Değişim TV · Sesli Makale : “KİMİ KANDIRIYORSUNUZ? - Haluk ÖZDOĞAN
Geçtiğimiz hafta Ticaret Bakanlığı son bir haftada yapılan denetimlerde 120 firmaya 3.5 milyon lira para cezası kesildiğini duyurdu. Yapılan açıklamada son bir haftada 1674 işletme bazında 22 bin 535 ürünün denetlendiği belirtildi. Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu tarafından bugüne kadar ceza kesilen firma sayısı 495’e, ceza miktarı da 15 milyon 480 bin liraya yükselmiş oldu.
Bu uygulama -sözde- pahalılıkla mücadele edildiği izlenimi verse de, aslolan yönetimdeki beceriksizliğin esnaf kesimine yıkılmaya çalışılmasıdır. Fırsatçı esnaflar nedeniyle fiyatların yüksek kaldığı bahanesine sığınılıyor. Kaldı ki ortada bir fırsatçılık varsa bu, uygulanan demokratik kapitalist sistemin meyvesidir. Kapitalizme göre, stokçuluk ya da spekülasyon meşru bir durumdur. Kaldı ki serbest piyasayı savunan kapitalist sisteme göre, devlet piyasaya “laisez faire (bırakınız yapsınlar)” ilkesi gereği ne stokçuluğa ne de spekülasyona müdahalede bulunamaz. Tekelleşmeye de engel olamaz. Stokçuluk, halkın ihtiyacı olan herhangi bir ürünün fiyatını yükseltmek maksadıyla piyasadan toplanması ve fiyatı yükselene kadar saklanmasıdır. Kapitalistlerin en çok itibar ettiği stokçuluk çeşidi ise, piyasada “az bulunurluk” ilkesine dayanılarak üretilen bir kısım sanayi mallarının stoklanmasıdır. Kapitalistler herhangi bir üründe tekel hâline gelmek için piyasada kendisiyle rekabet edebilecek sanayi kuruluşlarını ortadan kaldırmak için çaba harcarlar. Bu tekelleşmeyle de ürünün fiyatının belirleyicisi hâline gelirler. Sonuç olarak kapitalizmin serbest rekabet mantığının doğurduğu sonuç tekelleşmeden başka bir şey değildir. Kapitalizmin doğurduğu can yakıcı sonuçlar bilinmesine rağmen, ısrarla kapitalist sistemi uygulayan yönetimler, sergiledikleri “pahalılık ya da enflasyonla mücadele” tiyatrosuyla, halklara perişan bir hayat yaşatıyorlar. İktidarlar değişse de, kapitalist sistem sürdürüldüğü sürece bu zelil yaşantı devam edecektir.
Evet, aynı şekilde mevcut iktidar da, “fırsatçılar var” diyerek, yönetimde bilhassa ekonomideki beceriksizliğini gizlemeye, kestiği cezalar üzerinden pahalılıkla mücadele edildiği izlenimiyle halkın gözünü boyamaya, kendisine yöneltilen ekonomi alanındaki eleştiri ve tepkileri dindirmeye çalışarak iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor. İktidarda bulunanların Müslüman kimseler olması, kapitalist sistemi değiştirmiyor. Çünkü gittikleri yol aynı; demokratik kapitalizm! Aynı yoldan gidip farklı sonuç nasıl beklenebilir ki?
Tekrar, devletin “fahiş fiyat” gerekçesiyle kestiği cezalara geri dönelim. Fahiş fiyat neye göre belirleniyor? Mesela, PTT’nin Konya Sanayi Odası eski Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil’in şirketinden temin ettiği yağı, bu şirketin kendi online sitesine göre %25 oranda daha pahalı satması fahiş fiyat sayılır mı? Eğer bu fahiş fiyatsa, PTT’ye de fahiş fiyat uygulamasından dolayı ceza kesilecek mi? Yoksa fahiş fiyatın ölçüsü enflasyon oranı mıdır? Peki, hükümetin açıkladığı enflasyon rakamları mı gerçek yoksa her birinizin alışveriş yaparken yüz yüze olduğu enflasyon mu? Yani kullandığınız paranın her geçen gün erimesi mi gerçek? Piyasa fiyatları, açıklanan enflasyon oranlarına uyarlanırsa fahiş fiyat değil de normal fiyat mı olacak? Fiyatları belirlemek devletin görevi mi? Fiyatları devlet belirlediğinde sonuçları ne olur? Tekelleşmeyi ortadan kaldırır mı yoksa stokçuluk ve karaborsayı daha da mı artırır? Peki devlet, günlük kullandığımız paranın değerine yön verirken kullandığı faiz oranını dahi bağımsız olarak kendi belirleyemezken hatta içeride ve dışarıda kâr arayışındaki kapitalist sermaye sahiplerinin beklentileri doğrultusunda belirlerken, mal ve hizmet fiyatlarını bu kapitalistlerden bağımsız nasıl belirleyecek?
Hazır PTT’nin ayçiçeği yağı satışına değinmişken, konuya son günlerde yükselen fiyatı nedeniyle “güleriz ağlanacak halimize” misali sosyal medyaya konu olan ayçiçeği yağı fiyatları üzerinden devam edelim. TÜİK’e göre ayçiçeği yağı 2020’de %48 arttı. Bakın yine bir soru: Hükümet 2020’yi %14,6’lık TÜFE ile kapattığına göre, hem de 2020 yılında Türk Lirası %30’luk değer kaybıyla ilk sırada yer almışken, kim yalan söylüyor; Hükümet mi, Hükümete bağlı TÜİK mi?
Öte yandan Türkiye, %37’lik bir oranla dünyada en çok ayçiçeği yağı ithal eden ülke hâline geldi. TL’deki değer kaybını da yanına koyduğunuzda dolar bazında ayçiçeği yağının fiyatı değişmese bile TL cinsinden ithal ayçiçeği yağı tüketmek lüks hâle geliyor. Ayçiçeği yağında gümrük vergisi sıfırlandığı hâlde, fiyat artışı önlenemiyor. Bu sadece ayçiçeği yağında değil elbette, tüm ithal ürünler için geçerli bir durum. Ülkemizde hâkim olan kapitalist atmosfer gereği, diyelim ki; esnaf ucuzken stok yaptı ve yükseleceği beklentisiyle ya satmayacak -ki satarsa aynı ürünü elinden çıkardığında, kendisi de yüksek fiyattan almak zorunda- ya da fiyat artışına ayak uydurup zamlı olarak satacaktır. Tüm ürünlerde dışa bağımlı olduğumuz sürece, yaşayacağımız bundan başkası olmayacaktır.
Dolayısıyla “yerli ve milli” söylemine sığınanların gıda gibi temel ihtiyaçta bile dışa bağımlılığı kesecek önlemleri en başta alması beklenir. İslâm hükümlerini tatbik etmeseler bile, toplumuna karşı sorumluluk hisseden veya halkına karşı samimi yöneticilerin; günlük politikalarla değil, savaş, kıtlık ya da bugün dünyayı kuşatan koronavirüs salgını gibi beklenmeyen durumlara karşı ihtiyatlı davranıp zor ve sıkıntılı zamanlarda halkının temel ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar üretmesi gerekir. Burada en asgari düzeyde toplumuna karşı sorumlu ve samimi yöneticilerden söz ediyoruz. Bir de bunu İslâm hükümlerini uygulayan, İslâm’ı evrensel bir ideoloji olarak dünyaya taşımayı dava edinmiş, İslâm ideolojisi gereği, sadece Müslümanlara karşı değil, tüm insanlığa karşı sorumluluk hisseden bir halife başımızda olursa durum bambaşkadır.
Çünkü İslâm; ister gıda maddeleri gibi insanlığın zarurî ihtiyaçlarından olan mallarda olsun, isterse lüks tüketime yönelik ihtiyaçlarda olsun, stokçuluğu haram kıldığı gibi fiyatların sınırlandırılmasını da kesinlikle haram kılmıştır.
Savaş ya da siyasî bunalım dönemlerinde ya da içinde yaşadığımız salgın hastalık kuşatması altında fiyatlarda artışa sebep olan iki temel sebep vardır:
a. Piyasada malın ya çok az bulunması ya da hiç bulunmaması,
b. Stokçuluk sebebi ile malın piyasadan çekilmesi.
Eğer piyasadaki mal yokluğunun sebebi stokçuluktan ileri geliyorsa Allah Subhanehû ve Teâlâ bunu haram kılmıştır. Eğer yokluğun sebebi malın kıtlığından kaynaklanıyorsa halife ve diğer idareciler, -halkın işlerini gütme sorumluluğunun bir gereği olarak- yokluğu çekilen malı bir şekilde temin ederek halkın ihtiyaçlarını gidermeye çalışacağı gibi bu yolla piyasadaki malın fiyat artışını da engellemiş olacaklardır.
Nitekim Ömer b. Hattab, “Rimade yılı” olarak adlandırılan kıtlık zamanında sadece Hicaz bölgesine has bu kıtlık sebebi ile yükselen yiyecek fiyatlarına sınır koymamış, Mısır ve Şam gibi civar bölgelerden –ki bu bölgeler İslâm Devleti’nin sınırları içindeydi- getirttiği yiyeceklerle yükselen fiyatların kendiliğinden düşmesini sağlamıştır.
Ayrıca İslâm, eğer idareciler tarafından fiyatlarda herhangi bir sınırlama söz konusu olursa bu haksızlığı mahkemeye başvurulabilecek türden bir haksızlık olarak kabul etmiştir. İdareciler fiyatları sınırlandırma girişiminde bulunduklarında haram işlemiş olduklarından günaha girerler. Bir fiyat sınırlaması söz konusu olduğunda, tebaadan herkesin mezalim mahkemesinde -ister bu idareci halife, isterse vali olsun- dava açma hakkı vardır. Böylelikle mahkeme, husus hakkında hüküm verip haksızlığa engel olur. Fiyat sınırlamasının haramlığı tüm malları kapsar. “Gıda maddesi” ya da “başka mallar” diye bir ayrım söz konusu değildir. Herhangi bir malın fiyatını sınırlamak -ister savaş isterse barış zamanı, hangi şartlar altında olursa olsun-, İslâm ümmeti için pek çok zararın ortaya çıkmasına sebep olur. Zira fiyat belirleme devletin müdahalesi ile gerçekleştiğinde devletin kontrolünden uzak “karaborsa” diye bilinen gizli bir pazarın doğmasına ve fiyatların yükselmesine sebep olur. Bu vaziyette ancak zenginler karaborsa malına sahip olabilecekler fakirler ise bu haktan mahrum kalacaklardır. Ayrıca devletin fiyatları belirlemesi hem üretim hem de tüketime etki ederek bazen iktisadi krize sebep olur. Fiyat sınırlamasının olduğu yerde, sahip olduğu mal üzerinde hâkimiyet ve tasarruf hakkı olan kimselerin mallarına kısıtlama getirilmiş gibi mal sahiplerinin malları üzerindeki tasarruf hakları kaldırılmış olur. Bu sebeple şahısların mallarına belirli bir fiyat koyup malın bu fiyatın ne altında ne de üzerinde satılmasını engelleyerek kısıtlama getirmek, İslâm’a göre caiz değildir.
Fahiş fiyat meselesi ise; ticaret erbabının “aşırı kâr” diye nitelendirdikleri bir kavramdır. Satışa sunulan mallardaki kâr oranı, üçte bir veya dörtte bir gibi ölçülerle tespit ve takdir edilemez. Bu noktada kâr oranını, satış akdi yapılırken o ülkede bulunan tüccarların takdir ve tespiti belirler. Çünkü söz konusu tespit, piyasa ve malın vaziyetine göre değişiklik arz eder. Ancak tüccarlar, fiyatı pahalandırmak için uzlaşırsa Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:
[مَنْ دَخَلَ فِي شَيْءٍ مِنْ أَسْعَارِ الْمُسْلِمِينَ لِيُغْلِيَهُ عَلَيْهِمْ فَإِنَّ حَقًّا عَلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنْ يُقْعِدَهُ بِعُظْمٍ مِنَ النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ] “Kim Müslümanlara karşı fiyat arttırmak için onların fiyatlarından bir şeye müdahale ederse, o kimseyi kıyamet gününde bir ateş yığınına oturtmak Allah’ın üzerine hak olur.” [Ahmed rivayet etti] Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu ifadesi, böyle bir uzlaşının haramlığına işaret eder ki bu, idarecileri de kapsar.
Tüccarların uzlaşısı, spekülasyonları önlemek ve alım-satımı düzenlemek üzerine ise tüccarların alım-satım sürecini düzenlemelerinde bir sorun yoktur.
Tabii burada kapitalist havayı solumak zorunda bırakılıp menfaatçiliği ve fırsatçılığı ticaretinde ölçü hâline getirmiş tüccarlarla; geçmişte, “ben siftahımı yaptım, var git, ihtiyacını siftah yapmamış komşumdan al” diyen tüccarları var eden, İslâm hükümlerine göre yaşadıkları için İslâmi atmosferi soluyan tüccarları karşılaştırmamak gerekir. Bugün fırsatçılık şikâyet konusu ise -başta da belirttiğim gibi- bu, sadece sonuçtur. Bu sonucu doğuran da üzerimize uygulanan demokratik kapitalist sistemdir.
Velhasıl yaşanan bu sıkıntılı ekonomik hayat, İslâm’ın hayatta uygulanmamasından, başımızdaki yöneticilerin İslâm’ı uygulamayıp yönetimdeki beceriksizliklerinin faturasını, bir avuç mutlu azınlık dışında toplumun tüm kesimlerine yıkarak sorumluluklarından kaçmaları, halklarına karşı samimi olmayıp çeşitli bahanelerle aldatmalarından kaynaklanmaktadır. Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ tez zamanda bizleri halkına karşı samimi, Allah’a karşı muhlis yöneticilere kavuştursun. (Âmin!)
___
#KapitalizmÇöktüÇözümİslam