Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, Temmuz ayı politika faiz oranını geçtiğimiz günlerde açıkladı. Faiz kararının açıklanmasından bir gün önce, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada; Orta Vadeli Planın açıklanmasından bu yana, 12 ay ve 24 ay sonrası enflasyon beklentilerinin kesintisiz gerilediğini vurguladı ve “Enflasyon beklentileri hedefimize yakınsıyor” ifadelerini kullandı.
Biz, piyasaların faiz konusundaki beklentisinin ne olduğu, Para Politikası Kurulu’ndan nasıl bir faiz kararı çıkacağı ve enflasyonun Orta Vadeli Plan çerçevesinde nasıl bir gerileme sürecine girdiği konularıyla hiçbir şekilde ilgilenmiyoruz. Zaten bu sorular, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krize neden olan hususları ortaya koyacak nitelik ve doğruluğa sahip değildir. Burada sorulması gereken öncelikli soru şudur:
Türkiye gibi; zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklara, sanayide kullanabileceği hammadde bolluğuna ve dinamik insan gücüne, tarımsal üretim açısından verimli arazilere ve suya, hayvancılıkta dünyanın sayılı birkaç ülkesinden biri haline gelebilecek muazzam imkânlara sahip bir ülke, neden ortalama 15 yılda bir böyle büyük ekonomik krizlere maruz kalıyor?
Bu krizleri, sadece enerji ithalatına bağımlı olmanın neticesi olarak görmek ve ithalatı karşılayacak yeterli üretimin olmamasına bağlamak, görünür vakıayı tespit etmek demektir. Gerçekte ise, 15 yılda bir yaşanan bu kriz döngüsünün asıl sebebi, bizzat kapitalist sistemin kendisidir. Bugün ekonomik krize çözüm olarak ortaya konulan unsurların tamamı, bizzat krizin kaynağını oluşturan hususlardır. Zira sömürü, kapitalist ideolojinin yayılma metodudur. Onlar bu yayılmayı gerçekleştirirken, esası sömürgecilik olan çirkin yüzlerini insanları etkisi altına alan “tam bağımsızlık, demokrasi ve insan hakları” gibi söylemleri kullanarak örtmeye çalışırlar. Şu an dünyaya hâkim olan kapitalist ekonomik sistem üzerinden de nüfuz elde ettikleri bölgelerin servetlerini yağmalamaya çalışırlar. Kapitalist ekonomik sistem; döviz kuru, faiz, mülkiyetler ve şirketler gibi kendisine has unsurlar üzerinden dünya üzerindeki servetlerin, bu ideolojinin sahibi olan sömürgeci kâfirlerin hesabına aktarılmasını sağlar.
Türkiye’de de yıllardan beri süregelen ve her geçen yıl daha da büyüyen ekonomik krizler, bu şekilde oluşur. Doların rezerv para olması ve kendi para biriminizin dünya ticaret döngüsünde karşılığının olmaması, dövize mutlak bağımlılık anlamına gelir. Dövize ulaşmak ise aldığınızdan çok daha fazla ürün satmayı, ülkeye yatırımcı çekmeyi ya da bireysel veya kurumsal bazda kısa süreli yatırım için gelip sizden büyük meblağlar götüren faizcilerden gelecek olan anlık dövize/sıcak paraya teslim olmayı gerektirir. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu gerçek durum da budur. Her yıl %30 artan cari açık, yüksek faiz oranları sebebiyle duran yatırımlar ve azalan istihdam, yabancı yatırımcı çekmede yaşanan sıkıntılar, şu anda ülke ekonomisinin sıcak parayla döndüğünün göstergeleridir.
Döviz bağımlılığı ve oluşan kur farkı, cari açıktan kaynaklanan borçlanma ve sıcak paraya teslimiyet, ülkenin faiz sarmalında servetlerini kaybetmesi anlamına gelir. Mesela; Türkiye’nin 2023 yılında ödemiş olduğu faiz toplamı, 28,4 milyar dolardır. Bu korkunç bir rakamdır ve her saniyede ödenen miktar, 29 bin 718 TL’dir. İşte ekonomik krizin baş müsebbiplerinden olan faiz, Para Politikası Kurulu’nun belirleyeceği miktarla, Orta Vadeli Plan çerçevesinde krizin çözümü için atılan adımlara öncülük edecektir.
Dünyada 750 milyondan fazla insanın açlıkla mücadele etmesi, her beş saniyede bir çocuğun açlıktan ölmesi, dünyadaki insanların %80’inden fazlasının ekonomik sıkıntıyla mücadele etmesi ve Türkiye gibi ülkelerde ekonomik kriz döngülerinin sürekli devam etmesinin nedenleri hep aynıdır. Bütün bunlar, küçük bir kapitalist azınlığın dünya üzerindeki servetleri vahşice sömürmesinin bir sonucudur.
Bu korkunç vakıanın, insanlığın acilen kurtulması gereken çok büyük bir problem olduğu aşikârdır. Bunun çözümü de İslâm’ın bir devlet otoritesiyle topyekûn hayata hâkim olmasından geçmektedir. İslâm iktisat sisteminin uygulanmasıyla, kapitalizmin sömürü aracı olarak kullandığı unsurlar hayattaki varlığını kaybedecektir. İslâm iktisat nizamı tatbik edildiğinde;
•Altın ve gümüşe dayalı para sistemiyle, mevcut düzendeki siyasi ağırlığından başka hiçbir değeri bulunmayan kâğıt parçalarıyla diğer paralar arasındaki kur farkı meselesi otomatikman ortadan kalkacaktır.
•Faiz kesin haramdır ve Bakara Suresi 279. ayet-i kerimede geçtiği üzere “Allah ve Rasulü’ne savaş açmaktır.” Bu sebeple faizin, iktisadın hiçbir alanında asla ve kat’a yeri olmayacaktır.
•İslâm’da mülkiyetlerin sınırları nettir. Akarsular; madenler, petrol ve doğalgaz yatakları kamu mülkiyetindendir ve işletilmesi İslâm Devleti’ne aittir. Bu servetler, hiçbir yerli ya da yabancı şirket veya şahsa bugün olduğu gibi yok pahasına peşkeş çekilmeyecektir. Nitekim Ebu Davud, İbni Abbas’tan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etti: “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar; su, mera ve ateş.” [Ebu Davud, İbni Mace]
•İslâm’da anonim şirketler gibi ortaklarının meçhul olduğu devasa sermaye şirketlerinin kurulması caiz değildir. Dolayısıyla borsa gibi spekülatif oluşumlara ve bu oluşumlar üzerinden ümmetin servetlerinin yağmalanmasına izin verilmeyecektir.
İşte İslâm iktisat nizamı, kapitalist sömürü araçlarını bu şekilde devre dışı bırakır. İslâm iktisat nizamı esas olarak mal ve hizmetlerin artırılmasını değil, bu mal ve hizmetlerin insanlar arasında adaletle dağılımını hedef edinir. Servetin belli bir zümrenin elinde toplanmasına izin vermez.
“Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden sadece zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet (bir etkili nimet) olmasın. [Haşr Suresi 7]