Üzerine basa basa “muhafazakâr demokratlar” diyorum. Zira yalnız “muhafazakâr” terimi kullanılınca; tabanı olan mahallede “İslâmi hassasiyeti olan kutsal bir hükümet” algısı oluşurken, karşı mahalledeki İslâm’ı karalamak için her fırsatı değerlendiren Batı hayranı kimliksizler ise “siyasal İslâm çöktü” nakaratını tekrar etmeye başlıyor. Oysa uygulanan da, çöken de İslâmi söylemlerle süslenen batıl laik demokratik nizamdır.
Önce savunduğumuz şeyi önyargısız, inatlardan, fanatiklikten sıyrılarak tanımlayalım zira bir yalanı ebedi olarak savunmak, üzerini örtmek -elde hangi kudreti bulundurursanız bulundurun- mümkün değildir. Güzel bir söz var: “Yalan söylemek için iyi bir hafızaya sahip olmak gerekir.”
“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” yani “İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır” dezavantajını iyi değerlendiren demokrat siyasetçiler, koca bir toplumun gözünün içine baka baka yalanlar söyleyebiliyor. Dün tükürdüğünde alkışlanırken, bugün tükürdüğünü yalayınca yine alkışlanıyor.
Artık internet diye bir hafıza var ve yalan söyledikleri arşivden çıkarılan videolarla kanıtlansa da kızarmayan köseleden suratlar, tevil etmekte maharetli kıvrak diller, siyasi akrobaside mahir elastik omurgasızlar var. Böyle bir bataklığın içindeyiz. Tıpkı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’deki cahiliye yaşantısını gördükçe Hira Mağarası’nda inzivaya çekildiği ağır zamanlar gibi…
Her neyse, dönelim “muhafazakârlığın” tanımına:
“Tutuculuk, geleneksel toplumsal etmenlerin korunmasını destekleyen politik ve toplumsal felsefedir. Daha belirgin bir anlamda ilgili toplumun içinde bulunduğu çağın gereklerini göz ardı etmeksizin, geçmişten gelen tarihsel, kültürel ve uygar birikimlerini kaybetmeden, kısaca öz dinamiklerinin değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan politik bir görüştür.”[1]
Fakat şöyle bir durum da var: değişimden ve yenilikten bahsedenler de istedikleri toplumsal düzen kurulduğunda muhafazakârlaşabilirler. Bugün Kemalistler, Osmanlı İslâm Devleti’nin yıkılışı sonrası kurulan statükodan memnun ve muhafazakârlaşmış durumdalar. İslâm’a dair bir kelime duyduklarında ya da sembol gördüklerinde muhafaza ettikleri statükonun yıkılacağından şiddetli bir şekilde korkuyorlar. Kanunla korunan bir liderin temel attığı “10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” tanımıyla kurulan ve çağın gerisinde kalınsa da ilkel kabileler gibi heykellerle dayatılan bir fikir muhafazakârlığın dibi…
Tarih tekerrürden ibaret; bize de cahiliye düştü.
Şimdi akla şu soru geliyor: Kemalistler, Cumhuriyet ile kurulan düzenin muhafazakârıysa, kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan akım neyin muhafazakârı?
Öyle ya Mevlüt Çavuşoğlu verdiği bir mülakatta aynen şunları söylemişti: “Bizi İslâmi parti zannediyorlar. Biz, İslâm’ın bir siyasi partiyle özdeşlemesine karşı olduğumuzu söylüyoruz. Herkes kendi inancına inanabilir, dinlerin siyasi partilerle özdeşleşmesine, isminin verilmesine karşıyız. Mesela Mısır’da başbakanımızın laiklik vurgusu yapmasına şaşırıyorlar” ifadeleriyle laikliği savunan hatta Muhammed Mursi Mısır’da iktidara gelince koşa koşa Kahire’ye gidip laikliği tavsiye eden bir parti olduklarını övüne övüne anlatıyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan 2010 yılında Fransız Le Figaro gazetesine verdiği bir mülakatta sorulan, “Kendinizi ılımlı İslâmcı bir parti olarak görüyor musunuz?” şeklindeki soruyu; “Biz kendimizi böyle tanımlamıyoruz. Avrupa’da Hıristiyan Demokrat partiler var. Ben siyasal İslâm’ı kabul etmiyorum. AK Parti İslâmcı bir parti değildir. Biz kendimizi muhafazakâr demokrat olarak görüyoruz. Avrupalı dostlarımız da bizi böyle görürlerse hakkımızdaki önyargılarından kurtulabilirler” ifadeleriyle yanıtlamış ve AK Parti’nin izini, hedefini, şeceresini ortaya koymuştu. Öyle ki “ılımlı İslâm” denen ucube kavramı bile kabul etmemişti.
Arınç, Gül ve AK Parti’nin diğer ağır toplarının da bu tür açıklamaları mevcut.
Buradan hareketle diyebiliyoruz ki: “AK Parti, İslâmi söylemler kullanan bir CHP klonudur!”
Biraz sert mi oldu? Bence değil. İzah edeyim…
AK Parti, Osmanlı İslâm Devleti sonrası kurulan laik demokratik nizamın muhafızı, muhafazakârıdır. Oy toplamak için İslâmi söylemleri kullanan ama İslâmi hassasiyeti olmayan bir partidir. Hâliyle Erdoğan’ın tanımından bu ortaya çıkıyor.
Eğer İslâm’ın muhafızı ve O’ndan neşet eden akide ve fikirlerle oluşmuş bir toplumun muhafazakârı olsaydı, batıl nizam ile başladığı ağır ağır yıllara yayılan “normalleşme” denilen anormalleşmeyi bugün de İslâm’a ve Müslümanlara apaçık düşman rejimlerle el sıkışarak genişletir miydi?
Sorular… sorular… sorular…
Evet, aslında başından beri AK Parti, kendini İslâmcı olarak tanımlamamıştı. Bunun takiyye olduğuna ve tedricen İslâm’ı getireceğine inanmış olanlar sadece muhafazakâr Kemalistler değildi; AK Parti Müslümanları da yavaş yavaş İslâm nizamının uygulanacağına usta kelime oyunlarıyla inandırarak yıllarca peşinden koşturdu.
Oysa “gaye vasıtayı meşru kılmaz” ilkesinin çoktan unutturulduğu bir topluma, seçim meydanlarında bir ayet bir de hadis-i şerif okundu mu, yavaş yavaş İslâm nizamının geleceğine kendini inandırmış ve bu efsaneye inanan bir tabanı olması konforuyla geniş bir manevra kabiliyetine sahip iktidar sarhoşluğu, artık sınır tanımaz dönüşlere imza atıyor. Kaldı ki AK Parti böyle bir gayesinin olmadığını çok önceleri açıklamıştı. Vasıta fikrin cinsinden olmayınca, kutsal gayeye ulaşacağına kendini inandırmış samimi Müslümanlar da insan öğüten bu değirmende un ufak oldu.
“Yusufları kaybettik demokrasi ilinde
Yusuf bulunur, hakikat bulunmaz
Bu akıl fikir ile Mevla bulunmaz
Bu nasıl nizamdır ki fecre çıkarmaz”
İslâmi hassasiyeti olduğunu düşündüğümüz “Yusufların”, “ahlaksız bir çağda yaşıyorsan sen de ahlaksız olabilirsin” ruhsatını verdiğine şahit oluyoruz. Bir milyon Müslümanı katleden, “Allah’tan başka ilah yoktur” yerine –hâşâ- “Esed’den başka ilah yoktur” demediği için Müslümanları canlı canlı toprağa gömen “Esed rejimi ile el sıkışabilirsiniz, Suriye’deki olaylar bize pahalıya patladı” diyecek kadar Makyavel’in müritliğine soyunmuş sözde fikir adamları(!) türetti muhafazakâr demokratlar.
Dedik ya; sınır tanımaz dönüşler yapıyor “muhafazakâr demokratlar”.
AK Parti, önce Kahire meydanlarında binlerce Müslümanı vahşice katleden Sisi ile, sonra Filistin topraklarını işgal eden ve katliamlar gerçekleştiren “İsrail” ile, bugün bir milyon Müslümanı katleden ve milyonlarcasını evinden yurdundan daha önce denenmemiş silahları kullanarak çıkaran Esed rejimi ile el sıkışıyor.
“Muhafazakâr Demokratlar” adına masumiyet kazandırmak için “normalleşme” adını verdikleri anormalleşmeler ile yüzlerindeki maskeyi çıkarıyor; “Biz bu düzene aidiz, bu düzenin muhafazakârıyız” diye bağırıyorlar. Her ne sebeple olursa olsun İslâm ve Müslümanların düşmanlarıyla “normalleşmek”, Allah ve İslâm ile anormalleşmektir. Oysa seçim meydanlarında “biz kazanırsak Suriye kazanacak, Filistin kazanacak” sloganları atıp ne de güzel oy topluyorlardı!
İşte dilden dile anlatılan “Muhafazakâr” efsanesinin çöküşü! Belki bu “normalleşmeler” yaşanmadan iktidarı kaybetselerdi hâlâ gizemlerini koruyacaklardı. Bu da Allah’ın bir lütfu olsa gerek. Bu zilleti görmek için delil mi arıyorsunuz? Görebilene bundan daha âlâ delil mi olur? Göremeyene de insan öğüten değirmen bir mezar olur.
İslâm’ın demokrasi ile geleceğine inandırarak oy toplayan İslâm coğrafyasındaki efsane “muhafazakâr demokratlar” maskelerinin düşmesiyle deşifre oldu ve artık çöküyor. Arap Baharı’nın başladığı Tunus’ta halkın oylarını alarak devrim yapacağına inandıran “muhafazakâr” Nahda hareketi, halkın kanlarıyla kazanılan kıyamı laik zorbalara peşkeş çekti. Mısır’da Müslümanlar demokrasi ile bir değişimin gerçekleşmeyeceğini en acı şekilde tecrübe etti. Türkiye’de batıl nizamı değiştireceğine inanılan “muhafazakâr demokratlar” koltuğa oturunca İslâm’ı değiştirmeye, “güncellemeye” kalktı. Meğer akıllarındaki fikir; değiştirilmesi gereken “kutsal”, laik demokrasi değil İslâm’mış. Uydukları bu bozuk çağa, İslâm’ı uydurmakmış. Dinleri “diyalog” yoluyla toplayıp kemale erdirilen ve Allah’ın razı olduğu İslâm’ı da aynı kefeye koyup hayattan uzaklaştırmak ve dinsizliği/laikliği devlette hâkim kılmakmış. Yalnız ruhani akidesi olan Hıristiyanlık ve Yahudilik ile siyasi akidesi de olan İslâm’ı eşit sayma cüreti içindeler.
İşte düzen ile normalleşerek deşifre olan “Muhafazakâr Demokratların” çöküşü!
Bir zamanlar Müslümanları laik demokratik nizama entegre etmek için icat edilen “muhafazakâr demokratlık” o kadar hoyrat kullanıldı ki kısa sürede aşınıp yok olmaya yüz tuttu.
Ve zorbalığa zorba diktatörlerle kaldığı yerden devam eden batıl nizam artık Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bahsettiği son merhalenin içindedir biiznillah:
“Aranızda Allah’ın olmasını dilediği kadar nübüvvet (peygamberlik) olacaktır. Sonra onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Sonra nübüvvet minhacı (metodu) üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Sonra da nübüvvet minhacı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır.”
[1] Vikipedi