz. Doğru zamanın geldiğinden hiçbir şüphemiz yok. Bu, asla geri dönüşü olmayan bir başlangıçtır.”

Ayaklanmanın başlamasından kısa bir süre sonra ise Suriye Ulusal Kanalı şöyle bir haber geçti: “İstihbarat kaynakları Suriye’de yaşanan olayların arkasından Hizb-ut Tahrir’in olduğunu ve halkın çektiği geçim sıkıntılarını kullandığını, hilafeti geri getirmek için uğraştığını söylüyor”

Bu bilgiler ışığında Suriye devrimine başından beri destek veren ve ayaklanmaların ilk başlangıcında rejime açık meydan okuma tavrını ortaya koyan kitlenin Hizb-ut Tahrir olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Hizb-ut Tahrir, Suriye halkının iradesi ve kararlığı ile müslümanların kıyamına yön verdi ve Müslümanları İslami yönetim olan Hilafet düşüncesinde birleştirmeyi başarabildi.

Ne yazık ki Suriye içinde olduğu gibi Türkiye’de de bazı kesimlerde halkın bu ayaklanması ile kitlelerde büyük bir şaşkınlık hali oluştu. Nasıl olmuştu da müslümanlar böyle bir uyanış gerçekleştirmişlerdi. Hal bu ki daha çok zaman vardı. Yavaş yavaş merhaleci ve tedricen bir uyanış gerçekleşecekti. Önce demokratik geçişler olmalıydı. Tunus, Mısır ve Libya da öyle olmamış mıydı? Suriye’de de böyle olmalı değilmiydi? Batıyı rahatsız etmeden, yağdan kıl çeker gibi köşeyi dönmeyi istiyorlardı. Islahatçılık yıllardır buna endeksli bir plan koymuştu toplumun önüne. Hem ABD ve Batıyı memnun edeceklerdi, hem de İslami bir yönetim inşa edeceklerdi. Peki, Suriye niye merhaleciliği, tedriciliği kabul etmiyordu. Islahatçılık fikri Şam da ve halkında niçin yoktu? Şam halkı bunu niçin ve nasıl yapıyordu? Bu gücünü nerden alıyordu? Ve bu yolun sonu nereye gidecekti?

Şam ve İman…

İşte Şam’ın bu cesareti ve imanı, kendileri gibi değişime inanmayanlarda büyük bir şaşkınlık hali oluşturdu. Tüm kesimlerdeki bu şaşkınlık hali bu kıyama tavrın nasıl belirleneceğini de biraz geciktirdi. Önce bir duraklama ve durumu algılayamama süreci yaşandı. Sonra tavırlar bir bir netleşti ve açığa çıktı.

Kâfirlerin tavrı çok açık ve netti. Bu devrim çalınmalı ve Baas’ın yerine acilen alternatif düşünülmeliydi. Türkiye bu alternatifin hazırlanması için kullanılmalı ve değerlendirilmeliydi. Zaten de Türkiye bunun için çalıştı. Gelgelelim ki Türkiye deki müslümanlar bunu görmek istemediler. Suriye halkının imanı ve Allah’ın yardımı yerine ABD patentli geçiş planının destekçisi oldular. Öyle ki ABD bir gün mücahit grupları terörist ilan edecekti ve buna rağmen Hükümetin politikalarını adım adım takip eden bu kesimler bu direniş gruplarının yanında değil ABD’nin plan ve programı doğrultusunda hareket eden ılımlı merhalecilerin yanında olacaklardı.

İran’a gelince, O ne yaptığını çok iyi biliyordu. O da ABD’den farklı bakmıyordu meseleye. Lakin Türkiye deki İran sevdalıları her şeyi ABD ye mal etme alışkanlıklarından yine vazgeçmediler. Devrimi yani ayaklanmaları ABD ve Batının tetiklediğini söylediler. Onlar için varsa yoksa Filistin ve Kudüs topraklarının kutsallığı. Sözde Kudüs cephesi için Suriye halkının tamamı dahi Beşşar tarafından katledilse gözyaşı dökmeyeceklerdi. Mezhepçi taassubiyet gözlerini öylesine kör etmişti ki, “Hoş geldin Ramazan, Defol Beşşar” sloganlarına dahi tahammülleri yoktu. Öylesine kör olmuşlardı ki, Suriye devriminin neticelenmesi ile İsrail’in defedileceğini ve Filistin’in gerçek özgürlüğe kavuşacağını göremiyorlardı. Ya da görmek istemiyorlardı. Bu kesim öylesine büyük bir şaşkınlık hali yaşamaktadır ki, bu devrime İslami anlamda ideolojik ve siyasi manada yön veren Hizb-ut Tahrir’in devrimdeki rolü için Hizb-ut Tahrir’in metodundan saptığını iddia edecek ve hatta Hilafet projesinin ABD’nin bir projesi olduğunu söyleme sefihliğini göstereceklerdi. Hem de ABD merkezli düşünce kuruluşlarının ve siyasi uzmanların Hilafet konusundaki endişeli açıklamalarını okudukları halde bunu yapacaklardı.

Evet, Şam devrimi son yüzyılın tüm ezberlerini bozuyordu. Her şey yeniden yazılacaktı. İran devriminin gerçek yüzü ve İsrail ile geçirdiği 33 yıllık ilişki gün yüzüne çıkacaktı. Kürsülerden İsrail’e meydan okuyan, ama kılını dahi kıpırdatmayan liderlerin saltanatları yer ile yeksan olacaktı.

Devrim Yolu…

Devrim bildiği ve inandığı yolda devam ediyordu. Hiçbir kirli ilişki ve plan, hiç bir pazarlık bu devrime gölge düşüremezdi. Şam devrimi körük gibi tüm pislikleri öğütüyordu. Suriye, Allah Rasul’ü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in Medine sine benziyordu adeta. Birçok itirazlar yükseldi. Birçok kafa karışıklıkları çıkarılmaya çalışıldı. Devrimi batının razı olacağı şekilde neticelendirelim dediler.

İslam devleti ve Hilafet, tüm batının yüzünü ve gücünü buraya çevirmesine sebep olur, bizim gücümüz nedir? O halde batıyı ürkütmeyelim dediler.

Hal bu ki, Medine de İlk İslam devletinin Ensar, Muhacir ve hatta Münafıklardan oluşan toplam gücünün tek başına Yahudilerden çok daha az olduğu unuttular.

Dünya bankası finanse etmezse Suriye’yi kim imar edecek dediler.

Hal bu ki, Medine de tüm Pazar ve ticaret yerlerinin Yahudilerin elinde olduğunu, Müslümanların ise uzun süre yiyecek ekmek dahi bulamadıklarını unuttular. Medine de Müslümanların yerleşim ve imarlarının olmadığını unuttular. Ama Yahudilerin tüm evleri şehir hayatına uygun standarttaydı. Tüm bunlara rağmen Allah Rasul’ü nün Müslümanları Bedir’e hazırladığını unuttular.

Yönetimi idare edecek eğitimli ve donanımlı kişiler yetiştirmek lazım, Direniş hattında mücadele edenlerle mi devlet yöneteceğiz? Onun için önce geçiş sürecinde bunu sağlayalım sonra İslami yönetimi inşa ederiz dediler.

Hal bu ki, Medine’yi devlete hazırlayanların eğitimsiz ama iman ve siyasi deha dolu Musab ve Muazlar dan oluştuğunu unuttular. Ayrıca Suriye de rahle arkasında yetişen ve dersler verenlerin şimdi nerede ve kimin yanında olduğunu da unuttular.

Son 60 yıldır hep aynı şeyleri tekrarlayıp durdular.

Peki, Suriye halkı tüm bunlara karşın ne dedi: “Ğayetuna Hilafet, Seyyidna Muhammed”, “Eş-şab! Yüridü Hilafeh İslamiyyeh”, “El-ümmeh Türidü Hilafeh İslamiyyeh”, “Obama, Obama! sana inat devrimimiz İslami dir.”

Suriye meydanlarındaki müslümanlar ve cephelerdeki mücahitler, devrim yoluna taş koymaya çalışan yapılar ve bu tür planlara destek verenler için Rabbimizin şu uyarısını yapıyorlar:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ

“Zalimlere dayanmayın, yoksa cehennem ateşi size de dokunur. Hal bu ki Allah dışında sizin için bir dost yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız.” (Hud 113)