Allah’ın emrettiği birçok farzın uygulanabilmesinin dayanağı olduğu için, farzların tacı olan Hilâfet’in ilgasının 100. yılı münasebetiyle bir kampanya başlattık. Dünyanın her köşesinden Müslümanların iştirak ettiği bir kampanya… En doğusundan en batısına kadar 100 farklı şehirden video mesajların verildiği bir kampanya… Yaşlısından gencine, kadınından erkeğine kadar 70 milletin “Evet, ben de Hilâfet istiyorum!” dediği bir kampanya… Fikrî ve şer’î izahatların yapıldığı, akli ve siyasi argümanların beyan edildiği bir kampanya… Zalimlerin öfkelendiği, engellemeye çalıştığı ancak engellemek isterken tesirini arttırdıkları ve reklamını yaptıkları bir kampanya…
Evet, “Ey Müslümanlar! Hilâfetsiz 100 Yıl Yeter Artık! Size Sesleniyoruz! Yıkılışının 100. Yılında Hilâfeti Yeniden Kurun!” başlıklı kampanyamızın sonuna geldik. Kampanya daha başlamadan, çektiğimiz videolar üzerinden algı oluşturanlar “Nasıl başlarsa öyle biter.” sözünün doğruluğunu bir kez daha ortaya koydular. Zira kampanya henüz başlamamışken İstanbul Üsküdar’da gerçekleşen gözaltı ve ifade verme işlemlerini sırasıyla Malazgirt, Siirt, Bursa, Bilecik, Ankara, Afyon, Şanlıurfa, Tatvan, Reyhanlı, Hatay, Gaziantep ve Aydın il ve ilçeleri takip etti. Çünkü Emniyet Genel Müdürlüğü 81 ile gönderdiği talimatta 13 Şubat ve 13 Mart tarihleri arasında tüm ülkede Hilâfet ile alakalı meydana gelen tüm propaganda faaliyetlerine izin verilmemesi ve yapanlar hakkında gerekli hukuki işlemlerin yapılmasını istemiş. Bu, öyle kuvvetli bir talep olacak ki, bacıları dahi es geçemedi polisler ve 5 bacımız üç gün boyunca emniyette gözaltında kaldı.
Peki, meydana gelen bu baskı ve gözaltıların sebebi ne idi? Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yıllar sonra yeniden “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklandığı bu süreçte neden bu şekilde bir baskı uygulandı. Birçok kişi bu soruyu sordu ve cevap aramaya çalıştı. Ancak mesele çok basit idi. Bizler dünyaya sadece tek ilah olarak kabul ettiğimiz Allah Azze ve Celle’nin hükümleri hâkim olsun istiyorduk. Çünkü hüküm koyma yetkisi ancak Allah’a aittir. İnsana düşen ise “işittik, itaat ettik” demektir. Kur’an’ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurdu: [اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ] “Hüküm ancak Allah’ındır!” [Yusuf Suresi 40] Ancak dünyada Allah’ın hükümlerinin geçerli olmasını istemeyen, laikliği benimseyerek dini devletten ve kamusal alandan ayıran ve hâşâ “Yaratıcı yaratmış olabilir ama dünyaya karışamaz, dünya da ancak bizim dediğimiz olur.” diyen zevat buna karşı çıkıyor. Oysa ki Rabbimiz şöyle buyurdu:
[إِنَّ ٱللَّهَ لَهُۥ مُلْكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ ۖ يُحْىِۦ وَيُمِيتُ ۚ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ مِن وَلِىٍّ وَلَا نَصِيرٍ] “Bilesiniz ki göklerin de yerin de hükümranlığı Allah’ındır. Yaşatan O’dur, öldüren O’dur. Allah’tan başka sizin için ne bir dost ne bir yardımcı vardır.” [Tevbe Suresi 116]
Yani meselenin aslı şu ki; laik rejim ve onun yeni muhafazakâr bekçileri açık bir şekilde Allah'ın farzlarını yasaklamaya çalışıyorlar.
Çünkü bizim yaptığımız şey iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme farzıdır. Bizler hak bildiğimiz İslâm'ın hükümlerini tavsiye ediyor ve zulmün hakim olduğu günümüzde insanların arasındaki tüm ilişkilerin Allah ve Rasulü’nün emrettiği şekilde olmasını istiyoruz. Bunu da Müslüman olmamızın gereği ve dinimizin bir emri olduğu için yapıyoruz. Çünkü Rabbimiz Âli İmran Suresi’nde şöyle buyurdu:
[كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ] “Siz, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da Allah’a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız…” [Âli İmran Suresi 110]
Çünkü biz bütün nebilerin yaptığını yapmaya çalışıyor ve içerisinde yaşadığımız toplumu Allah’ın dinine tabi olmaya çağırıyoruz. Bunu yaparken de yine nebilerin yolunu takip ediyor, asla cebir ve şiddete tevessül etmiyoruz. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurdu: [قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ] “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bir basiret üzere Allah’a davet ediyoruz." [Yusuf Suresi 108]
Öyleyse bizleri susturmak isteyenler; yeryüzünde Allah'ın emirlerine tahammülleri dahi olmayanlardır.
Bizleri gözaltılar ile korkutmak isteyenler “Allah yaratmış olabilir ama asla dünyaya karışamaz!” diyerek laikliği kabul edenlerdir.
Bizleri sevdiklerimizden ayırmakla ve zindana koymakla tehdit edenler “İslâm bu topraklarda bir daha hakim olamayacak, sizin bu söyledikleriniz hayaldir, Hilâfet ütopyadır!” diyerek Allah'ın hükmetme yetkisini elinden almaya çalışanlardır.
Bizler Allah’ın yarattığı kullar olarak yalnız O’na teslim oluyor ve O’ndan başka ilah kabul etmiyoruz! Eğer bizler iyiliği emretmez ve kötülükten sakındırmazsak işte o zaman bizde hayır kalmaz, Allah Azze ve Celle bizden razı olmaz! Rasulullah efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Ya marufu emredip münkerden nehyedersiniz ya da Allah sizin başınıza en şerlilerinizi musallat eder; sonra da ne büyüklerinize saygı gösterilir ne de küçüklerinize merhamet edilir. O zaman en hayırlılarınız dua eder de kabul edilmez, istiğfar edersiniz, mağfiret olunmazsınız; yardım istersiniz de yardım gelmez.”
Evet, şayet bizler iyiliği emredip kötülükten sakındırmaz isek o zaman gidişatımız sırat-ı müstakim değildir. Çünkü bu, açıkça bir Yahudileşmedir. Rivayet edildiğine göre Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helal değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.” Sonra efendimiz Maide Suresi’ndeki 77. ayetten ve 81. ayete kadar okudu ve şöyle buyurdu: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne engel olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrailoğullarına lanet ettiği gibi size de lanet eder.” [Ebû Dâvûd, Tirmizî]
Vallahi bizler Allah’ın dinini dünyaya değişmeyeceğiz! Mal, makam, şan ve şöhret uğruna emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker farzını terk etmeyeceğiz. Demokrasiye de laikliğe de milliyetçiliğe de cinsel sapkınlıklara da kapitalizme de aileyi yıkan İstanbul Sözleşmesi’ne ve bunlar gibi tüm gayri İslâmi düşüncelere de sessiz kalmayacağız.
Meselenin bir diğer aslı ise şudur: Maalesef haktan yüz çevirenler etraflarında hakkı ve sabrı tavsiye etme farzını yerine getiren salihlere tahammül edemezler. Bu nedenle onları susturmak veya kendi taraflarına çekmek veya bu kişilerin marjinal bir grup olduğunu göstermek isterler. Sanki hak demokraside olduğu gibi sayıca çok olanın dediğiymiş gibi! Oysaki Rabbimiz kendi Rasulü’nü bile şöyle uyarmıştı: [وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ] “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar." [En’am Suresi 116]
İmam Şafi Asr Suresi ile ilgili şunu söyler: “Kur'ân-ı Kerîm’de başka hiçbir sure nazil olmasaydı, pek kısa olan Asr Suresi bile, insanların dünya ve ahiret saadetlerini temine yeterdi.” Peki, Rabbimiz ne buyurmuştu bu surede şimdi ona bakalım:
[وَالْعَصْرِۙ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ] “Asra andolsunki insan hüsrandadır. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” [Asr Suresi 1-3]
Öyleyse hüsran ve ziyan içerisinde olmamak adına yapmamız gereken şey bellidir, iman etmek! Peki, iman etmek tek başına yeterli mi? Elbette hayır! İman ettikten sonra hakkı ve sabrı tavsiye etmek gerekiyor. Kim bunu yapmazsa hüsrana uğrayacak buyuruyor Rabbimiz. Hem de asra yemin ederek söylüyor. O hâlde kim bizim hakkı tavsiye etmemizi engelleyebilir ki?
Elbette kimsenin gücü buna yetmez! Zira hak dediğimiz şey İslâm'ın kendisidir. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
[هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪] “Müşrikler hoşlanmasa da, tüm dinlere üstün gelsin diye Rasulü’nü hidayet ve hak dinle gönderen O’dur.” [Saff Suresi 9]
Başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır:
[وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا] “De ki: Hak geldi. Batıl zail oldu. Şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkûmdur.” [İsrâ Suresi 81]
İşte meselenin aslı da özü de budur. Bizlere isnat edilen propaganda suçunun aslı, iyiliği emredip kötülükten nehyetme farzıdır. Yine bizlere isnat edilen propaganda suçunun sebebi, hakkı ve sabrı tavsiye etme emrini yerine getirmemizdir. Dolayısıyla yargılanan bizler değil İslâm'dır. Engellenmek istenen bizler değil, İslâm'dır. Bu söylediklerime şiddetle karşı çıkanlar olursa buyursun meydanlarda demokrasiden değil, İslâm’dan bahsetsinler. Laikliğin değil Hilâfet’in propagandasını yapsınlar. “Faiz haramdır, zina haramdır, içki haramdır, eşcinsellik haramdır!” desinler. “Biz 2023’de İslâm ile yöneteceğiz, Allah’ın şeriatından taviz vermeyeceğiz!” desinler… Desinler de iktidar mı muktedirler mi görelim! Desinler de sonucu hep birlikte izleyelim!
___
#YenidenHilafet
#YargıZulmüneDurDe
#MeseleninAslı