Türkiye, Pazar günü yapılacak yerel seçimlere para piyasalarındaki çalkantının ve ekonomik sorunların gölgesinde giriyor. Ülke güvenliği açısından ise olağanüstü bir takım tedbirler alınmış durumda. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, seçim günü 553 bin emniyet görevlisi, 6 bin 745 zırhlı araç, 126 hava aracı ve 294 deniz aracının da seçim güvenliği için kullanılacağını açıkladı.
Seçimleri kim kazanır, kim kaybeder çok da önemli değil… İşin bu yönünde değilim. Burada esas konu, seçimin gerçek sonuçlarını Müslüman kardeşlerime hatırlatmak… İster genel olsun, ister yerel seçimler olsun demokratik seçimlerle başa kim gelirse gelsin Müslüman halk üzerinde uyguladığı laik anayasa ve yasalardır. Türkiye’deki tablo gösteriyor ki; laik sistem uygulanmaya devam ettiği sürece ahlaki yozlaşma had safhada olmaya devam edecek. Gayri meşru ilişkiler özendirilmeye devam edecek. Zinasıyla, faiziyle, kumar, içki ve uyuşturucusuyla tüm haram fiiller devlet eliyle hizmet vermeye devam edecek. Toplumsal dinamikler, laik demokratik değerler üzerinden yönlendirildiği sürece kaybedecek daha çok şeyimiz var demektir.
İslâm’ın esasları doğrultusunda hareket edilmediği demokratik seçimlerde, adaylar rakiplerine karşı her türlü çirkinliğe başvurabiliyor. Toplumun önünde rakiplerinin değerini düşürmek adına; bunların yolsuzlukları, ahlaksızlıkları, mahrem halleri ifşa ediliyor, ailelerine kadar varan saldırılar yapılarak türlü yalanlar, iftiralar ve ayak oyunları ile oy devşirilmeye çalışılıyor…
Yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Seçim Güvenliği” başlıklı açıklamasında “Seçim bir demokrasi şenliğidir!” ifadelerini kullanması demokratik seçimlerin, beka açısından laik rejimin besin kaynağı olduğunun da açık ifadesidir. Bu ifade bile başlı başına seçimlerde İslâmi esasların gözetilmediğinin en açık göstergesidir.
Yine bu seçim atmosferleri bir şeyi daha ön plana çıkarmaktadır ki o da Müslümanların parçalanmışlığı… Hâlbuki Müslümanların bir araya gelememelerinin öncelikli sebebi, laik demokratik fikirlerdir. Laiklik ve demokrasi Müslümanlar arasına ayrılık tohumları ekmektedir. Nasıl ki Müslümanların düşmanı kâfir ABD, Avrupa ve Rusya ise, aynı şekilde kâfirlerden türeyen laiklik ve demokrasi de Müslümanların baş düşmanıdır. Müslümanlar şu veya bu sebeple demokratik sisteme oy vererek destekledikleri sürece kâfirlerin fikirlerini bu topraklarda elleriyle beslemiş, bekasını uzatmış olmaktadırlar. İşte Batı uşağı siyasilerin bizleri çağırdıkları şey bu düşman, bozuk fikirlerdir.
Zira Müslüman halkımız, “Demokrasi sadece bir seçimdir” diyerek aldatılmaktadır. Oysa Allah’a ait olan hüküm/kanun koyma yetkisi demokratik seçimlerle insana bırakılmış oluyor. Yani Allah’a ait olan bir yetki, Allah’ın yarattığı insana verilmiş oluyor.
Daha net bir ifadeyle; demokrasilerdeki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” sözü ile İslâm’ın “Hâkimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız Allah’ındır” ilkesi, birbirleriyle taban tabana çelişmektedir.
Diğer taraftan Demokrasinin olmazsa olmazı olan fikir, mülk edinme, şahsi ve inanç hürriyetlerini de incelediğimizde bunların da İslâm’a uygun olmadığını görürüz. Zira demokrasinin sunduğu şahsi hürriyetler bağlamında insanlara mesela, eşcinsel olma hakkı verilmiştir. Kumar oynama, zina etme, içki içme vs. tüm bu gayri İslâmi unsurlar verilen oylarla desteklenmiş olmaktadır. Aynı şekilde inanç hürriyeti ile de kişinin istediği herhangi bir varlığa tapmasına destek verilmiş olmaktadır. İşte tüm bu İslâm karşıtı düşüncelerin temelini Demokrasi oluşturmaktadır.
Kuşkusuz İslâm’ı kendisine din olarak seçen insanların bağlanması gereken kurallar Allah tarafından belirlenmiştir. Bu minvalde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edildi:
مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ
“Kim bizim üzerinde bulunduğumuz emre (yani İslâm’a) aykırı bir amel işlerse o (amel) reddedilir.” [Müslim]
Namaz kılıp oruç tutan, Kur’an-ı Kerim okuyan birine oy vermekle İslâm’a oy verildiğini düşünenler hep kandırıldı. Çünkü oy verilen adaylar, kendilerinden “hayr” umdukları adaylar olsa da aslında oylanan ve kazanan laik sistemdir. Adaylar ise laik rejimi ayakta tutan piyonlardır.
Gerek önceki parlamenter sistem, gerekse şimdi ki başkanlık sistemi, demokratik küfür nizamının üzerine kuruludur. Dolayısıyla yapılan tüm seçimlerde kazanan hep Batılı fikirler, Batılılar oldu. Hep Demokrasi kazandı, laiklik kazandı, kâfirler kazandı!
Türkiye, İslâmi yönetim sistemi olan Hilâfet’in kaldırılmasından sonra 90 küsur yıldır laiklik esası üzere Fransa menşeili hukuk ile yönetiliyor. Ceza Hukuku İtalya’dan, Ticaret, Vergi ve Ceza Muhakemeleri Hukuku Almanya’dan, Medeni Kanun, Borçlar ve İcra İflas Hukuku da İsviçre’den alınmıştır. Dolayısıyla yönetim hükümleri Batı’dan getirildi. Yapılan tüm seçimler işte bu Batı kaynaklı yönetim sisteminin bekasını korumaya yönelik olarak neticelenmektedir. Seçimler sonucunda başarı elde edenlerin yaptıkları balkon konuşmalarında dile getirilen “Kimin kazandığı önemli değil, gerçekte demokrasi kazandı” sözü, laik yönetimin bekasına bir vurgudur.
Unutulmamalıdır ki Müslümanlar, bütün amellerinde şer’î hükümler ile mükelleftir. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın indirdikleri hükümler haricinde başka hükümler aramak, onlara başvurmak, onlara davet etmek, onlarla amel etmek dinimiz tarafından yasaklanmış ve onu bütün yönleriyle inkâr etmemiz emredilmiştir.
Zira Allah Subhanehû ve Teâlâ insanlığı, tarihin hiçbir döneminde başıboş bırakmamış, tüm kavimlere elçilerini göndererek onlara nasıl bir yaşam sürmeleri gerektiğini bildirmiştir. Allah’ı her konuda birlemek manasına gelen tevhit mücadelesi, Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın ilk elçisi Âdem Aleyhi’s Selam’dan başlamış ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından bizlere ulaştırılmış olup kıyamete kadar da devam edecektir.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” [Nisa 60]
Rabbimiz, Kendi rızası doğrultusunda bir yaşam sürmemize vesile olacak, küfrün karanlığından İslâm’ın aydınlığına ulaştıracak Râşid Halifelerimizi seçeceğimiz günleri tez zamanda görmeyi bizlere nasip etsin.