Oda sayısı, maliyeti ve şatafatı ile Ak Saray tartışmaları
gündemi devamlı meşgul ediyor. Muhalefet, Ermenekli Recep Amca’nın ayağındaki
yırtık lastik ayakkabı ile yeni sarayında oturan “Cumhurbaşkanı Recep’i”
kıyaslayarak hükümete ve Erdoğan’a yüklendikçe yükleniyor. İktidar ise
itibardan tasarruf olmaz zihniyeti ile Ak Sarayın yeni Türkiye için bir güç
timsali olduğunu söylüyor.
Seleflerinin aksine Çankaya Köşkü yerine Ak Sarayı kullanan
Erdoğan, yeni sarayı ile adeta bir dönemin kapandığını ilan etti ve fiili
olarak başkanlık sistemine geçiş yaptı. Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’nü
kullanmaması, muhalefet tarafından cumhuriyetle bir hesaplaşma olarak
yorumlandı. Biz ise daha önce, köşkten saraya geçiş eğer cumhuriyetle bir
hesaplaşma ise -ki bize göre değil- bunun cumhuriyete ait sembollerin
değiştirilmesiyle değil, bu fasit sistemin bizzat kendisinin değiştirilmesiyle
olacağını beyan etmiştik.
Gelelim asıl konumuza. Ak Saray’ın, yeni Türkiye’nin bir güç
gösterisi olduğunu savunanların elini kuvvetlendiren misafirleri oldu son
günlerde. Sırasıyla Papa, Putin, AB yetkilileri ve en son da İngiltere
Başbakanı Cameron’un ziyareti, bu düşüncede olanlara “işte gördünüz mü büyük ve
güçlü devlet böyle olur” dedirtti. Yani bin yüz elli küsur odalı ve 1,5 milyar
lira maliyetli Ak Saray’ın buna değdiğini, gücün bu olduğunu ve artık herkesin
Türkiye’yi yanında görmek istediği için görüşme sırasına girdiğini söylediler,
yazdılar.
Çokta haksız sayılmazlar hani. Zira İngiliz (askeri)
vesayeti altındaki eski Türkiye, kendi sınırlarına hapsolmuş etkisiz bir
elemandı. Ancak Amerikan (sivil-demokrat) vesayetine sahip yeni Türkiye,
Amerika’nın model ortağı olması hasebiyle zincirlerini kırarak köprü ülke
olmaktan çıktı ve merkez ülke konumuna geldi. Senaryo her ne kadar Amerika tarafından
yazılsa da, oyuncular rollerinin hakkını verecek şekilde mahir çıktı.
Peki tüm bunlar, görkemli Ak Saray ve bu saraya gelen giden
ağır misafirler, Türkiye’yi güçlü kılar mı? Yani bu ziyaretler de onlarla
yapılan ticari anlaşmalarla mı güçleneceğiz? Rusya’dan aldığımız %6 gaz
indirimiyle mi zengin olacağız? Ya da güney akım yerine henüz daha şartları
belli olmayan Türk akımı projesi mi bizi büyük yapacak? Rusya ile ilişkileri
geliştirince, yarım asırdır kapısını aşındırdığımız AB’ye burun bükünce mi
kuvvetli sayılacağız? Annan planı doğrultusunda Kıbrıs’ı teslim ederken,
Cumhurbaşkanı’nın “doğu Akdeniz de bizden habersiz enerji aranamaz” çıkışıyla
mı avunacağız?
Elbette ki hayır!
O halde ne zaman güçlü oluruz?
Rus lideri Putin’e, gizli servisinin Müslümanlara yönelik
İstanbul’da düzenlediği suikastlarının hesabını sorduğumuz zaman! İslam’a ve
Müslümanlara hakarette haddini aşan Çeçenistan’daki köpeği Kadirov’un
yaptıklarına, artık tahammül edemediğimizi belirttiğimiz zaman! Tüm Rus
topraklarında Müslümanlara yapılan zulümlerin sabrımızı taşırdığını ve bir an
önce durdurulması gerektiğini söyleyebildiğimiz zaman!
Türkiye’ye gelen AB yetkililerine, kendi ifadeleriyle bir
Hristiyan kulübü olan AB’ye üyelik müzakerelerinden çekildiğimizi ve eskiden
olduğu gibi Müslümanları yeniden bir çatı altında toplayacağımızı söylediğimizi
zaman!
İngiltere Başbakanı Cameron’a, Osmanlı’nın yıkılmasıyla
kurulan Cumhuriyet’in bir İngiliz projesi olduğunu ve bu projeyi sonlandırarak
Allah’ın izniyle Hilafet’i yeniden ikame etmek için çalışmalara başladığımızı
ifade ettiğimiz zaman!
Ne zaman güçlü oluruz biliyor musunuz? Kâfir Papa’yı
“Kutsiyet penahları” olarak görmekten hayâ ettiğimiz zaman! Batılılar
karşısında kapıldığımız kompleksten kurtulduğumuz zaman! Osmanlıca dilini
seçmeli olarak değil, Osmanlının yönetim şekli olan Hilafet’i geri getirdiğimiz
zaman!
“Bunlar büyük ve güçlü devletler, şimdilik onlara posta
koyacak kadar güçlü değiliz, biraz zamana ihtiyacımız var” diyenler için
yeniden soralım. Ne zaman güçlü oluruz?
Yeni seçilen Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın teamüller gereği
ilk yurtdışı ziyaretini yaptığı kardeş Azerbaycan’a gittiğimizde devlet başkanı
Aliyev’e, “sizin ülkenizde başörtülü bacılara zulüm ediliyor, 28 Şubat
sürecinde bize yapılanları, siz burada halen daha kendi halkınıza yapıyorsunuz,
zulümle abad olunmaz, hiç mi Allah’tan korkmuyorsunuz” diyebildiğimiz zaman!
Ülkelerinde namazı dahi yasaklayan Türki Cumhuriyetlerin
“gardaş” devlet başkanlarıyla, inşaat ihalelerinin dışında mazlum Müslümanlar için
hak kelamı konuştuğumuz zaman!
Mübarek Mescidi Aksa’yı postalları ile kirleten siyonist
askerlerin gaspçı varlığı “İsrail” ile ticaret hacmi rekoru kırarak değil,
bilakis onlarla tüm ilişkilerimizi kestiğimiz zaman!
İşte gerçek güç gösterileri bunlardır. Bunları yaparsanız, o
zaman güçlü bir devlet olur ve huzurla yaşarsınız saraylarınızda. Eğer bunları
yapabiliyorsanız, helal olsun bu saraylar size. (Tabi halkınızın yarısı açlık
sınırında değil ise) Mühim olan o bin yüz elli küsur oda da değil. O odalarda
ağırladığınız kişilerin Allah’a, Rasûlüne ve Müslümanlara düşman olup
olmadıkları ve sizin onlara hak sözü söyleyip söyleyemediğinizdir. Yaptığınız
ticari anlaşmalarla veya inşa ettiğiniz saraylarla güçlü olamazsınız! Hele hele
küresel güçlerin sizi razı etmek için verdiği kırıntılardan yola çıkarak asla
kuvvetli sayılamazsınız!