Normalleşme nedir? Anormal bir hâlin sükûn bulması, “olması gereken -seviyeye- hâle bürünmesi” dersek yanılmış olmayız. Peki; bu durum, devletler için uyarlanabilir mi? Bir devlet “ben geçmişte şu cürümleri işledim, şu canı yaktım, şu zulmü yaptım veya şu zulme şahit oldum. Çok pişmanım artık, ben bu değilim, ben babacan olmalıyım, doğrusu şöyle idi” derse normal olana adım atmış mıdır sizce?
Yıllarca halkına zulmeden bir devletin “ben pişman oldum artık” demesi, 30 yılını hapiste geçirmiş bir mazlum ve mağdur tebaa için ne ifade eder?
28 Şubat mağduru bir Müslüman, 20 yıl boyunca evinde bir sıcak çorba içmedikten sonra, anneler evlat hasretiyle ötelere göçtükten sonra, eşler o dernek senin bu dernek benim dolaşıp “yardım eden yok mu?” diye çaresizce çırpındıktan sonra, 98’li yıllarda 7-8 yaşlarında babasız kalan çocuklar babalarının cezaevine girdiği zamanki yaşlarına ayak bastıktan sonra… sizlerin 20 yılın ardından “normalleşiyoruz” diyerek “barış sloganları” atmanız hangi yüreği soğutacak?
PKK için yarın “ ‘İsrail’le, Rusya ile normalleştik, haydi senle de normalleşelim!” dediğinizde, “biz bu senaryoda daha önce de oynadık” deseler, her şey normale mi dönecek? Binlerce masum cana kıymış bir örgütün “silah bırakmak gerekiyormuş” demesi, hangi canı geri getirecek?
Yirmi yıl “müttefikim” dediğin…
“Müslümanların kuyusunu kaz ama ben görmeyeyim” dediğin…
Katliamları, cürümleri, zulmü yaparken beraber ıslandığın…
Suriye’nin yokuşlu yollarında ter döktüğün,
Stratejik hedeflere birlikte alkış tuttuğun…
Evet, tüm bu başarılara(!) imza attığın Amerika için; “Gerçekten Müslümanların düşmanıymış!” demen, neyi değiştirecek?
Bugün Libya için çırpındığına, “onların kanı dökülmesin” diye canla başla çalıştığına, barış için, umut için mücadele ettiğine milyonları inandırabilirsin. “Bravo!” diyen milyonlar arkanda saf tutar. Televizyon ekranlarında şakşakçılar “kahraman!” nidalarıyla duygularını okşar. Susmuş-susturulmuş medya pembe bir dünya çiziverir senin hatırına, sana inanmış görünerek; senle pozlar verir, gülücükler atar…
Tüm bunlardan hoşnut olabilirsin.
Suriye’de kendini ve sana inanmış görünenleri, muhaliflerin halefi, kâfirlerin ve Esed’in düşmanı gösterebilirsin. Binlerce masum canın katliamına “uluslararası konjonktür” diyerek kılıf bulabilirisin. Kızılay’ın battaniye, çadır, un ve şeker depolarını Suriyeli muhacir kardeşlerine feda edebilirsin. Hama’nın, Humus’un, Dera’nın, Lazkiye’nin, İdlib’in ve diğer güzide şehirlerin harabeye çevrilmesine, “ateşkesin ihlali” diyerek “çaresizlik” edebiyatı yapabilirsin.
Bu filmin sonuna geldiğinde; oyunun tekrarı oynatılmayacaksa, kıyılan canlar geri gelmeyecekse, yitirilen ağıtlar sevince, hüzünler sürura, nedametler umuda döndürülmeyecekse, şehirleri 5 yılda, 10 yılda imar etmişsin, okullar açmışsın, polis teşkilatı kurmuş, belediye hizmeti götürmüşsün, camileri onarmışsın, ne anlamı var?
Annesini savaşta kaybetmiş bir kız çocuğu için canlı bir anne yapabilir misin?
Okulu bombalanmış bir çocuğun sınıf arkadaşını geri getirebilir misin?
Aslında sorun tam da şu: devlet aklı, ölçülebilen, değeri olmayan, sayılabilen somut göstergelerle hayata bakarken, hakkaniyetli bakışlar, basiretli aydınlar; değerli, saygın, hakiki ve ölçülemeyen bir değerden bahseder… “Normalleştim” diyen devlet, istatistiklerle hayatı yorumlarken, bu doğru bakış sahipleri, Batı’nın ve batılın hesaplarını yüzlerine çarpar ve onlara yüksek sesle şöyle der: “Biz sizi istemiyoruz. Çünkü siz, bize kan ve gözyaşı veriyorsunuz!”
Myanmar ve Doğu Türkistan’da Müslüman kanı akarken, babası gözleri önünde doğranan bir çocuğun, evi yakılan bir çekik gözlü annenin, hayata karamsar bakmaması için hangi mutlu haberi okuması lazım sizce? “Vatanım” diye ortalıkta fink atıp ülke çıkarlarının ulvi ruhaniyetiyle susmayı devlet politikası olarak benimseyen yöneticiler, hangi mutlu haberi verebilir? Yarın “ümmetin çocuklarını ölüme terk ettik!” demeniz, sizde nasıl insani saygınlık ve onur bırakacak?
Rusya ile ticari, “İsrail” ile sanayi, Amerika ile stratejik, İran ile bölgesel hesaplar yaparken, bu coğrafyanın Ahmet’i, Muhammed’i, onların bombaları, füzeleri ve kimyasal silahlarıyla yok ediliyor. Yitirilen bu canların hesabının bu dünyada sorulmamış olması sizi mutlu etmesin! Batı’nın fikrî, siyasi, ekonomik ve politik üstünlüğü gözlerinizi kör etmişse, bu aşağılık teröristlerin cürümlerini görmezden gelmeniz sizi temize çıkarmayacaktır!
Yarın yüzünüzü doğuya döndüğünüzde çok geç olabilir!
Hangi zaviyeden bakarsanız bakın, “İslami Devlet”e doğru atacağınız o ilk adım, normalleşmenin ilk adımı olacaktır.
-Olması gerektiği veçhile- geç olmadan atılacak o adım; sömürgecilerin hesaplarını boşa çıkarmanız, planlarını tersyüz etmeniz ve gerçek kardeşlerinize yüzünüzü dönmeniz demektir. Konstantin’i fetheden Muhammed Fatih’in torunlarının, aynı şekilde Roma’nın Washington’un, Moskova’nın ve Paris’in hesaplarını bozmaları, dahası Rasul Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın müjdesini gerçekleştirmeleri yani Roma’yı fethetmeleri ne de yakışırdı!
Vallahi asıl “normalleşme” budur!