Türkiye gündemi yeniden anayasa tartışmaları, terör saldırıları, kutuplaşmalar, kamplaşmalar, kavgalarla gergin bir atmosferde referandumu tartışıyor. Ak Parti’nin hazırladığı, MHP’nin destek verdiği 18 maddelik Anayasa Değişiklik Teklifi referanduma götürülürken bir taraf sistem değişikliği gerekli diyerek “evet” demeye davet ederken, diğer taraf ise rejim değiştiriliyor korkusu ile “hayır” demeye davet ediyor. Toplum bu iki algı operasyonu arasında tercihte bulunmaya zorlanıyor. Bu hengâmede ön plana çıkartılan ve tartışılan konu ise; Cumhurbaşkanı Erdoğan başkan olmalı mı, olmamalı mı?
Hâlbuki önemli olan ve konuşulup tartışılması gereken asıl şey, söz konusu anayasanın kaynağının ne olduğu, ne olacağı ve ne olması gerektiği konusu. Yani devletin şeklini, yasama, yürütme ve yargı ve diğer tüm konularındaki esaslarını, bireylerin hak ve hukuklarını, devlet ile bireyler arasındaki ilişkileri ve sair esasları belirleyen unsur, insan aklı mı olmalı yoksa insanı yaratan âlemlerin Rabbi olan Allah’tan gelen vahiy mi olmalı? Şüphesiz ki sınırlı, aciz, eksik ve nizamın esaslarını belirlemede yetersiz olan insan aklının anayasa ve kanun belirlemesi zulümdür; İslam’a taban tabana zıttır. Gerek Kuran’daki ayetlerden gerekse Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in uygulamalarından da anlaşılacağı üzere, hüküm koymada, helal-haram, farz-mubah-sünnet gibi insanın amelleri ile ilgili esas konularda aklın hükümleri belirlemesi mümkün değildir. İnsan ancak şeriatın mubah kıldığı konularda hüküm koyabilir.
Bu yüzden Türkiye’de her gelen iktidar, anayasa ve kanun yapmaya çalışmış, bu defalarca tekrarlanmış ancak hiçbir zaman başarılı olunamamıştır. Çok uzaklara gitmeden yakın tarihimiz bu söylediklerimizin delilidir. Ülkemizde anayasa dediğimizde akla gelen ilk şey, darbeler ve sonrasında hazırlanan metinlerdir. 1921’den 1982 yılına kadar Türkiye’de altmış yılda dört defa anayasa hazırlanmış ancak köklü denilebilecek değişikliklere rağmen bu anayasalar toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemiş, huzur ve mutluluk getirmemiştir. En son hazırlanan 1982 anayasasında ilk değişiklik 1987 yılında, son değişiklik ise 2011 yılında yapılmış ve toplam 18 değişiklikte 177 maddenin 113 tanesi değiştirilmiştir. Tüm bu esastan değişikliklerle anayasanın büyük çoğunluğu değiştirilmesine rağmen siyasilerden, bürokratlardan ve toplumun hiç bir kesiminden bu anayasa sahiplenilmemiş, hatta değiştirilmesi gerektiği her zaman savunulmuştur. Sebep, yukarıda bahsettiğimiz gibi bu anayasa ve kanunların, vahiy ölçü alınmadan insan aklından çıkmasından kaynaklanmaktadır. Peki, bu değişiklik ile yeniden dizayn edilen anayasa, sorunları çözmeye yetecek midir? Bu değişiklik, son değişiklik olacak mıdır? Bu anayasa değiştirilirken vahiy esas ve ölçü alınmış mıdır? Kuşkusuz esasları değiştirilmediği için kendinden önceki denemeler gibi bu anayasa değişikliği de ihtiyaçları karşılayamayacak ve kısa zaman sonra yeniden değiştirilmek istenecektir. Çünkü insanın koyduğu hiçbir kanun insanı tatmin etmeye yetmeyecektir.
Yine beşerî anayasa ve kanunların uygulandığı ülkemizde tüm alanlarda sonuç, tam manasıyla fiyaskodur. Gerek 1921 gerekse 1924, 1961, 1982 ve bugün değiştirildiği haliyle mevcut anayasanın temelleri İtalya’dan, İsviçre’den, İngiltere’den, Fransa’dan ithal edilmiş ve halen bunların kalıntılarından kurtulamamıştır. Her ne kadar bazen asker bazen sivil otorite anayasaları belirleyen güç gibi gösterilse de aslında yasaların ruhunda ve esasında kâfir Batı’nın etkisi barizdir.
İslam Nizamı’nın gölgesinde farklı dil, ırk ve hatta din mensubu asırlar boyu bir arada uyum ve huzur içinde yaşarken millî/ulusal/laik kimlikli anayasalar, Anadolu Yarımadası gibi küçük bir coğrafyada bile birlik, beraberlik ve huzurlu bir ortam sağlayamamıştır. İslamî anayasa ve kanunlara son verilince, koyulan yasalar bu Ümmet’in evlatları arasında Türk-Kürt, Sağ-Sol, dinci-laik gibi kutuplaşmalara zemin hazırlamış, on binlerce insan bu nedenlerden öldürülmüş, ümmetin servetleri bu yolda heba edilmiştir.
İslam anayasasının uygulandığı, üretim esaslı değil adaletli dağıtım esaslı ekonomik siyaset, zekât verilecek insan kalmayacak derecede ekonomik kalkınmayı sağlamış iken; günümüz anayasaları ile belirlenen ekonomik siyaset, işsizliğin milyonlarca insana ulaştığı, ekonomik sömürünün her yeri kuşattığı, insanların açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edildiği bir ekonomi üretmiştir.
Defalarca değiştirilen beşerî anayasa ve kanunlar eğitimde, kendisini tanımlayamayacak kadar sevgi, saygı, kimlik, şahsiyet ve ufuk yoksunu bir nesil üretmiştir. Her yıl yenileri yapılan cezaevleri maksimum derece dolmuş, yüz binlerce insan yer olmadığı için serbest bırakılmış, aflar, yasal düzenlemeler dahi cezaevlerini boşaltamamış, milyonlarca insan mahkeme kapılarında çaresiz kalmış, dosyalar yıllarca raflarda beklemiş ama yine de adaletli bir hukuk oluşturulamamıştır.
Yine bu anayasa ve kanunlar içtimaî hayatı koruyamamış, fıtrî bağ olan anne-baba-kardeş-evlat bağları kopma noktasına gelmiş, aileler dağılmış, yüz binlerce insan boşanmış, erkek ve kadın hayatın her alanında sömürülmüştür.
Bundan önceki anayasalara yapılan yamalar gibi bu yama da diğerlerinden farklı olmayacak ve değiştirilen maddeler ile bu anayasa toplumu tatmin edemeyecektir. Çünkü anayasanın bazı maddeleri değil esası bozuktur ve vahye dayanmamaktadır. Bu yüzden yapılması gereken, âlemlerin Rabbinden gelen vahyin esas alınarak yeni bir anayasa hazırlanmasıdır.
İster önceki haliyle İngiliz siyasetinin esaslarını belirlediği parlamenter modeli esas alan anayasa olsun, ister Amerikan siyasetinin esaslarını belirlediği başkanlık modeli anayasa olsun, isterse başka herhangi bir demokratik-laik modele dayansın beşerî tüm anayasa ve yasalar, gayri İslamî’dir; Müslümanlar tarafından kabul edilmesi asla caiz değildir.
Ayrıca anayasada yapılacak bu değişiklik zamanı dolmuş, ekonomik, siyasi, sosyal yönden bitmiş olan batıl anayasaya yeniden güven tazelemek ve umut bağlamaya neden olacak bir adımdır.
Bu yüzden biz, her aşamasında İslam’a danışılmadan hazırlanan bu anayasa değişikliğinde “evet” ve “hayır” tercihinin yerine asıl olması gerekeni yani İslamî bir anayasayı savunuyor ve buna davet ediyoruz. Çünkü bizler, hayat nizamı vahiy ile belirlenmiş bir fikre, bu fikrin şekillendirdiği ideallere, projelere sahip bir Ümmetiz. Biz 14 asır önce Medine’ye hicret ettiğinde ilk yazılı anayasa metnini hazırlayan Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in anayasasında olduğu gibi belirleyicinin vahiy olması gerektiğine iman ediyoruz.
Zira İnsanlık tarihi boyunca dünya üzerinde adaleti hakkıyla tesis eden yegâne sistem, İslamî anayasa ile yönetilen Hilafet nizamı olmuştur. Çünkü İslâm nizamının dayandığı temel esas, Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın emir ve nehiyleridir. Bu yüzden Müslümanların seçimi İslam’a uygun hazırlanmış anayasa olmalıdır.
إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf Suresi 40]