”Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.” [Âl-i İmran 134]
Kime karşı öfkemizi yenmeliyiz? Kime karşı, neye karşı öfke ateşimizi harlamalıyız?
Allah Rasulü’nün birçok rolü vardı: baba rolü, eş rolü, arkadaş, komşu, devlet başkanı, ordu komutanı rolü…
Birazdan değineceğim ayet-i kerimede Allah O’nun lider yönüne vurgu yapıyor. Siz de lütfen “Bu, bir lider olarak beni nasıl etkiler?” diye düşünün olur mu?
Farklı mevkilerde her birimiz liderlik pozisyonunda duruyoruz. Liderlik rollerimizden bazıları diğerlerinden daha ön planda olabilir. Eşi ve çocuğu olan her erkek, evinin lideridir. Evinize liderlik ediyorsunuzdur. Dolayısıyla biz, Allah Rasulü'nün liderliğine dair ya da tecrübelerimizle yeni bir şey öğrendiğimizde bunu ailemizde hayata geçirmek mecburiyetindeyiz. İş yerlerinde idareci pozisyonunda olanlar da öğrendiklerini çalışanları üzerinde hayata geçirmek mecburiyetindeler. Çünkü siz onların lideri pozisyonundasınız. Öğretmen olanlarınızın da, sınıflarının lideri olmaları hasebiyle öğrendiklerini hayata geçirmeleri gerekir.
Allah, Al-i İmran Suresi'nde Uhud muharebesi bağlamında kapsamlı bir biçimde izahta bulunuyor. Bedir muharebesi muazzam bir zaferdi. Müslümanlar bu savaşta kendilerinden katbekat büyük ve çok daha teçhizatlı Kureyş ordusu ile karşı karşıya gelmiş, tüm şartlara rağmen onlardan yetmiş lideri ortadan kaldırmışlardı. Gelin görün ki; Uhud muharebesi bunun tam tersi oldu. Savaş, aynı Bedir muharebesi gibi başladı; başlangıçta kazanıyorduk ancak Rasulullah'ın tepeye yerleştirdiği okçular tarafından yapılmış stratejik bir hata yüzünden durum tersine döndü. Bugün onlara “keskin nişancılar” diyebiliriz, ancak o günün şartlarında “okçular” deniyordu. Onları yerlerinde sabit kalmaları için oraya yerleştiriyor ve “Cesetlerimizi kuşların parça parça ettiğini de görseniz (diğer bir deyişle, hepimiz ölsek) bile sakın ola yerinizden kıpırdamayın!” diye emir veriyor. Sakın yerinizden ayrılmayın!
Ancak onlar Efendimizin tasvir ettiği durumun tam tersini görüyorlar. Bakıyorlar ki; Müslümanların cesetleri kuşlar tarafından parçalanmıyor, aksine düşmanı basbayağı mağlup ediyorlar.
“Andolsun, Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan vaadini gerçekleştirdi.” [Âl-i İmran 152]
Tam o anda okçuların arasında anlaşmazlık çıkıyor ve bazıları da ayrılmaya karar veriyor. “Hayır hayır, Rasulullah’ın ‘bizim öldürüldüğümüzü görseniz bile aşağı gelmeyin!’ buyurdu ama şu an bunun aksi gerçekleşiyor, savaşı biz kazanıyoruz, o yüzden sorun yok, kastettiği şey bu değil.”
Aralarında bu şekilde bir tartışma çıktı. İki taraf da Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sözünü baz alıyor, ancak farklı şekillerde yorumluyorlardı. Sorun kendilerine söylenen sözü “farklı” şekillerde yorumlamış olmaları değil sorun, emir-komuta zincirini kırmış olmalarıydı. Tepede, tabur komutanı olarak görevlendirilmiş sahabeden “Yerimizde kalacağız!” kararı çıkmıştı. Öyle ya da böyle, okçular aşağı indiler. Halid bin Velid o zamanlar henüz Müslüman olmamıştı. Çok tecrübeli bir askerdi. Gözünün ucuyla keskin nişancıların mevzilerini terk ettiklerini görüyordu. Müslümanlara arkadan taarruz ediyor ve durum bir anda tam tersine dönüyordu. Ortalık, cehennem yerine dönüyor, kıyamet kopuyordu adeta. Müslümanlar, düşmanın nereden geldiğini, neler olup bittiğini anlayamıyorlardı. Bu hengâmede Allah Rasulü de ciddi bir darbe alıyordu. Dişi kırılıyor. Baygın düşüyor, mübarek yüzü kanlar içinde…
Hazreti Peygamber'in sevgili amcası da dâhil olmak üzere, ashabın en kıymetlilerinden yetmiş sahabe şehit edilmişti. Birçoğunuz olayı duymuştur; Hind, Hazreti Hamza'nın cansız bedenini ele geçirdiğinde kalbini çıkarıp çiğnemişti. Sevgili amcasını bu halde gören Rasul-i Ekrem'in yaşadığı üzüntüyü tahmin bile edemeyiz. Tüm bu problemler ne ile başlıyor? Sadece bir itaatsizlik hareketi ile! İtaatsiz tek bir davranış sebebiyle yetmiş sahabi öldürülüyor; Allah Rasulü'nün ailesi de buna dâhil.
Bunun üzerine düşünmenizi istiyorum. Bir liderin liderliği, müntesipleri kendisine itaat ettiğinde değil aksine, hayal kırıklığına uğrattıklarında sınanır. Onlara kızmak için yeryüzündeki her türlü sebebe sahip olduğunda test edilir.
Sahabe, çok basit bir emre itaat göstermemişti. Bir hata yaptılar. Hayal edebilirsiniz; tepede keskin nişancı olarak görevlendirilmiş okçu sahabeler her şey olup bittikten sonra Rasulullah ile buluşacakları zaman korkunç şeyler olacağını düşünüyorlar. En sevgililerini hayal kırıklığına uğratmışlar; dolayısıyla endişeliler.
Böyle bir durumda Peygamber Efendimiz ile buluşmanın ne kadar çetin olması gerektiğini hayal edebiliyor musunuz? SubhanAllah! Ashabı ile buluşmaya gitmeden evvel, Hazreti Peygamber'e bir ayet vahy ediliyor. Rasulullah'ın buluşma için hazırlanmasıdır bu ayet. Kendisini çok ama çok büyük bir hayal kırıklığına uğratan tebaasıyla bir lider nasıl başa çıkar?
Ayet şu şekilde başlıyor:
“(Ey Peygamber) Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın.” [Al-i İmran 159]
Daha evvel hiçbir lider böyle muazzam bir örneklik teşkil etmemiştir.
Normal şartlar altında buluşmanın konusu insanların güzel yönleri üzerine değil, her şeyi mahvetmeleri dolayısıyla kötü yönleri üzerine olmalıydı.
Ancak Rabbimiz adeta şöyle buyuruyor: “Vardığın zaman, onlar hakkında iyi şeyler söyle. Zaten yeteri kadar perişan durumdalar, olanlar yüzünden utanç içindeler, insan olmaları sebebiyle bir hata ettiler. Sana iman etmek için geldiler ve bundan evvel de senin için fedakârlıkta bulundular. Ve evet, belki bir kabahat işlediler, fakat bu evvelce yapmış oldukları hasenattan bir şey eksiltmez. Sadece biraz morale ihtiyaçları var ki bunu da senden işitmeyi hiç ummuyorlar. Bu sebeple oraya git ve her birine güzel sözler söyle. Buluşmaya takdir ve övgü içeren sözlerle başlayacaksın.”
Liderlik dediğiniz böyle olur işte. Tam da tebaanıza hüsn ile davranmanız sizden hiç beklenmediği sırada onlara güzel davranmaktır. Asıl liderlik budur.
Allah Rasulü’nün pek ince ve çok latif olan liderlik örneğidir bu. Temennim o ki, bu örneklikten minnacık bir parça bile olsun özel hayatımıza, iş hayatımıza, profesyonel hayatımıza ve toplum hayatımıza geçirelim. Eğer onun liderlik örneğini uygulayabilirsek, vallahi, Peygamber Efendimizin sünnetinin bereketi ile insanlar birbirlerini Allah rızası için severler. Liderlik kriterlerini uygulamadığınızda ise, insanlar birbirine sinirlenmeye ve buğz etmeye başlar. Öfke ateşini söndürmenin yolu, Rasulullah’ın örnekliğini tatbik etmekten geçer.
Müslümanlara karşı söndürdüğümüz öfke ateşini İslam düşmanlarına; İslam’a, Müslümanlara ve İslam’ın değerlerine zarar verenlere; Müslümanlara tuzak kuranlara; kâfirlerin bozuk fikirlerine ve sistemlerine; sistemlerinin İslam beldelerinde yürütülmesini sağlayan kukla yöneticilere yönlendirmemiz gerekir. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i yakanlara; Filistinli kardeşlerimizi katleden Yahudi varlığı “İsrail”e, Yahudi varlığı ile normalleşmekte yarış içinde olan İslami beldelerin yöneticilerine yönlendirmemiz gerekir.
Rabbimiz bizlere Müslümanlara karşı yufka yürekli olmayı, affederek yola devam etmenin kıymetini bilmeyi ve şükrünü eda edebilmeyi nasip etsin. Her halimize şükürler olsun. Her tavrımızı Allah rızası için koymayı, Allah için öfkemizi yenmeyi, hak edenlere de Allah için öfkelenmeyi nasip etsin.