Müslümanlara Sürekli Kaybettiren Demokratik İllüzyondur!
09 Mayıs 2023

Müslümanlara Sürekli Kaybettiren Demokratik İllüzyondur!

Peygamber efendimizin kurduğu devlet, 3 Mart 1924 yılında yıkıldıktan sonra çok hızlı bir şekilde İslam ümmetinin Hilâfet ile arası demokratik siyaset vesilesi ile bilinçli bir şekilde açıldı. Mevcut gayri İslami nizam, Müslümanların demokratik zeminde mevcut düzen dâhilinde siyaset yapmalarını meşrulaştırdığı gibi onları bu alan dışında bir salahiyetlerinin olmadığına da inandırmayı ne yazık ki başardı.

Daha ilk günlerden beridir Müslümanlar ile Hilâfet’i yıkıp yerine cumhuriyeti kuranların arası açılmıştı. Kemalist zihniyetin karşısında kim aksi propaganda yaparsa halkın büyük bir teveccühünü alıyordu. Bu teveccühün sebebi, halkın siyasi basireti değil din düşmanlığını bayraklaştıran Kemalist zihniyete olan tepkiydi. Bu tepkiler sınırını aşınca ve Müslümanlar sistem içerisinde az da olsa bir rant elde edince, bu demokratik çabayı önemsemeye başladılar ve onu almakta bir beis görmediler. Bu minvalde “laik ve demokratik sistem bizim için amaç değil araçtır” gibi günah çıkartma söylemleri ara ara tekrarlansa da bu, tüm yapılanları meşru kılmıyordu.

Hayatın her alanında şer’i hükümlere bağlı kalan insanların başsız kaldıkları günden sonra tam da Batı’nın istediği bu konuma evrildiler. Zira demokratik bir ülkede, demokratik bir partinin kazanması, beka sorunu değil hükümet farkı olmaktadır. Ama böyle bir ülkede şer’i eksende davetin taşınması ve şer’i bir hedef olan Hilâfet’in kurulması, Batı için ciddi bir beka sorunudur.

Burada dikkatleri celp etmek istediğim mesele, haram olan küfür nizamlarına dâhil olmak meselesi değildir. Asıl mesele, “örümceğin evi” misali deliller bulmak sureti ile girdikleri bu sistemlerdeki kazanımları, İslam ve Müslümanların kazanımı olarak lanse etme meselesidir. Evet, şu an üzerinde durduğumuz mesele tam olarak budur.

Her seçim sath-ı mailinde demokratik bir figürasyon olan bu aldatmaca, ucuz müşteri arayan tüccar gibi başvurmaktan vazgeçemedikleri bir yol olmaktadır. Hâlbuki cumhuriyet tarihi incelenirse bu iddiaların içinin ne kadar boş olduğu görülecektir. Zira İslam tarafı görülen muhafazakâr cenahın tek kazanımı, bir zamanlar Batı’nın imkânsız addettiği şeydir. O da hiç şüphesiz, demokratik bu yola severek, bedel ödeyerek ve bunu İslam dininin gereği bir iş görmelerini sağlayarak adapte etmekti. Elde ve avuçta bunun dışında bir kazanım yok. Yoksa gündemden düşürmedikleri ve sağlarken bile demokrasiye göz kırptıkları argümanlar birer kazanım değil, aksine demokrasinin onlara sağladığı basit “nimet”lerdir. Dün stadyumları “şeriat” diye dolduranların bugün geldikleri noktadır, beyanlarımın kefareti.

Ne hikmetse; “ehven” olarak seçilenler övüle övüle bitirilemiyor. Her yaptıklarını meşrulaştıracak birileri çıkıyor. Aynı anda “ehven-i şer” ile daha az kötü olduğu kabul edilenler, sanki kötü değilmiş gibi servis edilmekte ve desteklenmemesi kerih görülmektedir.

Yine ne hikmetse; “maslahat” olarak tercih edilenlerin, toplumun her kesimine sirayet eden büyük mefsedetleri görmezden geliniyor. Birkaç ucuz maslahata, İslam ve Müslümanlara ihanet, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizin Batı’ya peşkeş çekilmesi, adalet ve hukukun mumla aranması ve yaşanacak en kötü yaşamın her yönü ile reva görülmesi mefsedetlerini geride bırakıyor.

Acaba umutları ve enerjileri çalınan ama eldeki şerlerden olamayan Müslümanlar ne zaman bu konuda şer’i hükmün gereği bir farziyet olan Hilâfet’in ikamesi hakikatini yeniden fark edecekler? Bu konuda acaba hangi vesileyi beklemektedirler? 1950’li yıllardan beridir tevessül ettikleri bu yolun sonunun çıkmaz olduğunu görmek için vahyin navigasyonuna ne zaman başvuracaklar?

Bu söylenenler, yüksek nasihat ve ufak bir tenkitten başka bir şey değil. Burada bir taraf olmaya da çalışmıyoruz. Biz, dün olduğumuz gibi bugün de bu konuda Rabbimizden hayır ister ve Allah’ın emrettiğine yöneliriz. Bu uğurda Müslümanın bela ve musibet talep etmesi doğru değildir. Ve yine müminin bela ve musibetlerin Allah’tan olduğuna iman edip sabretmesi de gerekmektedir. Muhafazakârların başta olmasının ya da kazanmasının şer’i davetin sübutu ile bir alakası yoktur. O halde kime ya da neye bu adanmışlık?

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de başta olanların İslam ve şeriat gibi bir derdi olmadığını bizzat kendi amelleri ve söylemleri ortaya koymaktadır. Onlar varken kâfirler eman altında, Müslümanlar ise her türlü zulme maruz kalmaktadırlar. Durum bu şekildeyken, kimse kazancını İslam ve Müslümanlar ile ilişkilendirmesin. Kazanan demokrasiden başkası değildir.

Son olarak Hilâfet’in ikamesi yolundaki amelleri ile Allah’ın rızasını kazanacak ve yeryüzünün hâkimiyetine sahip olacaklara selam edip şu ayet-i kerime meali ile sözlerimi tamamlamak istiyorum:

“Allah, sizlerden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için razı olduğu dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti.” [Nur Suresi 55]