Türkiye geçici olduğu söylenen yeni bir krizle karşı karşıya. İran’ın teknik bakım nedeniyle Türkiye’ye doğalgaz akışını kesmesi nedeniyle yaşanan enerji krizinden söz ediyorum. Türkiye Elektrik İletim AŞ’nin (TEİAŞ) aldığı karar doğrultusunda ülkedeki tüm Organize Sanayi Bölgeleri’ne yönelik elektrik kısıntısı devreye sokuldu. Türkiye’de sanayi üretiminin en az 3 gün süreyle yapılamayacağı duyuruldu.
Bir ülkede sanayinin 3 gün durmasının sonuçlarını ve bu halka yansıyacak maliyetini mevcut yöneticilerin bilmediği aşikâr. Ne de olsa bu maliyetler halka yüklenecek. Eğer dertleri halkının maslahatlarını gözetmek olsaydı elbette bunun önlemini çok önceden alırlardı. En başta elektrik üretim ve dağıtımını ülkede tekelleşen enerji şirketlerin eline terk etmezlerdi. Tabii ki bu plansızlık ve gevşeklik sadece bugünün yöneticilerine has bir durum değil, bunu da bu arada belirtelim.
2004 yılında Enerji ve Tabi Kaynaklar eski Bakanı Cumhur Ersümer ve bazı kamu görevlileri hakkında açılan meclis soruşturması için hazırlanan raporda; “2005 yılı itibarıyla elektrik enerjisi sektöründe yaklaşık 15 milyar metreküp doğalgaz ihtiyacı gözükmesine karşılık BOTAŞ Genel Müdürlüğü tarafından 2005 yılı için aynı amaçla 30 milyar metreküp gazın tüketilmesinin planlandığı ve buna göre gaz alım bağlantılarına gidildiği görülmektedir. Bu durumda, 2005 yılında yine yaklaşık 15 milyar metreküp gazın ihtiyaç olmaması nedeniyle tüketilemeyeceği ve bedelinin ‘take or pay/al veya öde’ şeklindeki anlaşmalar gereğince ödenmek durumunda kalınacağı, gazın tüketilmek istenmesi hâlinde de gereksiz santral yatırımlarına girileceği anlaşılmaktadır.” deniliyor. Yine aynı raporda; “Doğalgaz alım anlaşmalarının ihtiyacın üzerinde miktarlarda olması nedeniyle, gaz fazlasının doğalgaz çevrim santrallerinde tüketilmesi yaklaşımı sonucu, bugün gelinen noktada ihtiyacımız olmadığı hâlde yüksek fiyatlarla elektrik alınmak durumunda kalındığı” belirtiliyor. Meclis Araştırma Raporu’nda geçtiği gibi ihtiyacın iki katı doğalgaz alımı yapılmış, artan doğalgazları kullanmak için santraller inşa edilmiş ve yüksek maliyette elektrik üretimi yapılmıştır.
Bu uzun vadeli anlaşmalar neticesinde, doğalgaz dünya piyasalarında yaşanan düşüşlerin hiçbirinden yararlanılamadığı gibi alım garantili anlaşmalar olduğu için kullanılmayan doğalgaza da milyar dolarlar ödenmiştir. Türkiye, 1990’lı yıllardan bu yana Rusya, İran ve Azerbaycan ile uzun vadeli alım garantili doğalgaz anlaşmaları yapıyor. 1996 yılında İran’dan yıllık 9,6 milyar metreküp doğalgaz alımı için 30 yıllık sözleşme imzalandı. Aynı şekilde 1997 yılında Mavi Akım üzerinden ve yıllık 16 milyar metreküp doğalgaz alımı için imzalanan anlaşma 28 yıllığına yapılmış ve 2025 yılında sona erecektir.
1990’lı yıllara kadar elektrik altyapısını elinde bulunduran kamu kurumu Türkiye Elektrik Kurumu’ydu (TEK). Daha sonra 1993’te yine bir kamu şirketi olan Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) ardından 2001’de Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) kuruldu. TEDAŞ 2004’te 21 şirkete bölünerek özelleştirme kapsamına alındı. Daha sonra 2009 ile 2013 yılları arasında TEDAŞ’ın dağıtım santralleri birer birer satılmaya başlandı. TEDAŞ’a ait 21 dağıtım şirketi birkaç holdinge satıldı. Sabancı Holding’e ait EnerjiSA, Ankara ve İstanbul Anadolu yakası da aralarında olmak üzere 14 şehre, Cengiz Holding, Limak Holding ve Kolin İnşaat İstanbul Avrupa yakası da aralarında olmak üzere 11 şehre dağıtım yapmaktadır. Ayrıca Bereket Enerji, Çalık Holding, Alarko Holding, Zorlu Enerji, Aksa Enerji gibi Türkiye’nin büyük holdingleri enerji dağıtım pastasından paylarını almaktadır.
Dağıtım özelleştiği gibi üretim de özelleşti ve irili ufaklı birçok şirket enerji sektörüne girdi. Elektrik üretimine yapılan yatırımların büyük çoğunluğu döviz cinsinden alınan kredilerle yapıldı. Şirketler böyle bir riski alırken, döviz kurundaki istikrar ve artan enerji talebine fazlasıyla güvendikleri gibi enerji tekeline sahip olan şirketler, devletin bir şekilde kendilerini destekleyeceklerini de biliyorlardı. Nihayetinde dövizdeki yükseliş ile birlikte, enerji sektöründe kriz baş göstermeye başladı. Kullanılan krediler döviz cinsinden olduğu gibi elektrik üretiminde kullanılan kaynakların yarısını oluşturan fosil yakıtlardan doğalgaz ve ithal kömür de döviz cinsindendi. Kredi borçlarıyla birlikte maliyetler de arttı. TCMB verilerine göre sektörün 2009’da 1,63 milyar TL olan kambiyo zararı, Rahip Brunson krizinin yaşandığı 2018’e gelindiğinde 70,2 milyar TL’ye kadar yükseldi. Net satışlara oranla bakıldığında ise tablo şu: 2009’da net satışların yalnızca %2,37’si kambiyo zararıydı, bu oran 2018’de %28,4’e yükseldi.
Krizi kontrol altına alması için 2015 yılında 11 şehre elektrik dağıtımı yapan Çalık Holding’in CEO’su Berat Albayrak Enerji Bakanı yapıldı. Albayrak’ın ilk icraatı Türkiye’nin en büyük 10 sanayi kuruluşundan biri olan EÜAŞ’yi küçültmek oldu. Bu süreçte EÜAŞ’ye ait santraller yok pahasına enerji şirketlerine satıldı. Buna ek olarak elektrik tüketimini arttırmak için, yaz saati uygulaması sabitleştirildi. Tüm bu kurtarma operasyonları elbette enerji sektöründe faaliyet gösteren ve toplam net satışların %91,5’ini gerçekleştiren büyük ölçekli şirketler ve enerji sektöründe faaliyet gösteren şirketlere kredi veren bankalar için yapılmaktadır.
Türkiye elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 25’i doğalgazdan üretiliyor. Bu da hem doğalgaz temin ederken, hem de bunu elektrik üretimine dönüştürürken, döviz kaynaklı maliyetlere sebep oluyor. Hâl böyleyken ne yapılması gerekiyor? Öncelikle halkımızın, yöneticileri değişse de uygulamaları hiç aksamayan mevcut kapitalist sistemi artık sorgulaması gerekiyor. Birkaç holding için seferber olan devlet mantığı karşısında artık uyanmak gerekiyor. Yöneticilerden talep etmemiz gerekenler şunlardır:
-Öncelikle, elektrik gibi stratejik öneme sahip olan enerji kaynağının hem üretim, hem de dağıtımının bizzat devlet tarafından üstlenilmeli, üretim ve dağıtım tekelinin devlet elinde olmalı ve yolsuzluktan, adam kayırmacadan, peşkeşlerden uzak bir üretim ve dağıtım yapılmalı.
-Günü kurtarmaya dönük değil geleceği hesaba katarak planlama yapılmalı; yenilenebilir enerji kaynaklarına yoğunlaşılmalı ve bu kaynaklardan elektrik üretimi yapılması sağlanmalıdır.
Tabii ki bu yöneticiler, mevcut ranttan ve palazlandırdıkları kuyruklarıyla çıkar ilişkilerinden hiçbir şekilde vazgeçmeyeceklerdir. Bu doğru da peki, siz bu vampir ruhlu demokratik kapitalist sistem ve bu sistemi sürdüren -iktidar ya da muhalefette yer alsın- tüm demokratik partilerden ne zaman vazgeçeceksiniz?
Kıymetli Müslümanlar! Ne istediğinize karar verirseniz ve bu istek sizde iman derecesinde olursa sizi harekete geçirecektir. İşte ne istediğini bilmek; içinde bulunduğu hâlin farkında olarak hayat görüşünüzün size ne sorumluluklar yüklediğini bilmek, idrak etmek, zihinde somutlaştırmak imanla, Allah’a kulluk bilinciyle ilişkilidir. Bu iman ve kulluk bilinci aslında genel anlamda bu Müslüman halkın iliklerine kadar işlemiştir. İbadetlerle sınırlı bir şekilde açığa çıksa da, Allah’ın kulları için gönderdiği İslâm’ın bir hayat nizamı olduğunu fark ettiğinizde, aynı kulluk bilinci sizi, hayatın tüm yönleriyle ilgili Allah’ın çözüm ve hükümlerine teslim olmanızı sağlar.
Peki, İslâm’ın hükümlerini tastamam uygulayacak olan peygamberlik metodu üzere Râşidî Hilâfet Devleti’nde bu konudaki çözüm nedir? Elbette Allah’ın emir ve nehiyleri doğrultusunda, Hilâfet Devleti’nin tatbik edeceği iktisat nizamında bir şey, hangi kaynaktan üretiliyorsa onun hükmünü alır. Ferdî mülkiyetten üretilen mal, ferdî mülkiyetten sayılır. Kamu mülkiyetinden üretilen mallar ise kamu mülkiyetindendir. Elektrik; doğalgaz gibi, kömür gibi, nehirler gibi, göller gibi, denizler gibi kamu mülkiyetinden üretildiği için kamu mülkiyetinden sayılır.
Râşidî Hilâfet Devleti’nde elektrik üretimi ve dağıtımı özelleştirilemez. Bununla birlikte elektrik üre- timinde kullanılacak kaynaklar, devletin yerel kaynaklarına göre belirlenir. Dışa bağımlı bir enerji politikası takip edilmez. Fosil atıkların çevreye verdiği zarar da hesaplanarak öncelik yenilenebilir enerjiye verilir. Nükleer santrallerin bulunması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla Hilâfet Devleti’nin elektrik üretiminde nükleer güç önemli bir yer tutacaktır.
Râşidî Hilâfet Devleti’nin halifesi, kamu mülkiyetlerinin ve gelirlerinin sahipleri olan halkın tümüne evlerinde ve işyerlerinde özel kullanımları için ihtiyaç duydukları elektrik, su, petrol ve doğalgazı parasız olarak dağıtma hakkına sahiptir. Bu maddeleri, onlara maliyet fiyatı veya piyasa fiyatı üzerinden satma hakkı olduğu gibi, kârlarından nakit olarak dağıtma hakkı da vardır. Bunların hepsinde halife, halkın iyilik ve yararına uygun şekilde hareket eder.
O hâlde ey Müslümanlar, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şu hitabını zihnimize kazıyalım:
[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُون] “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Rasulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki, şüphesiz Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki, O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” [Enfal Suresi 24]