İstikamet Üzere Olmak ve Ölmek
08 Haziran 2020

İstikamet Üzere Olmak ve Ölmek

Her şeyleriyle kendilerini Rablerinin rızasını kazanmaya adamış Allah erlerinin dikkat etmeleri gereken en önemli konu Rableriyle olan bağlarıdır. Ruhi bağ, davet taşıyıcısının davetinde azimkâr, hedeflerini gerçekleştirmede fedakâr, çalışmalarında sebatkâr ve amellerinin en güzel bir şekilde şer’i hükümlere göre disipline edilmesinde en önemli faktördür. O yüzden Rabbimizle olan bağımızın kuvvetine ve devamlılığına önem vermeliyiz. Çünkü bu bağın zayıf olması kişiyi ruhsuz, heyecansız ve sönük bir duruma getirecektir. Ruhi bağı zayıf olan kimsenin davette sebat etmesi, başarılı olması çok güçtür. Böyle bir kimse canı çıkmakta olan bir mevta gibi ışıksız, heyecansız, ümitsiz olur. Oysa davetin seyrindeki ilerleyiş dava adamının dipdiri, capcanlı oluşuyla doğru orantılıdır. Davetçi Rabbiyle olan bu kuvvetli bağıyla aşılmaz sanılan engelleri aşar, problemler gözünde küçülür, basit işlerin içinde boğulmaktan kurtulur. Bakınız, kendilerine bugün hâlâ gıptayla baktığımız sahabe-i kiram efendilerimiz bu ruhla onca fitnenin içinde Allah’ın kelimesini dünyanın dört bir yanına götürme iradesi göstermişler, “bunları başaranların asla insan olamayacakları” şeklinde bir hayret uyandırmışlardır, sonraki nesillerde. Tüm bunları Rableriyle olan kuvvetli ve sürekli bağlarıyla gerçekleştirmişlerdir. Neredeyse onların Rablerinden gafil oldukları tek bir an yoktu. Dilleri Allah’ın zikriyle meşgul, kalpleri Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın rızasını kazanma ve cennet arzusuyla coşkun, ufukları “La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah” kelimesini dünyanın her tarafına götürmeye odaklanmış geniş bir bakış, amelleri şer’i hükümler ile disipline edilmiş güzide örneklikler idiler. Bırakın onların Allah’ı hatırlamasını onları görenler dahi Allah’tan, İslâm’dan başkasını hatırlamıyordu!

Hem dünya hayatımızın mamur hem de ahiret hayatımızın bizler için kurtuluş olması kesinlikle Rabbimiz ile olan ruhi bağımızın kuvvetli ve devamlı olmasına bağlıdır. Öyleyse bu hususta gereken çaba ve gayreti ortaya koymamız gerekmektedir. Allah için olmak ve ölmek bize dünyadaki her şeyden daha sevimli gelmelidir. Bu bağın kuvvetlenmesi için Kitap ve Sünnet bize yeterince yol gösteriyor, yolumuzu aydınlatıyor. Örneğin Rabbimizin iman edenler için vadettiği cennetinin ne mükemmel bir yer olduğunu hissetmek ve anlamak için Kur’an’da geçen cennet ile ilgili ayetleri okumalıyız. Ki uğrunda insanların kendilerini heba ettiği dünyanın ne kadar basit ve geçici bir yer olduğunu en derinimizde duyumsayalım. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“Gerçekten ‘rabbimiz Allah’tır’ deyip dosdoğru olan kimseler için korku yoktur onlar mahzun da olmayacaklardır. İşte onlar cennet ehlidirler. Orada yapmış olduklarına karşı ebedi kalacaklardır.” [Ahkaf 13-14]

اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ لَكُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ كَث۪يرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ

“Allah’a karşı gelmekten sakınan muttakiler dışında dostlar o gün birbirlerinin düşmanıdırlar. Ey (Allah’a karşı gelmekten sakınan) kullarım sizler mahzun olmayacaksınız. Onlar ki ayetlerimize iman edip Müslüman olanlardır. Sevinç ve neşe içinde sizler ve eşleriniz cennete giriniz. Onlara altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve siz, orada ebedî kalacaksınız. İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur. Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan yersiniz, denilir.” [Zuhruf 67-73]

Rabbimiz yukarıda geçen ayetler gibi daha birçok ayette, muttakiler için hazırlamış olduğu cennetin güzelliklerinden bahsediyor. Cennet uzvi ve içgüdüsel ihtiyaçların en güzel bir şekilde giderildiği, Rabbimizin rıdvanının/rızasının olduğu bir yerdir. Cehennem ise azabın iliklere kadar işlediği, Rabbimizin rıdvanından uzak, gazabına gark olmuş bir yerdir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُـهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقاً لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ

“Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü dönüştür! Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?, diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah’ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz!, demiştik. Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!, diye ilâve ederler. Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun, o alevli cehennemin mahkûmları!” [Mülk:6-11]

Rabbimizin kendisinden sakındırdığı cehennem çok çetin bir yerdir. Onun dehşetinden bizleri sakındıran daha onlarca ayet vardır. Ondan olabildiğince sakınmalıyız ki bu da ancak her durum ve şartta Rabbimiz ile olan bağımızı kuvvetli ve devamlı tutmamıza bağlıdır. Subhanehu şöyle buyuruyor:

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

“Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı adamlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” [Nur 37]

Bizler akidemizden beslendiğimiz, onu hayata egemen kılmaya çalıştığımız müddetçe her durum ve şartta Rahman’a giden bir yol buluruz. Ancak ondan kopup gafil olduğumuzda gündelik basit işlerin altında ezilip kayboluruz. Bize gerçek bir olgunluk, selim bir kalp, parlak bir bakış açısı ve düşünme keyfiyeti kazandıracak olan şey hiç şüphesiz akidemizdir. Hayatın kılcal damarlarına dahi nüfuz ederek bizi besleyen şey dinimizdir. Her ne zaman daralsak Rabbimizin vaadini hatırlayıp sevince gark oluruz. Her ne zaman gaflete düşsek Rabbimizi gazaplandırma korkusu ve cehennem azabının çetinliği karşısında kendimize geliriz. Her ne zaman dünyayı bir şey sansak Rabbimizin dünyanın az bir geçim yeri olduğunu haber vermesi üzerine bakışlarımız hemen yücelir, ulvi olana yönelir. Ama bağımız bir mum ışığından daha zayıf olursa bunların hiç birini yaşayamayız ve -Allah korusun- kaybedenlerden oluruz.

Dinimiz, insan, hayat, kâinatı kapsamlı bir şekilde ele almış ve onların dünya hayatının öncesi ve sonrası ile olan ilişkisini ortaya koyarak bizdeki büyük düğümü aklımıza kanaat veren, fıtratımıza uygun, kalbimizi itminan eder bir şekilde çözmüştür. Yeryüzündeki en seçkin akideye sahip olduğumuzun farkında olarak daveti taşımalıyız. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

“(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzeldir?” [Fussilet 33]

Cennet-cehennem gibi dünyayı da tasvir eden oldukça çok ayet vardır…

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟

“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” [Rad 26]

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için şüphesiz ki ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” [Enam 32]

İşte bu da dünya hayatının tasviridir. Zira dünya hayatı gerçekten az bir konaklama ve geçimlik yeridir. Sonra yok olup gidecektir. Gördüğünüz üzere Rabbimiz ile bağımızın kuvvetli olması için birçok sebep vardır. Zayıf olmasına ise hiçbir bahane yoktur. Bunlara tevekkül, rızık, ecel, korku ve benzeri meselelerle ilgili akidemizin ortaya koymuş olduğu sahih bakış açılarını da eklediğimiz zaman; Rabbimizi zikretmenin, O’nu razı etmenin, dinini hâkim kılmak için çalışmanın ne büyük bir şeref ve uğrunda çalışılacak azim bir iş olduğunu anlarız.

Kendimizi, ehlimizi, ümmetimizi ve genel olarak tüm insanlığı varılacak kötü sondan sakındırmak için gece gündüz çalışmalıyız. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir!” [Hacc 1-2]

Ve şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” [Tahrim 6]

Rabbimiz bizleri kendisinden hakkıyla sakınan, O’nu razı etmek, dinini hâkim kılmak için gece-gündüz çalışan mübarek kullarından eylesin. Bu hususta bizlere yardım etsin ki basit ve gereksiz şeylerin helakine neden olduğu müflis kimselerden olmayalım. Amerika’nın yandığı, kapitalizmden insanların kaçtığı, demokrasilerin recmedildiği, dünyanın yeni bir soluk aradığı şu günlerde âleme İslâm’ın ışığını taşıyabilecek kimseler Rableriyle bağları kavi olan Müslümanlardır. Makalemi Şeyh Takiyuddin en-Nebhani Rahimehullah’ın “Ümmete Sıcak Çağrı”sında geçen şu sözleriyle bitiriyorum:

“Ey Müslümanlar! Yere yapışıp kalmanızın üzerinden bir hayli zaman geçti. Dünya nimetlerine bir hayli daldınız, biraz da ahiret nimetlerine yönelin. Cenneti özlemenizin zamanı geldi artık!”