Yine bir cenderenin içindeyiz ve kısır döngü karanlıktan aldığı kuvvetle devam ediyor. Çoğunluğun reyini alan ya da kumpas ve darbeyle iktidarı ele geçirenlerin ortak hedefi zulüm, hüküm sürmekte. Bu zulmü legalleştirebilmek için çıkarılan kanunlar ile her şey kitabına uyduruluyor. İnsanların kulağına hoş gelen bu “hürriyet” denilen zulmün adı demokrasi.
Seçimden önce toplumu ikiye bölen liderler, oy alabilme kaygısı ile beka içgüdüsünü harekete geçirebilmek için milliyetçilik ve rızık endişesini öne sürüp duyguları dürtüklediler. Söylemler öyle sertleşti ki, toplumu patlamaya hazır bir bomba haline getirip fitili ellerine aldılar.
Oysa her iki tarafın da hedefinde menfaat, makam ve mevkii vardı. Değişen tek şey kazananların etrafında kitleleşen rant halkasıydı. Halk, fiyatı 7-8 TL’yi bulan patates ve soğana marketlerde göz süzerken soylular, resepsiyonlarda ejder meyveli smoothielerini keyifle yudumluyordu.
31 Mart Seçimleri, AKP için hezimet ile sonuçlandı; büyükşehirlerin çoğu kaybedildi. 2001 ekonomik krizi sonrası Başbakan Bülent Ecevit liderliğinde yıkılan hükümetin ardından tek başına iktidar olan AK Parti, aynı kader ile yüzleşmeye başladı.
Sadece ekonomik kriz değildi elbette bu durumlara gelinmesindeki sebep.
AK Parti iktidara gelmeden önce batıl nizamın zulmüne savaş açmış gibi gözükerek Müslümanların kalbinde taht kurdu. Asıl hedefinin, iktidarı elde edip İngiliz tipi parlamenter sistem yerine, Amerikan tipi başkanlık sistemini getirmek olduğu ona gönül verenler tarafından filmin sonunda idrak edildi. Bâtılı bir başka sistemle uygulamanın doğru yol olduğunu anlatıp durdular. Takiyye yaptıklarını söyleyip münkeri umuma yaydılar. Yavaş yavaş hakkın değil batılın geldiği, sinsice yerleştirildiği, batıl bir araç ile Ümmet-i Muhammed’in ve nihayetinde insanlığın selamete kavuşacağı İslâm nizamının tesis edilmesi için uygulanacak metodun bu olmadığı sert bir tokat gibi yüzlerde patlayıverdi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Mekke’nin hükümdarlığı teklif edildiğinde ashabını incitmeden bu işi yapabilme seçeneği O’nun önünde duruyordu. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın bu metottan razı olmadığını amcası Ebu Talib’e “Ey amca! Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.” sözü ile beyan ediyordu. O, boğazlanmak pahasına bu işin böyle olacağını ashabına ve ümmetine açıklamıştı.
AK Parti, 17 yıl sonra Kur’an okuyup namaz kılan CHP’ye dönüşüverdi. Hedef menfaat olunca haramlar helal, zulümler meşru görüldü.
“Demokrasi bizim için amaç değil araçtır” diyerek dillerinden Zülfikâr’ı düşürmediler lakin ellerinde tuttukları Kral Arthur’un kılıcı Excalibur’du. Sözler haktan, ameller batıldandı. “Gaye, vasıtayı meşru kılar” diyerek sürekli tekrar ettikleri “kutlu yol” sonunda “AK Parti laikliğin teminatıdır” çıkmazına evrildi. İzmir’de Kemalistlere şirin görünüp sırf seçimi kazanabilmek için ağızlarını şarapla açıp şarapla kapattılar. Sahilde şarabı överken, iç kesimlerde Ortaçağ kilisileri gibi ‘cennetten arsa’ dağıttılar.
“2014’te İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke biziz!” diye övündüler. Peki, neydi bu övündükleri sözleşme? Cinsiyet eşitliği maskesi altında toplumda eşcinselliği normalleştirmek. Aile kurumunun temelleri sarsmak. 2004’te zina serbest hale getirilip zinadan uzak durmak için 18 yaşın altında evlenenler cezaevlerine dolduruldu. Anneler çocuklarını babasız büyütmek zorunda kalırken bu zulüm görmezden gelinip KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği)’in önderliğinde Batı’dan ithal kanunlar çıkarıldı. Erkeklere savaş açarak aileyi yıkmaya çalışan başörtülü feministler Avrupa’dan gelen maddi desteklerle fonlandı.
İktidar çevresinde maddi esenlik yaşanırken, ülke krizlerle boğuşmaya başladı. Krizlerden etkilenmeyip kâr üstüne kâr rekoru kıran bankalara özel sektörü finanse edebilmesi için yüklü miktarda kaynak aktarıldı. Konkordatoların belli bir süre ertelenebilmesi için yine faizle borç dağıtıldı. Kambur iyice büyüdü ve borcu borçla kapatma mantığı yeniden devreye girdi. Çay, simit hesabı yapılarak asgari ücretin yeterli olduğu kıt kanaat geçinen yoksul halkın yüzüne söylenip alenen dalga geçildi. Seçimlerden önce kurulan tanzim satış çadır tiyatrosu, seçimlerin sona ermesi ile birlikte perdelerini kapattı.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret eden karikatüristlerinin cenazelerinde Paris sokakları arşınlandı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, yürüyüş esnasında Batılı siyasetçiler tarafından aşağılandı.
“İsrail”in uluslararası sularda eşkıyalık yaparak sivil bir gemi olan Mavi Marmara’ya saldırısının üzeri örtüldü. Silahsız Müslümanların cesetlerinde yakın mesafeden sıkılmış onlarca kurşun yarası tespit edildi. Bu aleni katliamın faillerinin ceza almaması için mahkeme yolu, birkaç milyon dolar karşılığında kapatıldı. Ne Gazze ablukası kalktı, ne zulüm sona erdi, ne de gasıp Yahudi özür diledi. Nereden baksan hezimet olan anlaşma sanki bir zafermiş gibi lanse edildi. Anlaşmanın altında “İsrail”in başkenti olarak Kudüs’ün gösterilmesi dikkatlerden kaçmadı. Bir süre sonra ABD Başkanı Trump, Kudüs’ü “İsrail”in Başkenti ilan etti. İslâm İşbirliği Teşkilatı şemsiyesi altında toplanan 57 İslâm beldesi, her zamanki gibi kınayarak işgale yeşil ışık yaktı.
“Astana Üçlüsü” içinde yer alarak Suriye’de halkın İslâmi devriminin bastırılıp yıkılmaya yüz tutmuş Şam kasabı Esed’in önü açıldı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da, “Suriye'de demokratik ve güvenilir bir seçim yapılması halinde Beşşar Esed ile çalışma konusunu herkesin değerlendirmesi gerekir” çıkışıyla elinde bir milyon Müslümanın kanı bulunan Esed rejimine yeşil ışık yaktı.
Washington’ın binlerce TIR silah ile terör örgütü PKK/PYD’yi desteklemesine rağmen, ABD ile dost ve müttefiklikten milim uzaklaşılmadı. Defalarca “ABD bizi aldattı” itirafına rağmen Trump ile verilen sıcak pozlar, iktidarın inandırıcılığını yitirmesine sebep oldu. Papaz Brunson davası ile alakalı yaptığı konuşmada Trump, “Onu (Papazı) bırakın, dedim ve bıraktılar. Bu bir mucize” diyerek hükümeti alenen aşağıladı. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu fakir bu görevde olduğu müddetçe o teröristi alamazsın” sözünü söyledikten sadece iki ay sonra Papaz serbest bırakılmıştı.
FETÖ’ye savaş açılıp terör örgütü ilan edildi ama Gülen cemaatinin sürdürdüğü Batı güdümlü “Ilımlı İslâm” projesi taviz verilmeden devam ettirildi. İslâm’a savaş açan hadis inkârcıları cesaretle çalışmalarına devam etti. İktidara saldırı olmadığı sürece münkerin önündeki engeller kaldırılarak toplum ifsat edildi.
Sayılacak daha birçok yanlış ve zulüm boy gösterdi, son 17 senede. Kemalistlerin yapamayacaklarını muhafazakârlar topluma sevdirerek yaptı. İnsanlar bugün Kur’an okuyan muhafazakârla, Kur’an okuyan Kemalist’in bir farkı olmadığını, her iki tarafın da ortak gayesinin batıl nizam “Kapitalist Demokrasi”nin bekasını korumak, iktidarı ele geçirip makam sahibi olmak ve yakın çevrelerini kalkındırmak olduğunu idrak etmeye başlıyor. Doğrular, ilk söylendiğinde yanlış anlaşılabilir ama Hak her zaman kazanır.
Yıllarca halka zulmeden, kanlı katliamlara girişen ve sırf inancı yüzünden halkı horlayıp baskı ile iktidarı elinde bulunduran CHP bugün mazlumu oynuyor. İthal ettiği demokrasi sayesinde iktidarı elinde bulunduranları zalimlikle suçluyor. Oysa yegâne ilahi nizam İslâm’dan başkası zulüm değil mi? Seçimlerde çoğunluğu alanın hükümdarlığına boyun eğip istediği kanunu çıkarmasına vekâlet verilerek meşru kabul edilen demokrasi, kula kulluk değil mi?
Şimdi ne oluyor da sızlanıp şikâyet ediyorsunuz? Bugün kılıç, muhafazakârların elinde ve bir asır önce Kemalistlerin uyguladığı zulmü uyguluyorlar. Zalimler yer değişse de asıl mazlum hep halk oluyor. Kısır döngü devam ediyor ve temeli bozuk “Kapitalist Demokrasi” var olduğu sürece krizler ve zulüm hep var olacak. Yarın bir başka parti ile zulüm kaldığı yerden devam edecek. Yeni kardan adamların hükümdarlığında kışın ayazı iliklerimize kadar işleyecek. Eskiyen kardan adamların yerini yenileri alacak.
Bir asırdır bu topraklara kış hükmediyor…
Kışı kutsayan kardan adamlar, bahardan bahsediyor.
Çirkinler, “her şey çok güzel olacak” diyor.
Ümmetin kalbine saplanan okların sahipleri adaletten bahsediyor…
Yeni kardan adamlar inşa ediliyor.
Sanki hiç bahar gelmeyecekmiş gibi devasa kardan adamlar yapılıyor.
Karanlığın hükmü fecre, kardan adamların hükmü bahara kadar…
Üşüten kışın adı batıl, ısıtan baharın adı Haktır!
Bir yol var ki dikenli; sonundaki düzlüğün adı İslâm’dır!