Konya’da Utanç Duvarı
13 Eylül 2012

Konya’da Utanç Duvarı

Bilinen tarihte zaman-zaman yeryüzünde “utanç duvarı” diye isimlendirilen insanlık ayıpları söz konusu olmuştur. Berlin duvarı gibi belki de insanlık pek çok kez insana yakışmayan olaylara tanıklık etmiştir. İslam akidesi zaviyesinden bakarak yine buna benzer bir insanlık ayıbına, en azından Müslüman bir kimsenin yapamayacağı ve utanç duvarı olarak gördüğümüz bir olaya Konya’da şahitlik ettik. Esasen burada “ayıp” olarak isimlendirdiğimiz şey İslam dini açısından iftira olarak bilinen ve sahibini büyük bir günaha müstahak kılan, hatta İslam dini yeryüzüne hâkim olup bir devlet ile temsil edilse cezai müeyyideyi gerektiren bir durum. Zira bilindiği gibi İslam’da iddia eden ispat getirir, suçlanan ise yemin eder. İddiacı olan kimse ispat edemediği durumda iftiracı konumuna düşer. İslam’da ispat vasıtaları ise bilinen bir şey olup en azından İslami bir kuruluş olarak bilinen ve faaliyet gösteren, makalemin de muhatabı olan Zaman Gazetesi’nin bilmeyeceği bir şey olmasa gerek.

Konya’da Zaman Gazetesi’nin üç katlı bir binası var ve birkaç gün önce oradan geçerken daha önceden de bildiğim bir şey gördüm. Ve belki nasihat alırlar düşüncesiyle bu konuyu yazmak istedim. Zira Allah *Celle ve Celaluhu’*nun Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem; “Din nasihattir” buyurmaktadır. Kunduracılar Bölgesi’nde bulunan Zaman Gazetesi binasının yaklaşık 12 metre yükseklikte bir kör cephesi var. Gazete yetkilileri bu kör cepheyi değerlendirip dev bir reklam billboardı olarak kullanmaktalar. Fakat burayı kiraya vermeyip Zaman Gazetesi’nin reklamını yapmaktalar. Buraya kadar anlatılanlar gayet normal ve herkesin yapabileceği bir şey. Anormal olan şey bu ilan levhasında Zaman Gazetesi’nin uzun süredir bu cephede yayınladığı, elinde Zaman Gazetesi olan bir kişinin, 4 Mayıs 2009 tarihli gazete nüshasıyla verdiği poz. Esasen kişinin pozunda da bir sıkıntı yok ancak takip edenler bilirler, kişinin elinde tutuğu 4 Mayıs 2009 tarihli gazetede sür manşetten verilen bir haber var. Haberin başlığı şöyle; “Ergenekon, irtica görüntüsü vermek amacıyla Hizb-ut Tahrir’i kullanmış”. İlk başlarda hüsnü zanda bulunarak 4 Mayıs tarihli gazetenin buraya tesadüfen konmuş olabileceğini düşünüyordum ancak reklamın çok uzun süredir değiştirilmemesi ve ilgili örgütün mahkeme kararıyla aklanmasına rağmen hâlâ erdem göstererek “hatadan dönmek” olarak değerlendirip bu reklamı kaldırmamaları zannımın değişmesine sebep oldu.

Bilindiği gibi Ergenekon terör örgütüne yapılan ikinci dalga operasyonda gözaltına alınıp tutuklanan Teğmen M. Ali Çelebi ile Hizb-ut Tahrir üyesi olduğu iddia edilen Süleyman Solmaz’ın temas halinde olduğu ortaya çıkmış ve akbaba gibi bekleyen ölçüsüz medya yargı kararını beklemeden Ergenekon’un Hizb-ut Tahir’i kullandığı iftirasını atmıştı. “İftira” diyorum çünkü ne İslamî ölçülere göre ne de yücelttikleri demokratik ölçülere göre hiçbir delil bulunamadığı gibi aksi yönde deliller ortaya çıktı. Zira ilgili mahkemenin talebi üzerine İletişim Daire Başkanlığı Süleyman Solmaz’ın cep telefonu emniyet müdürlüğünde olduğu halde kısa bir süre sinyal verdiğini mahkemeye rapor etmişti. Konunun Emniyet’e sorulması üzerine Emniyet; M. Ali Çelebi’nin cep telefonundaki kayıtlı olan numaraların Süleyman Solmaz’ın cep telefonuna sehven yüklendiğini açıklamıştı. Bunun üzerine Mahkeme başka delilinde bulunmadığından Süleyman Solmaz’ın dosyasını Ergenekon dosyasından ayırmıştı. Öte yandan Hizb-ut Tahrir, Süleyman Solmaz’ın kendilerinin bir üyesi olmadığını, aksine yeni İslami fikirlerle tanışmış birisi olarak kitaplarını incelediğini ve bir sempatizan pozisyonunda olduğunu kamuoyuna duyurmuştu. Zaten 60 küsur ülkede İslami faaliyet gösteren ve evrensel bir parti olduğu herkesçe bilinen bir yapılanmanın sadece Türkiye’de örgütlenebilen Ergenekon terör örgütünün nüfuzuna girmesi de açıkçası benim aklıma sığmıyordu. Üstelik bu iki örgütün biri 1924’te bin-bir desise ile kaldırılan İslam Hilafet Devleti’ni kurmaya çalışırken diğer taraf Hilafet’i kaldırıp Cumhuriyeti kuran ve Cumhuriyetin muhafızlığını yapan zihniyetten oluşmakta idi.

Velhasıl benim anlamadığım husus şu: Nasıl olur da kâfirlere dahi merhamet eden ve neredeyse Cennete gireceklerini söyleyen ve papaz ve hahamlara sevgi ve muhabbet besleyen diyalogcu bu zihniyet kendilerine göre İslam’ı farklı yorumlayan Hizb-ut Tahrir’li Müslümanları kardeş olarak görmez ve onlara merhamet etmez. Yoksa Ehli Kitap’la akidede bir olduğumuzu söyleyen bu Gazete (Zaman Yazarı Ahmet Şahin) Hizb-ut Tahrir’li Müslümanları Ehli Kitap’tan da mı saymıyor? Bir medya mensubu olarak ben, bırakın İslami ölçüleri, basın-yayın ve gazetecilik ilkelerine dahi uymayan bu olayı kınıyor ve muhatabımızı İslam düşmanı ittihatçı zihniyetle aynı cephede yer almaktan sakındırıyorum. Ayrıca kâfire sevgi ve merhamet beslemenin doğru olmadığını belirtmekle birlikte, kâfire dahi adaletle davranmanın İslami bir vecibe olduğunu hatırlatmak isterim.

“Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin”