İnsanlık kriz üzerine krizler yaşarken gündem yine, yeniden mülteciler! Malum olduğu gibi “mülteci”, “sığınmacı”, “göçmen”, “kaçak” gibi isimler ile anılsalar da milyonlarca insanı katleden tağut, zalim rejimlerin ve kapitalist devletlerin sebep oldukları zulümlerinden can, mal ve namuslarını korumak için yaşadıkları yerleri mecburen terk eden ve mayınlı sınırları, yüzlerce km yolu, denizleri aşarak hayata tutunmaya çalışan muhacir kardeşlerimizdir onlar. Kamplarda donarak veya yanarak, Meriç’te, Akdeniz’de boğularak ölüyor, çoğu en kötü evlerde yüksek kira ile ağır işlerde, sigortasız, düşük maaş ile çalışıyorlar. Yıllardır Türkiyeli Müslümanlar, masum ve mazlum muhacirlere sahip çıktılar, ekmeklerini bölüştüler, dertleri ile dertlendiler; komşu, akraba, ortak, arkadaş, dost oldular. Suriyeli, Afgan, Türkistanlı Müslümanlar ile Türkiyeli Müslümanlar birbirleri ile anlaştılar, birbirlerini sevdiler.
Ta ki ulusal ve sosyal medyada başlatılan ırkçı, kışkırtıcı ve düşmansı faşist söylemler ile bütün sorunların sebebi olarak gösterilene kadar! Bu zihniyet sahipleri ekonomik krizi, siyasi krizi ve yakın gelecekte güvenlik krizlerini mültecilere bağladılar! İnsanları kuşatacak bir fikri, projesi olmayan siyasi partiler ve varlığını ırkçılık üzerine konumlandırmış tüm kesimler, konuyu hükümeti eleştirmek ve milliyetçi oyları almak için gündemde tutmaya devam ediyorlar!
Peki, Mülteciler konusuna nasıl bakmalıyız?
•Mültecilere neden düşmanlar? Neden bu mazlumlar suçlanıyorlar? Milliyetçi, ırkçı ve Kemalist temeller ile hareket eden bu siyasi partilerin ve onların söylediklerini destekleyen çevrelerin aslında düşmanlığı Suriyeli, Afgan, Pakistanlı veya Türkistanlı muhacirler değil İslâmi değerler ve Müslümanlar! Aynı düşmanlığı dün Türkiye’deki Kürt Müslümanlar için de yapmışlardı. Kur’an’ı, ezanı, tesettürü ve İslâm nizamını yasaklamışlar; ırkçı anlayışları ile kafatasını bile ölçmüşler, dağa taşa ırkçılık söylemlerini yazarak okullarda bunları her gün tekrar ettirmişlerdi. Onlar bu konuda bile samimi olamadılar! Suriyeli, Afganitanlı muhacirlere iftira atarken Avrupa’dan gelen mülteciler için hoşgörü, insaniyet naraları atabildiler.
• Geri Dönebilirler mi? Neredeyse hiçbirinin dönüp normal yaşayabilecekleri bir ülkeleri yok. Bırakan farklı bir ülkeden geri dönüşü, Suriye sınırında 10 yıldır kamplarda yaşayan insanlar bile ülke içinde diğer şehirlere dönmedi, dönemedi. Eğer can güvenliği olmuş olsaydı kendi ülkelerindeki topraklarına dönerlerdi. Dönemediler, çünkü can ve mal güvenlikleri hâlen yok! Gitmek isteseler; Suriyelileri milyonları katleden Esed, Doğu Türkistanlıları komünist Çin, Özbek, Kırgız, Tacikleri Orta Asya’daki diktatörler karşılayacak. Bu yüzden şimdilik geri dönmeleri demek zulme teslim olmak demektir!
• Mülteciler suç işliyor mu? Bir muhacir suç işlediğinde sanki bütün muhacirler işlemiş gibi algı oluşturulmaya çalışılıyor. Son zamanlarda sıkça örneklerine rastladığımız mülteciler ile ilgili algı oluşturmak için yalan-yanlış haberler yapılıyor. İslâm hukukunda ve şu an uygulanan hukukta esas olan “suçun şahsiliği” ilkesi yok sayılıyor. Elbette mülteci olarak gelen insanlar arasında sorunlu olanlar, suç işleyenler de oldu ve olacak. Ancak bunlar asla ırkçıların abarttığı gibi çok fazla değil küçük bir azıklıktı. Bunlar da diğer suç işleyenler gibi cezalandırıldı ve bazıları sınır dışı edildi. Bu algı çalışmalarına karşı dikkatli olunmalı ve bütün vatandaşlar için geçerli olduğu gibi muhacirler ve tüm insanlar içinde hukukun geçerli olduğu unutulmamalıdır.
• Suriyeli, Afgan Müslümanlar mülteci statüsündeler mi? Mülteciler; savaş-çatışma altında tehlikeli şartlardan korunmak isteyen insanlar olduğu halde bu insanlar arasında bile ayrım yapılıyor. Ülkemizde bulunan Suriyeli, Afgan, Özbek, Doğu Türkistanlı insanlar mülteci, şartlı mülteci veya ikincil korunan insanlar değiller. Çünkü mülteci statüsü yalnızca Avrupa’dan gelen Avrupalılara tanınıyor. Ukraynalı, Bulgar veya Yunanlı için tanınan haklar İslâm beldelerinden gelen insanlara tanınmıyor. Ülkemizde bulunan muhacirler, geçici koruma statüsündeler. Geçici koruma statüsü; uluslararası sözleşmelerde yer alan bir koruma türü olmamakla birlikte, yalnızca devletin takdir yetkisine bağlı olarak tanınan bir koruma statüsüdür, devletin inisiyatifine bağlı olup verilmesinde herhangi bir bağlayıcılık veya zorunluluk bulunmuyor. Bu konuda somut adım atmak hükümetin öncelikli sorumluluğu olmalıdır.
Hükümetin muhacirler konusunda misafirperverliği önemli ve olumlu bir adımdır. Ancak başından beri bu konunun AB ile pazarlık konusu yapılması, “mülteci” konusunda Batı’nın kurallarına göre hareket edilmesi gibi Ensar ve Muhacir kardeşliği ile bağdaşmayan yaklaşımlardan vazgeçilmeli ve sorunun çözümüne katkı sunacak adımlar atılmalıdır. Batı ve muhalefetten gelen tepkilerden bağımsız sorumluluk bilinci ile hareket edilmelidir. Muhacirlerin ihtiyacı olan eğitim, iş gibi konularda, ülke içerisinde yalan-yanlış bilgiler, pompalanan mülteci düşmanlığı, tırmandırılan faşist milliyetçi ruha karşı önlemler alınmalıdır.
• Tüm kesimler, ırkçı, faşist söylemler ile düşmanlığı açıkça belli olanların algı operasyonlarına karşı durmalı ve İslâmi esaslar ile hareket edilmesi için gayret edilmelidir. Bu yalan-yanlış propagandalara karşı İslâmi gündem oluşturulmalıdır. Mesele, milyonlarca Müslümanı ve kardeşliği ilgilendiren bir meseledir. Bu konu, “sarı öküz” misalidir. Sarı öküzü alanlar asla durmayacak, değerlerimizden ve inancımızdan sürekli tavizler isteyeceklerdir. Bunun için 1500 yıldır gayri insani, ahlaki ve ruhi ırkçılara karşı Kur’an’ın örnek gösterdiği Ensar-Muhacir kardeşliğini konuşmalı, bu hedeflenmelidir.
• Muhacirler sorunun kaynağı değil mağdurudur. Sorunun kaynağı; dünyada 75 milyon insanın muhacir olmasına sebep olan kapitalizmi uygulayan ABD, Avrupa, Çin, Rusya gibi Batılı sömürgeci devletler ve İslâm beldelerinin başındaki zalim yönetimlerdir. Ekonomik, siyasi, sosyal sorunlar mültecilerin değil tatbik edilen kapitalist nizamların suçudur. Bu yüzden tehlikeli olan; canlarını korumak için hicret veya göç eden insanlar değil kin, nefret ve düşmanlık üreten ırkçılık ve faşizmdir. İşsizlik, yüksek kiralar, suçlar, yoksulluk mültecilerin değil sistemin sorunudur.
• “Mazluma dili, dini, milleti sorulmaz” ilkesi ile hareket edilmelidir. Mazlumların yanında, bütün zalimlerin karşısında olunmalı; muhacirler arasında ayrım yapmadığımız gibi mazlumlar arasında da ayrım yapmamalıyız. Bu insanlar bizim din kardeşlerimiz Suriyeli, Orta Asyalı veya Afrikalı da olsa Bulgar, Yunan, Ukraynalı da olsa onlara yardım etmeliyiz. İnsani, ahlaki ve ruhi değerleri korumalıyız.
• Sürekli suçlanan mültecilerin suç oranlarının düşük ancak ülke ekonomisine katkılarının büyük olduğu anlatılmalıdır. Mülteciler olmasa inşaatlarda işçi, koyunu güdecek çoban, üretim yapacak eleman bulmanın zor olduğunu hatırlatmalıyız.
• Mülteciler meselesinin ancak savaş, çatışma, iç karışıklık ve zorlu yaşam şartlarına sebep olan tüm unsurların (kapitalizmin zulümleri) engellenmesi ve insanları kalkındıracak tek nizamın İslâm nizamının tatbik edildiği Hilafet Devleti olduğu bu sorunların ancak bu devlet eliyle çözüleceği her vesileyle gündeme getirilmeli, hatırda canlı tutulmalıdır.
• İslâm’ın tatbik edildiği her belde, İslâm beldesidir ve bütün Müslümanlar o topraklarda yaşayabilir. Bizim toprağımız, canımız, malımız, barışımız, savaşımız birdir. Her türlü fitne ve yaklaşıma rağmen biz bugün de meseleye İslâmi esaslar ile bakmak zorundayız. Bu yüzden İslâm beldelerindeki en temel vatandaşlık hakkı Müslüman olmaktır. Hatta bizim vatanımız, hangi dine mensup olursa olsun mazlumun vatanı ve sığınağıdır.
Çünkü biz, hicret eden bir peygamberin ümmetiyiz. “Hicran” kökünden gelen “hicret”, eziyet gören ve sabrederek başka yol arayan muhacirlerin amelidir. Mekke’de iman eden Müslümanlar, Allah yolunda hicret ettiler. Hepimiz şu fani dünyada garip bir yolcuyuz. Allah’tan geldik Allah’a gidiyoruz. Allah Rasulü’nün müjdelediği gariplerden olmak zorundayız. İnsanların belirlediği ölçüler ile değil Allah’ın emir ve nehiyleri ile hareket etmeliyiz. Bu yüzden “mülteci” değil “muhacir”, “göçmen” değil “kardeşlerimiz” demeli ve bu sorumluluk ile hareket etmeliyiz. Unutmayalım ki hiç kimse yaşadığı yeri terk etmek istemez. Suçlanması gerekenler, bu batıl, beşerî sistemler ve güç sahipleridir; can ve mallarını korumak isteyen muhacirler değil!