Her hafta olduğu gibi meclisteki siyasi partilerin bu haftaki grup toplantıları da oldukça yüksek bir hararetle geçti. Yine liderler birbirlerini ihanetle, şerefsizlikle ve adam olamamakla suçladı. Ama tüm bunlara bu hafta birde milliyetçilik, Atatürkçülük ve Ahmet Kayacılık da eklendi. Her fırsatta ahlaktan, hoşgörüden, düşünceye saygıdan, topluma örnek olmaktan bahseden ama bunların hepsinden yoksun olan bu siyasiler, yine birbirlerine kavgada bile söylenmeyecek olan kelimeler ile yüklendiler.
Bu çirkin dille ve hamasetle yapılan konuşmalara herkes gibi bizlerde alıştık. Hatta Başbakan Erdoğan’ın MHP’yi susturmak için yaptığı “işte milliyetçilik budur” çıkışlarına ve CHP’yi susturmak için sahiplendiği Atatürkçülüğe de alıştık. Zira bu ülkede siyaset, yıllardır üç meseleye dayanılarak yapılmaktadır. Bunlar; İslam, Atatürk ve Türk/Kürt Milliyetçiliğidir. O yüzden de özellikle seçim öncesi pragmatik siyaset güden partilerin eksen kaymasına uğradıklarını görürüz. Örneğin; CHP’nin çarşaflı kadınlara rozet takıp başörtüsü dağıtmaları ve AKP’lilerinde Cem evi ziyaretleri yapıp, koyu birer Atatürkçü kesilmeleri gibi…
Bu nedenle grup toplantısında Başbakan, Diyarbakır’da kullandığı Kürdistan sözcüğünün doğruluğunu yine Mustafa Kemal üzerinden sağlamaya çalışmış ve şöyle demiştir: “Bize bölücü diyorlar. Peki, Mustafa Kemal’de mi bölücüydü?” Ama hakkını verelim Başbakan Erdoğan Atatürkçü değildir! O, iyi bir Gazi Mustafa Kemalcidir. Zira devamlı surette Cumhuriyet öncesindeki Mustafa Kemal’in sözlerinden alıntılar yapmakta ve bu konuda Kemalistlerle yarışmaktadır. Görülen odur ki Başbakan, Atatürk, CHP ve İnönü’nün düşmanıdır ama Mustafa Kemal’in değil! Fakat ne yaman çelişkidir ki CHP çatısı altında Atatürk ile İnönü’nün birlikte kurdukları Cumhuriyetin yılmaz bekçisi, laikliğin esas teminatı ve demokrasinin havarisidir.
Bu kısa girizgâhtan sonra esas konumuza gelecek olursak; aynı grup toplantısında Başbakan Erdoğan, 11 yıllık iktidarları boyunca TİKA yoluyla yaptıklarını resimler göstererek gururla anlatmış ve ecdadın izinden giden gerçek milliyetçilerin kendileri olduğundan övgüyle bahsetmiştir. Örneğin; Karadağ’da bulunan Tuzi kasabasındaki şehitliği ve Nizam camiini restore ettiklerini ve 100 yıl önce Osmanlıya yazılan mektubun gereğini kendilerinin yaptıklarını söyleyip, artık “AKP döneminde mektuplar 100 yıl bekletilmiyor” demiştir. Yine devamla Kocacık köyünde Ali Rıza Efendi’nin evini ve Mustafa Kemal’in okuduğu Manastır Askeri İdadisini restore ettiklerini, Filistin Cenin’deki el-Hazza okulunu, Etiyopya Harar’daki Osmanlı konsolosluğunu, Habeşistan’da Necasi’nin mezarını, Belh’de Mevlana’nın doğduğu evi, Hindistan ve Arakan’da bulunan şehitliklerimizi de tamir ettiklerinden söz etmiştir. Hatta Amerika Oregon’da Kızılderililere su çıkaracaklarının müjdesini dahi vermiştir.
Bunlar ilk bakıldığında kulağa hoş gelen güzel işlerdir. Birileri için övünç kaynağı da olabilir. Ama üzerinde biraz düşüldüğü zaman durumun vahameti ortaya çıkacak ve ne kadar eksik oldukları görülecektir. Şöyle ki; hidayet kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ َ “Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Hâlbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” [Tevbe 19]
Bu minvalde Başbakan’a soracak olursak, ecdadımız dünyanın dört bir tarafına niçin gitmiştir? Oralardaki şehitlikler niye bulunmaktadır? Onların bu kadar uzaklarda bulunmasının gayesi ila-i kelimetullah ve zulmü ortadan kaldırmak değil midir? Mazlum halkların ve Müslümanların yardıma koşmak değil midir?
Belki CHP ve MHP liderleri bu dediğiniz yerleri bilmez ama bizler iyi biliyoruz. Bizler Urumçi’yi biliyoruz. Orada bulunan Müslüman kardeşlerimize komünist Çin’in neler yaptığını ve o komünist Çin ile sizin hangi anlaşmalara imza attığınızı da! Bizler Arakan’ı da biliyoruz. Oradaki Budistlerin Müslüman kardeşlerimizi diri diri yaktıklarını ve sizin Myanmar Devlet Başkanı Thein Sein ile yakınlığınızı da! Bizler Banyas’ı da hatırlıyor ve Banyaslıların şahsınıza yazdıkları açık mektubu da biliyoruz. Ama Tuzi’deki Nizam camiini restore etmekte ki hassasiyetinizi yüzlerce kadın ve çocuğun katledildiği Banyas’da göremedik. Hani size yazılan mektuplara icabet için 100 yıl beklenmiyordu? Ama şunu da itiraf etmeliyim ki biz el-Hazza okulunu bilmiyorduk. Fakat yıllardır işgal altında tutulan ve Abdülhamit’in bir karış toprağından dahi vazgeçmediği Mescidi Aksa’yı çok iyi biliyoruz. Hani sizin Ortadoğu’daki kadim müttefikiniz “İsrail” tarafından işgal edilen mescit!
Hakikat şudur ki ecdadın izinden gitmek, günümüzün zalimleriyle dostluk kurarak yapılamaz! Asrın mücrimi ABD ile stratejik ortaklık kurarak hiç yapılamaz! Hele ki Müslümanlara demokrasi ve laiklik taşıyarak asla yapılamaz! Hilafet’in sancaktarlığını yapmış bir ecdadın Hilafet isteyen torunlarına cezalar yağdırarak ise kat’a yapılamaz! Şunu unutmayın ki mazluma yardım için zalimden izin alınmayacağı gibi, Amerika’nın, Avrupa’nın, Rusya’nın, Çin’in, İran’ın ve İsrail’in onayı da beklenemez. Tarih, zalimlerin çizdiği sınırlar içerisinde konuşanları değil, o sınırları yıkarak gerçek zalimin elini kıranları yazacaktır. Şimdi bu durumda Başbakan Erdoğan’ı cesur bir lider olarak mı, yoksa restore işleriyle uğraşan bir mimar olarak mı görmeliyiz? Karar sizindir…