Malum olduğu üzere son ayların neredeyse tek gündemi ekonomi. Sonuçta ekonomi insanın bekasına dayandığı için bu durum gayet normal. Seçim sürecine doğru yavaş yavaş girerken patlak veren bu ekonomik krizden iktidar cephesi son derece rahatsız ve ne yapacağını bilemez bir hâlde. Muhalefet ise ellerini ovuşturarak krizi iktidara ulaşmak için kullanmanın derdinde. “Seçim süreci” diyorum ama daha seçimlere iki buçuk yıl var. Fakat ülkemizde iktidar heveslileri çok olunca ne yazık ki bu süreç böyle iki, üç yıl önceden başlıyor. Seçim sürecine girdiğimizin ispatı muhalefetinden iktidarına, sağdan sola kadar bütün partilerin İslâmi lafızlar kullanmaya başlamasıdır. Normal şartlarda Erdoğan’ın nas çıkışına muhalefetin -özellikle CHP’nin-; “Ne nassı kardeşim, laik bir ülkedir burası” mealinde sözler söylemesi lazımdı ama kendileri de “beytülmal” filan diyor. Ömer RadiyAllahu Anh’in adaletinden dem vuran da var, hiçbir nassı çiğnemiyormuş gibi politika faizini düşürmeyi nassa bağlayan da…
Altı boş olduğu zaten bilindiğinden dolayı ben bu İslâmi söylemlerin sahteliği üzerinde durmayacağım fakat bu durumun gösterdiği iki husus üzerinde duracağım. Bunlardan birincisi: bu tür altı boş İslâmi söylemlerin hâlâ “geçer akçe” olması. Cumhuriyet kurulup ardından çok partili sisteme geçişle birlikte güçlü bir şekilde iktidara gelenlerin ortak bir şekilde İslâmi söylemleri çokça kullandığını ve laikliğe “halel” getirmeyecek bir şekilde İslâmi eylemlere giriştiğini görüyoruz. Türkçe okutulan ezanı aslına döndürmek de, resmî kamu kuruluşu niteliğinde olan yerlere başörtüyle girme yasağını kaldırmak da böyle bir eylem. Açıkçası bu insanlar iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için İslâm’ı kullanmışlardır. Tabi bu insanların İslâmi söylemleri halkta karşılık bulsun diye hemen fetva makamları da devreye giriyor. “Saray âlimi” diye tabir edilen bu zevat, başkasının iktidarı için kendi ahiretini kolayca harcayabiliyor.
Aslında ben artık bu taktiğin fazla tutacağını zannetmiyorum. Çünkü artık hem Müslüman halkın gerçek bilgiye ulaşma imkânı artmış durumda hem de çokça “acı tecrübeler” edinmiş durumda… Kimse bu halkı aptal yerine koymasın. Müslümanların oylarıyla iktidara gelen bu partiler halk tarafından “ehven-i şer/kötünün iyisi” olarak yani aslında “kötü” olarak değerlendiriliyor. Demek ki bu halk gerçek maslahatlarını ve doğru yolu gördüğünde bu lider ve partilere hiç paye vermeyecektir. İktidar ve muhalefet elbirliği yapıp doğru yolun üzerine oturmuş ve “böyle bir yol olmadığı” türküsünü çağırıyor. Ne var ki güneş balçıkla sıvanmaz. “Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım” diyen Joseph Goebbels’in bu tezi, artık çökmek üzere. Çünkü artık medya, tekel ve kurumsal olmaktan çıkmak üzere…
İkinci hususa gelince; o da bu toprakların gerçek sahiplerinin Müslümanlar olduğudur. İktidar ve muhalefetin yalandan da olsa İslâmi söylemler kullanması bu gerçeği gösterir. Kendilerini ülkenin tek sahibi sanan Kemalist zihniyetli CHP bile bu gerçeği artık idrak etmiş durumda. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun parti başına gelmesinden sonra CHP’nin daha ılımlı politikalar izlemesi ve Erdoğan’ın nas çıkışına laiklik tepkisi göstermemesi bunun kanıtıdır. Durum böyle olunca şu soru akla geliyor: “Madem bu toprakların esas sahipleri Müslümanlar, öyleyse neden Müslümanların dinleri, inançları ve inançlarından kaynaklanan şer’î hükümler hayat sahasında, özellikle yönetim ve iktisatta görünmüyor?” Aslında bu sorunun cevabı bu makalenin hacmini aşacak bir boyutta lakin özünü aktarmak mümkün:
Bugün, “İslâm’ın hükümlerinin, dini istismar etmeyecek muttaki insanların elleriyle adilce uygulanmasını ister misiniz?” sorusuna, bu topraklarda yüzde doksan civarında “evet” cevabı alırsınız. “Hayır” diyecek yüzde onluk kesim içerisinde de muhakkak İslâm’ı ve şer’î hükümleri yanlış anlamış ciddi bir kitle vardır. Ne de olsa bu topraklarda İslâm aleyhinde yaklaşık bir asırdır kara propaganda yapılıyor. Ne de olsa “din ayrı, siyaset ayrı” teranesi söylendi durdu. Yine de, yani tüm olumsuz şartlara rağmen bu halk İslâm’dan kopmuş değil. Zaten “İslâmcı” görünen partilerin iktidara gelmeleri de bu sebeple mümkün oluyor. Kimse en başında AK Parti’ye otoyollar, köprüler ve şehir hastaneleri yapacak diye oy vermedi. İşte bütün bunlar göstermektedir ki Müslüman halkımız İslâmi bir şuura sahip olmakla birlikte henüz İslâmi fikirlere sahip, hayata bunları tatbik edecek sahih bir partiyle tanışmamıştır. Elbette halkın böyle bir partiyle tanışmamış olması, böyle bir partinin olmadığı anlamına gelmez. Yine bu, o sahih partinin halka inememiş olduğu anlamına da gelmez.
Olan şu ki; Müslümanların topraklarında cumhuriyet seviciliği yapan demokrat kılıklı piyasa partileri ve cumhuriyetin esas sahipleri, halkın uyanmasıyla kendi bekalarının son bulacağını bildiklerinden sahih bir partiye sahada hayat hakkı tanımıyorlar. Bununla birlikte sınırlı imkânlarla hayat sahasında mücadele edildiğinde de bu sefer bunun propagandası noktasında medya ambargosu uygulanıyor. Ah bu medya! Yakılarak öldürülen üç Suriyeli çocuk haberine sansür uygulayan medya… Vicdansız medya! Joseph Goebbels’in tanımladığı medya…
Özetle; medya, yöneticiler ve saray uleması, halkın etrafında fır dönüp gerçekleri görmesini engelliyor. Hepsinin ortak hedefi bu halkı demokrasinin potasında eritmek. Aslında bu şeytan üçlüsünde böyle bir kabiliyet var da gel gör ki davet ettikleri demokraside böyle bir kabiliyet yok. Bir asırdır demokrasi potasında erimeyen halk artık bin asırda geçse erimez. Amelî yöndeki sapmalar İslâm’dan irtidat anlamına gelmez. Su akar yatağını bulur; her şey aslına rücu eder. Müslümanlar dinlerine bağlılık gösterdiğinde İslâm hayatın her alanına hâkim olacak ve İslâm’ın yönetim sistemi olan Hilâfet Allah’ın izniyle tekrar kurulacaktır. Kimse onun gecikmesini kendi hayrına sanmasın, hesap defterleri er ya da geç açılacaktır!