Bizi Ramazana ulaştıran Allah’a hamdu senalar olsun. Şimdiden bu mübarek aydaki oruçlarımızı, namazlarımızı, zikirlerimizi, hayır ve hasenatlarımızı, davet çalışmalarımızdaki gayretlerimizi, dualarımızı ve diğer salih amellerimizi Rabbimizin kabul etmesini, Kadir gecesini ihya edebilmeyi, bayrama kavuşabilmeyi ve İslam ümmetinin vahdetinin tesisi ile İslam Hilafet Devletinin kurulmasını Rabbimizden diliyorum.
Allah Resulü (S.A.V.) Kıble’nin mescidi Aksa’dan Kabe’ye çevrilişinden bir ay sonra, Hicretin on sekizinci aylarının başlarında, Ramazan orucu farz kılınınca ashabına aşağıdaki muhteşem hutbeyi anlatmıştır.
“Ey İnsanlar! büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi. Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Yine o öyle mübarek bir aydır ki, Allah o mübarek ayın gündüzlerinde oruç tutmayı farz, gecelerinde teravih namazı kılmayı nafile kıldı. Kim bu ayda hayırlı bir işle Allah’a yaklaşırsa başka aylarda bir farz eda etmiş gibi olur. Kim bu ayda farz olan bir ibadeti yerine getirirse başka zamanlarda yetmiş farz yerine getirmiş gibi sayılır. Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, itaat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir. Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay müminlerin rızkını arttıracak aydır. Bu ayda her kim oruçlu bir mümine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur… Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur…
Taberani’nin el-Mu’cemü’l Kebir, adlı hadis kitabında aktarıldığına göre, Cebrail Efendimiz (S.A.V.)’e şöyle buyurmuştur. “Ramazan ayına varmış, ama bu ayı hakkıyla idrak edememiş, mağfiret ve tövbe imkânını kullanamamış adamın Allah burnunu yere sürtsün.” Efendimizde (S.A.V.) “amin” demiştir.
Şüphesiz Müslüman’ın içerisinde bulunduğu en yüce ve en yüksek hal, ibadet ederek, vacibi işleyerek ve mendupları yaparak Allah’a kulluk yaptığı zamanlardır. Kul, Rabbi ile olan bağını devam ettirdikçe hem hayrı hem de Allah'a olan yakınlığı artar. Bu nedenle Müslüman’da asıl olan, Farzları, vacipleri eda ederek, haramlardan uzak kalması ve hayatının bir anını bile boş yere geçirmemesidir. Ancak sadece vacipleri yapmak ve haram olanları terk etmek Müslüman’ın tüm vaktini doldurmaz, dolayısıyla az da olsa Rabbiyle olan bağı kesilir. Menduplar, nafileler ile Allah ile olan bağ kuvvetlendirilmelidir. Bunun için en uygun zaman dilimi hiç şüphesiz ki Ramazan ayıdır.
Bu konu ile ilgili Allah Resulü (S.A.V.) bir hadiste şöyle buyurmaktadır:“Eğer kullar Ramazan ayındaki üstünlükleri bilselerdi bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.” (Müslim, Savm 1)
Ramazan’ı Ramazan yapan en önemli husus şüphesiz ki, bu ayda Kuranın indirilmiş olmasıdır. شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذى اُنْزِلَ فيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِ “Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan Kuranın indirildiği aydır.” (Bakara suresi, 2/185) Allah Resulü (S.A.V.) Ramazanda Cebrail ile birlikte Kur’ân okuyarak hatmederdi. Abdullah b. Abbas (r.a) rivayet ediyor“…Cebrail her Ramazan gecesi Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle bir araya gelir, tâ ayın sonuna kadar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona Kur’ân’ı okur, dinletirdi**…” (Beyhakî, IV, 305)
Allah (C.C.), Kuranı insanların bilmeleri için indirmiştir ve şöyle buyurmuştur; **“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kuran ile kalplerinin ürperme zamanı gelmedi mi daha? Onlar, sakın daha önce kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”(Hadid 16)
"Andolsun ki, Biz Kuranı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Yok mu öğüt alan?".[Kamer 17]**
"Hala Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi..?".[Nisa 82]**
Hasan-ı Basrî Hz. Osman (r.a.) şöyle dediğini naklediyor: “Gönüllerimiz temiz olsaydı Rabbimizin kelamına doymazdık. Kurana bakıp okumadığım bir günün üzerimden geçmesini çirkin görürdüm. Seven kişi sevgilisinin sözüne nasıl doyar ki? Çünkü arzusu zaten ancak budur.”
Allah Resulü (S.A.V.) "Her kim Kuranı okur, onu anlayarak ezberler ve helâlini helâl, haramını haram kabul ederse, Allah bu Kuran sebebiyle onu Cennete koyar." (Tirmizî, Fezailü'l-Kur'ân, 13) Rasulullah (S.A.V.)’in de Kuranın fazileti ve işlevi hakkında şöyle buyurdukları rivayet edilmiştir: ‘Ali (r.a.)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah (S.A.V.)’ı şöyle buyururken dinledim:“Karanlık geceden parçalar gibi fitneler olacaktır.” Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bundan kurtuluş nasıl olur?” diye sordum. Şöyle buyurdu:“(Kurtuluş) şanı yüce ve mübarek olan Allah’ın kitabındadır. Orada sizden öncekilere dair bilgiler sonrakilere dair haberler vardır. Aranızdaki anlaşmazlıkların hükmü ordadır. O fasıldır (hakkı batıldan ayırt edendir), oyunla eğlence/şaka değildir. Onu zorbalık dolayısıyla terk edenlerin Allah belini kırar. Her kim ondan başka bir kaynakta hidayet ararsa Allah, onu saptırır. O, Allah’ın sapasağlam ipidir, apaçık nurudur, hikmeti sonsuz öğüdüdür. O dosdoğru yoldur. O hevâların sağa sola saptırmadığı buyruklardır. Diller onun ile karışmaz, onunla birlikte farklı farklı görüşler ortaya çıkmaz. İlim adamları ondan doymaz, takva sahipleri ondan usanmaz. Çokça müracaat edildiği için eskimez, yıpranmaz. Akıllara durgunluk veren özellikleri bitip tükenmez. O, işittikleri zaman cinlerin: ‘Biz gerçekten hayret verici bir Kuran işittik’ demekten kendilerini alıkoyamadıkları sözdür. Onun ilmini öğrenen ileri gider. Ona dayanarak söz söyleyen doğru söyler. Onun gereğince hükmeden adalet yapar. Gereğince amel eden ecir kazanır. Ona çağıran dosdoğru yola ileterek hidayet bulur. İşte sen bunu benden öğreniver ey A’ver!”** (Tirmîzî –Fedâilu’l Kur'an, Dârimi-Fedâilu’l Kur'an)
Sahabeler, Rasulullah (S.A.V.)’in işaret ettiği bu hususa bağlı kalarak Allah’ın Kitabına gereken önem vermişler, Kuranı öğrenmişler ve öğretmişlerdir. Ebu Abdurrahman diyor ki: “Bize Nebi (u)’in ashabından birisinin anlattığına göre onlar Rasulullah (S.A.V.)’den on ayet alıp onu öğrenip onunla amel edinceye kadar bir başka on ayet almıyorlardı. Dediler ki: Böylece biz ilmi ve amel etmeyi öğrendik.” Sahabenin büyüklerinden biri olan Abdullah İbn Mesud, sahabe neslinin nasıl bir Kuran anlayışına sahip olduklarını bize şöyle aktarır: “ Bize Kuran lafzını ezberlemek zor, onunla amel etmek ise kolay gelirdi; bizden sonrakilere ise Kuranı ezberlemek kolay, onunla amel etmek ise zor gelmektedir. Kuran, hükümleriyle amel edilsin diye indirildiği halde insanlar onun tilaveti ile yetinir oldular.”
Ashab Kurana o kadar düşkündü ki, en tehlikeli anlarda bile Kuran okumaktan vazgeçmiyorlardı. Geceleri ashabın evleri adeta arı kovanı gibi Kuran sesleriyle çınlıyordu. Mesela bir sefer sırasında Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir vadinin kenarında mola vermişti. “Kim bizi nöbet tutup koruyacak?” diye sorunca, Muhacir ve Ensar’dan birer sahabe vazifeyi üzerlerine aldılar. Resulullah (s.a.s.) bunlara*: “*Şu geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!” dedi. Bu iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanın uykusu geldi. Ensar’dan olan da namaz kılmaya başladı. Durumu anlayan düşman bir ok attı ve tam da namaz kılana isabet ettirdi. Sahabe oku çıkarıp namazına devam etti. Müşrik isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam etti. Öyle ki üçüncü okunu da attı. Ancak sahabe yaraya aldırmadan namaza devam etti. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce) yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı. Muhacirden olan zat, arkadaşındaki kanı görünce: “Sübhanallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?” deyince o: “Öyle bir sure okuyordum ki, kesmek istemedim” diye cevapladı. Görüldüğü üzere sahabe, Kurana o denli bağlıydı ki, en tehlikeli anlarda bile onu okumayı bırakmıyor, ondan aldığı zevk ve lezzet, yaranın elemini hissettirmiyordu. En tehlikeli şartlarda bile Kurana bu denli bağlı olan ve onu okumadan vazgeçmeyen ashabın normal zamanlardaki halini varın siz düşünün!
Ömer (r.a.), Kuran ezberleyen hafızlar için maddi yardım isteyen Basra valisi Ebu Musa el-Eşari'ye yazdığı mektubunda şöyle diyerek Kuranı anlama işini ihmal edenleri tasvip etmediğini ortaya koyuyordu: "Onları kendi hallerine bırak. Korkarım ki, insanlar kendilerini Kuranı ezberleme işine kaptırırlar da, O'nu anlama işini ihmal ederler".
Kuranı anlamamızın gerekliliğini ve bu konudaki günümüz insanının vurdumduymazlığını bir şair çarpıcı ifadeleriyle şöyle vurgulamaktadır: "Ey Müslüman! Senin hayat nizamın olan ve sana hayat vermek için indirilen Kuran ile daha tanışmamışsın bile! O'ndan ve O'nun yasalarından henüz haberin bile yok! Belki de Onunla ölüm döşeğinde tanışacaksın. Ne hazin ki, sana kuvvet ve hayat bahşetmek için indirilen Kuran, şimdi kolay ölesin diye sana okunuyor!".
Ashabın Kurana yaklaşımı konusunda söylenmesi gereken bir husus da, ashabın kayıtsız şartsız Kurana teslim olması sayesinde Kuranın onların dünyasını da tümüyle güzelleştirmesidir. Kuran çağ kapatıp çağ açmıştır. İlk insan, aynı zamanda ilk peygamberdir. Bütün Nebi ve Resuller çağ kapatıp çağ açmış devrimci liderlerdir. Nuh tufanı, o tarihte ve sonraki etkileriyle yeni bir çağı belirler. İbrahim (a.s.) putperest çağa destansı meydan okuyan, tevhit çağını yeniden oluşturan inkılâbın lideridir. Musa (a.s.) ve İsa (a.s.) da öyle. En büyük inkılâp, Kuranın yaptığı inkılâptır ve en büyük inkılâpçı da Allah Resulü (S.A.V.)’dir. Kuranla birlikte Kuranın oluşturduğu yeniçağın adı asrısaadet, inkılâpçı insanın adı da Müslüman’dır.
“Muhakkak ki Biz, Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye Kuranı sana hak ile indirdik.” (Nisa Suresi: 105.)