Uluslararası Hilafet Konferansının ardından harekete geçen ve asılsız iftiralar, çirkin yakıştırmalarla Hilafete saldıranlara “Bizimle fikirlerinizle tartışın” demiştik. İşte bu meydan okumaya ODATV’den cevap geldi. Aydın Tonga, uzunca bir yazı kaleme aldı. Bu yazıda Hilafet Devleti için hazırlanmış anayasa taslağı üzerinden eleştiriler yaptı. Öncelikle seviyeli bir yazı kaleme aldığı için kendisine teşekkür ederiz. Zira seviye ve fikir Kemalist kesimin pek alışkın olmadığı iki mefhumdur.
Tonga’ya cevap vermeden önce bir hususun altını çizmek istiyorum: Laik Kemalist Cumhuriyet tarihi zulmün, ihanetin, diktatörlüğün ne demek olduğu noktasında bize o kadar çok argüman hediye etti ki saymakla bitmez. Aynı şekilde bu laik Cumhuriyetin tatbik ettiği kapitalizmin tarihi de katliamlar ve sömürülerle doludur. Elimizde bunca argüman olmasına rağmen biz Tonga’nın yaptığı gibi tarihten birkaç örnek alarak Cumhuriyeti ve onun tatbik ettiği kapitalist nizamı incelemeyeceğiz. Zira fikriler, ideolojiler, nizamlar incelenirken tarihin belirli dönemlerinde belirli şahısların yaptığı uygulamalar delil getirilerek incelenmez. Çünkü mesele şahsi uygulamalar değil; fikrin, ideolojinin, nizamın doğru ya da yanlış olmasıdır. Nitekim Sayın Tonga Muaviye’den örnek getirerek Hilafet’in fitne ve kardeş savaşlarına yol açtığını delillendirmeye çalışırken ben de onun karşısına, Ömer bin Hattab’ı yahut Ömer bin Abdülaziz’i örnek olarak getirebilir, nasıl dünyaya adaleti ve merhameti yaydıklarını anlatabilirim. Ya da sayın Tonga, Hilafetin diktatörlük doğurduğunu söylerken ben de onun bu tezine karşılık Cumhuriyetin hafızalardan silinmeyen zulümlerini örnek göstererek diktatörlüğü bize öğreten Cumhuriyettir, diyebilirim.
Velhasıl, fikri konularda tartışma fikrin kendisi üzerine odaklanmalıdır yoksa fikrin uygulayıcısı belirli şahıslar üzerine değil. Dolayısıyla bir fikrin doğruluğu ya da yanlışlığı tarih kitaplarından alınmaz.
Bu esastan sonra Hilafetin ne olduğu, ne olmadığı konusuna değinmek faydalı olacaktır. Nitekim daha sonra Hilafetin dayandığı İslam ideolojisi ve diğer ideolojileri kıyaslamamız kaçınılmazdır.
Nasıl Cumhuriyet, Kapitalist ideolojiyi tatbik eden sistemin adı ise Hilafet de İslam ideolojisini tatbik eden sistemin adıdır. Burada hemen bir parantez açıp ideoloji beşer kaynaklıdır, İslam vahiy kaynaklıdır gibi sığ tartışmalara girmemek ve sizde oluşabilecek soru işaretlerine de cevap olması açısından ideolojinin ne demek olduğuna kısaca değineceğim.
İdeoloji kendisinden hayat hakkında bir nizamın çıktığı akli akidedir. Bu, ya Allah’ın bir kişiye (Rasul) vahy edip tebliğini emretmesi ile olur ya da bir şahısta parlayan bir dehâ ile olur. Nitekim Komünizim Marks’ın Kapitalizm’in aydınlanma düşüncesinin ürünü olduğu gibi İslam’da Allah’ın Peygamber Efendimize vahyetmesiyle ortaya çıkmış bir ideolojidir. Din ile ideoloji arasındaki fark bütün dinlerin hayat hakkında nizam ortaya koymamasından kaynaklanır. Ama her ideoloji hayat hakkında bir nizam ortaya koymaktadır. Nitekim Hristiyanlık ve Musevilik, bozulmamış halleri dahi hayatın her alanını kuşatan evrensel bir nizama sahip değil iken İslam insan, hayat ve kainat hakkında külli bir fikir ortaya koyarak bu külli fikirden nizamlar çıkartmıştır. Bu haliyle İslam hem bir din hem de bir ideolojidir.
Peki doğru ideoloji ile yanlış ideolojiyi nasıl ayırt edeceğiz? Bu kritik sorunun cevabını hemen verelim: İnsan aklına kanaat getiren, insan fıtratına uygun ve kalbine mutmainlik veren doğru bir akide üzerine bina edilmiş olan ideoloji doğru ideolojidir. Yanlış ideoloji ise yanlış akide üzerine bina edilmiş ideolojidir. Şimdi bu tarif üzerinden kıymeti kendinden menkul Cumhuriyet rejiminin tatbik ettiği Kapitalist ideoloji, insanların kaçarcasına uzaklaştığı Komünist ideoloji ve İslam ideolojisini kıyaslayalım.
İnsanlık tarihi boyunca, üç temel düşünce üzerine fikirler bina edilmiştir.
1- Yaratıcı diye bir şey yoktur.
2- İnsanın, hayatın ve kâinatın bir yaratıcısı vardır.
3- Yaratıcının varlığını ya da yokluğunu tartışmamıza gerek yok. Bir yaratıcı var olmuş olsa dahi dünya hayatındaki işlere karışmaz.
Komünizm yaratıcıyı inkâr eden bir akideye sahiptir. Bu kadar muhteşem ve sistemli bir kâinatın kendiliğinden var olması imkânsızdır. Bu haliyle Komünist ideolojinin temel düşüncesi insan aklına kanaat getirmekten acizdir. Üstelik insandaki yaratıcıya duyulan, insanın yapısındaki tabiî acziyetten kaynaklanan tedeyyün içgüdüsü ile de tezat teşkil etmektedir.
Kapitalist ideoloji ise yaratıcının varlığı ya da yokluğu tartışmalarını bir kenara bırakarak dini hayattan ayırma esası üzerine bina edilmiştir ki bu ideoloji kilise ile düşünürlerin asırlar boyu süren mücadelesi neticesinde orta çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Bilginin kaynağı noktasına düğümlenen bu mücadelede kilise ile uzlaşmaya gidilmiş, çözüm olarak da dinin devletten uzaklaştırılması noktasında anlaşılmıştır. Dolayısıyla kapitalist ideoloji akıl üzerine değil uzlaşma üzerine bina edilmiştir.
İslam ideolojisi ise muhakkak ki o akıl üzere bina edilmiştir. Zira Müslümana; Allah’ın varlığına, Muhammed’in nübüvvetine ve Kur’ânı Kerîm’e imanın, akıl yolu ile olmasını zorunlu kılar. Bu akıl yönündendir. Fıtrat yönünden gelince; fıtrata uygundur. Zira kişi dinin varlığına, dinin hayattaki varlığının gerekliliğine ve Allah’ın emirleri ve nehiyleri ile yürütülmesi gerekliliğine iman eder. Nitekim tedeyyün fıtrîdir. Zira içgüdülerden bir içgüdüdür. Özel bir dışavurumu vardır ki o, takdistir. Bu ise başka herhangi bir diğer içgüdünün dışavurumundan farklıdır ve muayyen bir içgüdünün tabiî dışavurumudur. İnsan beka ve nevi ihtiyacını karşılarken kâinat içinde ne kadar aciz ve eksik olduğunu hisseder. Bu acziyet ve eksiklik hissi onu aciz ve eksik olmayan yaratıcıyı kutsamaya götürür. Onun için dine iman ve insanın hayattaki işlerinin Allah’ın emirleri ve nehiyleri ile seyrettirilme zorunluluğu içgüdüseldir. Dolayısıyla İslam ideolojisi fıtrata uygun tek ideolojidir. Fıtrata uygun bir ideolojinin tatbikinden de ancak huzur ve mutluluk doğar. Sonra biz Müslümanlar için mutluluk Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir.
Buraya kadar anlattıklarımız ideolojilerin akideleri ile alakalıydı. Şimdi insan yaşadığı hayata dair hüküm koyabilir mi? sorusunu cevaplayalım.
İnsan aklı aciz eksik ve sınırlıdır. Varlıkların gerçek mahiyetini algılayamaz. İnsanın gerçekte neye ihtiyacı olduğunu bilemez. Bu haliyle hüküm ortaya koyduğunda değişiklik, ihtilaf, çelişki ve çevreden etkilenmeye maruz kalır. Bu durum kaçınılmaz olarak huzursuzluğa götüren çelişkili bir nizam ile neticelenir.
Evet, Cumhuriyet kapitalist ideolojiyi tatbik eden bir sistemdir. Onun temelinde sermaye sahiplerinin devrimi yatmaktadır. Bugün dahi Cumhuriyet ve demokrasi kapitalist sermaye sahiplerinin tekelindedir. İstediğine verir, istediğinden alırlar. Bunu yaparken de tek dertleri kendi menfaatlerini korumak ve sömürülerini pekiştirmektir.
Hilafete gelince, o İslam ideolojisini tatbik eden sistemin adıdır. Hilafet olmadan İslam ideolojisi tatbik edilemez. Suudi Arabistan yahut İran’ın İslam’ın had ve cezalarını tatbik etmesi onların İslam’ı tatbik ettikleri anlamına gelmez. İslam Cumhuriyet, hak ile batılın birleştirilmesini ifade eden anlamsız ve batıl bir terkiptir. İslam ile Cumhuriyet yukarıda sıraladığımız derin ayrılıklar sebebiyle asla bir araya gelmez, gelemez. İslam’ın tek bir yönetim sistemi vardır o da Hilafettir.
Hilafetin İslam ideolojisini tatbik eden bir sistem olduğunu gösteren delillerden bazıları şunlardır:
Allah’ın Rasulu Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İsrail oğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat birçok Halife olacaktır" (Müslim)
Bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı hanedanlık olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet olacak. Sonra sustu.” (Ahmed bin Hanbel)
Bununla birlikte sahabeler İslam dinini insanlığa aktaran kişilerdir. Sahabenin bir konu hakkında icma etmesi yani görüş birliğine varması şeri delil olarak kabul edilir. Nitekim sahabeler Hilafet ve Halife tayin etme konusunda icma etmiştir.
Hilafetin diktatörlük doğuracağı söylencesine gelince; Diktatörlük, nefsi uygulamalar için geçerlidir. Devletin başındakiler halkın, inançlarını, değerlerini ve taleplerini hiçe sayarak kendi varlıklarını korumak ve devam ettirmek için baskıcı uygulamalara imza atarlarsa işte ona diktatörlük denir. Halife aldığı her kararda şer’i hükümlerle sınırlıdır. Dilediğini dilediği gibi yapma selahiyeti yoktur. Hilafet sisteminde esas Allah’ın rızası ve gazabıdır. Halife bilir ki yaptığı her şeyden sorumludur. Nitekim Ömer bin Hattab’ın şu sözü İslam halifelerinin bakış açısını net bir şekilde göstermektedir. Hz. Ali anlatıyor:
"Bir gün Ömer'i, binekli olarak ve telaş içinde, hızlı hızlı giderken gördüm;
"Ya emire'l-müminin nereye gidiyorsun?" diye sordum.
"Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum" diye cevap verdi.
O zaman ben: "İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!" dedim. Bunun üzerine şöyle konuştu:
"Hz.Muhammed aleyhissalatü vesselamı, hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!"
Yetki ve sorumluluk birbirini tamamlayan iki unsurdur. Sorumluluk yüklenir, bu sorumluluğu yerine getirmesi için de yetki verilir. İslam ideolojisi Halifelere tebaanın gözetimini yüklemiş bunun yanında yetkiler de vermiştir. Gözetim işini yapmayan Halifeyi de cehennem azabıyla tehdit etmiştir.
Rasûlullah (sav) buyurdular: “Kıyâmet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevgili olanı ve O’na en yakın yerde bulunanı, adâletli idârecidir. Kıyâmet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevimsiz olanı ve O’na en uzak mesâfede bulunanı da zâlim idârecidir.” Tirmizi
Halife en nihayetinde beşerdir ve Hilafet Devleti de ilahi değil, beşeri bir devlettir. Yanlış uygulamaların ve zulümlerin olma ihtimali elbette vardır. Ancak bu Hilafet sisteminden değil kişiden kaynaklanır. Hilafet kişiden kaynaklı bu tür arızi durumlar için de gerekli çözümleri üretmiştir. Hilafet Devleti Anayasa Tasarısı’nda bu çözümler tek tek sıralanmıştır.
Sayın Tonga’nın yazısında dile getirdiği İslam’ın tatbikine yönelik kaynak sorununa gelince; öncelikle bilinmelidir ki sahih hadislerin çok az sayıda olduğu yalanı oryantalistlerin bir uydurmasıdır. Bu yalanı bugün bazı alim geçinenlerin dillendirmesi hiçbir anlam ifade etmemektedir. İslam kültüründe hadis ilmi önemli bir yer kaplamaktadır. İslam uleması hadise büyük önem vermiş ve hassasiyet göstermiştir. Yapılan titiz çalışmalar sonucu uydurma hadisler sahih hadislerden ayrılmış ve neticede büyük bir hazine ortaya çıkmıştır. Hadisler üzerinde oluşturulmaya çalışılan şüpheler ise ilim ile ulaşılan bir netice değildir. Bilakis art niyetin neticesidir. İşte bu hadis külliyatı bizlere İslam’ın iktisadi nizamını da içtimai nizamını da yönetim ve ukubat nizamını da belirleme imkânını sunmuştur. Kimsecikler heveslenmesin bu dinin koruyucusu Allah’tır ve Allah Subhanehu ve Teala bu dini koruyacağını vaat etmiştir. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphesiz zikri (Kur’an ve Sünnet) biz indirdik ve şüphesiz onun koruyucusu biziz!” (Hicr 9)
Dikkat edilirse Allah Kur’anı biz indirdik demiyor zikri biz indirdik diyor. Zikr; din demektir. Din ise tek başına Kur’an değil bilakis Kur’an ve sünnettir. Allah’ın onu koruması ise birbirinden değerli hadis alimleri sayesinde olmuştur ve Allah’ın koruması altında olan bir şeye dünya birleşse zarar veremez!
Gelelim Tonga’nın yazısında bahsettiği din adına yapılan zorbalıklara. Sayın Tonga İslam, fethettiği toprakları bila istisna ihya etmiştir. Bila istisna topraklarında kitlesel bir zulme imza atmamıştır. Oysa insanlığın ulaştığı en yetkin yönetim modeli diye bahsettiğiniz demokrasiyi tatbik eden devletlerin zorbalıkları ve sömürüleri tarihte kara bir leke olarak durmaktadır. Bugün Afrika’da insanlar açlıktan ölüyorsa bunun müsebbibi sizin gibilerin zihinlerini işgal etmiş olan batıdır. İngilizlerin, Fransızların, ABD’nin, Rusya’nın çok yakın tarihte yaptığı soykırımlar ortadadır.
Son olarak, bu topraklarda yaşayan halk Müslümandır. İslam bu halkın hücrelerine işlemiştir. Zorbalık yoluyla tatbik edilen kapitalist nizamdan bu halk asla razı olmayacaktır. Halkın neye rıza göstereceğini asırlardır dilden dile dolaşmakta olan ve sizin hayallerinizi yıkan şu söz çok açık bir şekilde göstermektedir:
“Şeriatın kestiği parmak acımaz!”
Son olarak Sayın Tonga’nın yazısında yer vermediği Hilafet Devleti Anayasa Taslağı’ından birkaç maddeyi buradan paylaşmak istiyorum.
MADDE 6: Devletin, yönetimde, yargılamada veya idaresi altında bulunanların işlerini yürütmede ya da benzeri konularda, tebaa arasında ayrım ve fark gözetmesi caiz değildir; ırk, din, renk ve buna benzer şeyleri hesaba katmadan bütün topluma eşit gözle bakması gerekir.
Gayrimüslimler inanç ve ibadetlerinde genel nizamlar çerçevesinde serbesttirler. Yiyecekleri ve giyecekleri hususunda şer’î hükümlerin izin verdiği oranda, kendi dinlerine göre muamele görürler. Evlenme ve boşanma işleri, gayrimüslimler arasında kendi dinlerine göre, Müslümanlarla gayrimüslimler arasında ise İslâmi hükümlere göre yapılır.
MADDE 37: Halife, hükümleri benimseme hususunda şer’î hükümlere bağlıdır. Şer’î delillerden sahih olarak çıkartılmayan bir hükmü benimsemesi haramdır. Benimsediği hükümler, şer’î istinbat metodu ile kayıtlıdır. Bu nedenle benimsediği hükümleri çıkartma metoduna aykırı çıkartılmış bir hükmü benimsemesi caiz olmadığı gibi benimsediği hükümlere aykırı bir emir vermesi de caiz değildir.
MADDE 110: Şûranın bağlayıcı olduğu meselelerde halife istişare ettiğinde, doğruluğuna veya yanlışlığına bakılmaksızın çoğunluğun görüşü alınır. Fakat bunlar dışında kalıp istişarenin bağlayıcı olmadığı konularda ise çoğunluğa veya azınlığa bakılmaksızın doğruluk aranır.
MADDE 114: Erkeklere verilen haklar kadınlara da verilir. Erkeklere yüklenen yükümlülük kadınlara da yüklenir. Ancak İslâm’ın kadın ve erkeklere şer’î deliller ile tahsis ettiği haklar müstesnadır. Dolayısıyla kadının ticaret, ziraat ve sanayi işlerine katılma, muamelat ve akitlerde bulunma, her tür mülke sahip olma hakkı vardır. Kendi başına veya başkası ile ortak olarak malını çoğaltabilir. Hayat işlerinin hepsine bizzat katılabilir.
MADDE 115: Kadının devlet görevlerine tayin edilmesi, Ümmet Meclisi üyelerini seçmesi, Ümmet Meclisi’ne üye olması, halifenin seçilmesine ve halifeye biat verilmesine iştirak etmesi caizdir.
MADDE 121: Karı ile koca, ev işlerini tam bir yardımlaşma ile idare ederler. Koca ev dışında yapılan bütün işlere bakmalıdır. Kadın da ev içinde yapılan işleri gücü yettiği kadar yapmalıdır. Koca, karısının yapamadığı işleri yapmak üzere hizmetçi tutmalıdır.
MADDE 153: Devlet, tabiyetini taşıyan herkes için iş bulmayı garanti eder.
MADDE 156: Devlet, malı ve işi olmayan, nafakasını temin edecek kimsesi bulunmayan kimselerin nafakalarını garanti eder. Yaşlıların ve özürlülerin barındırılmasını üstlenir.
MADDE 157: Devlet, malın tüm tebaa arasında dolaşması için çalışır ve yalnızca belirli bir zümre arasında dolaşmasına engel olur.
MADDE 166: Devlet, kendisine has, bağımsız bir para çıkartır. Bu paranın, herhangi bir yabancı para birimine bağlanması caiz değildir.
MADDE 179: Devlet; fıkıh, fıkıh usulü, hadis, tefsir ile fikir, tıp, mühendislik ve kimya, icatlar, keşifler ve benzerlerinden çeşitli bilgilerde araştırmalarını devam ettirmek isteyenlere imkân sağlamak üzere üniversite ve okullardakinin dışında da kütüphaneler, laboratuvarlar ve diğer bilimsel araçları hazırlar ki ümmet içerisinde birçok icat edici kâşifler ve müçtehitler bulunsun.
MADDE 191: Devletin, İslâm esasından başkasına veya İslâm hükümlerinden başka hükümleri tatbik etmeye dayanan örgütlere iştirak etmesi; Birleşmiş Milletler (UN), Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerle Arap Birliği gibi bölgesel örgütlere katılması caiz değildir.