Şike, Kara Para Aklama, Tefecilik, Dolandırıcılık ve Daha Nice Yöntem…
Ülkemizde uygulanmakta olan demokratik kapitalist rejimde, temeli itibariyle dinin hayattan kovulması yani laik düşünce hakim olduğu için; helal-haram, kıyamet, ahiret, cennet-cehennem gibi kavramların, toplamda Allah’la ilişkili hiçbir kavramın değeri bulunmaz.
Tüm bunlar nedeniyle insanın sorumlu tutulacağı alan sadece, devletin benimsediği kanunlardır. Bu kanunlar da kaynağı ne olursa olsun delinmeye, etrafından dolaşılmaya müsaittir. Yani mesele, sadece kanun hakimiyeti meselesi değildir. Mesele, laisizm temelli kapitalist düşüncenin insanı dönüştürdüğü durumdur. İnsana gösterdiği yaşam gayesi ve bu doğrultuda dönüştürdüğü “özgür”/-hâşâ- “Allahsız” insana bir takım kurallarla yön verme çelişkisidir.
Şüphesiz kapitalist düşüncenin insana gösterdiği hayat gayesi, mümkün olan en üst seviyede hayattan maddi doyum/lezzet almaktır. Bu doyumu sağlayacak araçların icat edilmesi yani üretim, kapitalist sistem nazarında en temel ekonomik problemdir. Çünkü bu fikre göre insanların ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır.
Dolayısıyla fiyat mekanizması yoluyla her fert, her istediğine ulaşamaz. Mal ve hizmetten ancak, fiyatını karşılayabilen maddi güce sahip kimseler faydalanır. Bunun için de “çalışma özgürlüğü” dedikleri kavramla kişilerin helal-haram gibi bir sınırlama olmadan dilediği şekilde mülk edinme yolu serbest bırakılmıştır.
Ahiret anlayışından kopuk bu dünya hayatında tek hedef, -her nasıl olursa olsun- servet edinmek ve dünya lezzetlerini yine şahsi özgürlük çerçevesinde olabildiğince tatmak, yani “insanın cenneti de cehennemi de bu dünyadır; serveti olan cennette, servetten mahrum kalan da cehennemdedir” anlayışıyla yaşamaktır. Mesele; serveti herhangi bir şekilde elde etmek olunca “paranın karası-beyazı olmaz!”
Teorik kısmı geçelim… Pratikte de Türkiye’de bu zemin, devlet eliyle oluşturulmuş durumda. Nitekim son 14 yılda 6 defa çıkarılan “Varlık Barışı” yasasıyla, ülke adeta “kara para aklama” merkezi oldu. “Varlık Barışı” yasası genel hatlarıyla yurt dışındaki bazı varlıkların “bildirilerek” ve Türkiye’ye getirilmesinin yanında, yurt içindeki kayıt dışı bazı varlıkların da “beyan edilerek” kayda alınmasını içeriyor. Yani kaynağına ya da maddi varlıkların ne yolla elde edildiğine bakılmadan ülkeye getirilmesini teşvik etmeyi esas alıyor.
Siyasilere sorarsanız bu, “ülke menfaati” için gerekli. Fakat sadece varlıklar getirilmiyor; bu varlıklar, silah kaçakçılığı, uyuşturucu, kadın ticareti dahil her türlü gayrimeşru işi yapan mafyaların da ülkede cirit atmasına yol açıyor.
Son dönemde bahis ve kumar siteleri üzerinden bir takım sosyal medya fenomenleri de kullanılarak bu “kara para aklama” işinin yapıldığı ifşa oldu.
Spor Kulüplerinin, “Passolig” üzerinden bile 4 bin ila 50 bin TL’ye varan fiyatlardan satışa çıkarılan maç biletlerinin, seyircinin katılmadığı ancak tamamının satıldığını, “teşvik primi” adı altında şike paralarının gönderildiğini,
Turizm ve otelcilik üzerinden 100 bin TL gibi astronomik rakamlarla -konaklayan olmasa da- ibra edilen faturalar üzerinden her türlü gayrimeşru paranın yasallaştırıldığını, hepimiz duyduk, -medyaya yansıdığı kadarıyla- şahit olduk.
Bu açıdan bakıldığında; devlet yetkililerinin gıda ürünleri ya da genel fiyat seviyelerinin yükselmesinden şikayet etmeye ya da fahiş fiyatları denetliyoruz yalanlarına sığınma hakkı yoktur. Ne kadar çok şişirilmiş fatura varsa hepsi, “kara para” aklama yolu olarak kullanılabilir durumda. Yani her meta üzerinden “kara para” aklama yapılabilir. Devletin baktığı, sadece “fatura girişi olmuş mu” yani “devlete vergisi ödenmiş mi, ödenmemiş mi?” “Vergilendirilmiş kazanç kutsal” olunca, kazancın nereden geldiğine bakmıyor.
Yine hayali hayvan çiftliği ve “Bitcoin” üzerinden insanların dolandırıldığına,
Yalanlanamayan ve soruşturulmayan, Sedat Peker’in iddialarında yer alan “FETÖ” borsası üzerinden “mala çökme” ile marinalar ve lüks yatların uyuşturucu trafiğinde yer aldığına,
Geçtiğimiz hafta çokça tartışılan bir banka şube müdürünün ünlü futbolcuların da aralarında olduğu, “hiç ilgim yok” dediği halde ismi geçen futbol camiasının “İmparator”unun isminin verildiği fon üzerinden yeni bir dolandırıcılığın ortaya çıktığına yine medyada yer aldığı kadarıyla şahit olduk. Hele bu son olayda en çok tartışılan, bir zabıta memurunun 500 bin doları nasıl biriktirebildiğiydi.
Tüm bunlar, medyaya düşecek duruma gelmeseydi, her şey olduğu gibi devam edecekti elbette. Bu olaylar daha çok dolandıran ve dolandırılanlar bağlamında -eğer ünlü kimseler ise- açığa çıkıyor ve olaylar, isimler üzerinden tartışılıyor. “500 bin doları olan memur” gibi detaylar üzerinden tartışılıyor. Sistemin oluşturduğu uygun zemin hiç tartıştırılmıyor. Yakalananlar birkaç yıl yatıp çıktıktan sonra “daha profesyonel organize işler” yapmak üzere hayatını sürdürüyor. Bugün herkes bu sistem sayesinde çalışarak ve alın teri dökerek servet elde edilemeyeceğini biliyor. Bu yüzden toplumun genelinde kolay para kazanma iştahı oldukça yüksek. Bu iştah, tamahkarda olduğu gibi sahtekâr olanda da var elbette. Yani sahtekâr ve tamahkar ortak güdü ile hareket ediyor. Gündem olan ünlü kişiler lüks yaşamlarıyla geriden gelen milyonlarca kolay para kazanma heveslisi kimseye de örneklik teşkil ediyor. Yani sistem aynı anda yeni tamahkarları ve sahtekarları üretiyor. Çünkü devlet de organize ettiği “şans oyunları” kepazeliği ile bu tamahı pompalamada öncülük ediyor.
Tüm bunları bir aile örneği üzerinden toparlayacağım. Bir aile reisinin, aile bireylerine uyuşturucu satılmasına göz yummakla birlikte, ailesine satılan uyuşturucudan da pay aldığını hiç tasavvur edebilir misiniz? Aile bireylerine tam özgürlük verip beyan etmesi ve pay vermesi koşuluyla, bahis, kumar, fuhuş, uyuşturucu satma ve her türlü gayrimeşru yolla eve para getirmesini talep edebilecek zihniyette bir baba düşünebilir misiniz? Ya da aile bireylerinin dolandırılmasına zemin oluşturacak bir bakış vermesi, “para kazan da nasıl kazanırsan kazan” demesi mümkün mü? Normal bir aile reisinin bunları yapabilmesi, ailesine her türlü kötülüğü reva görecek kadar hırslı ve tamahkar olması ya da kendi ailesine düşman olmasını gerektirir. Sorun aile bireylerinden de önce aile reisinin evi bir kumarhane yönetir gibi yönetmesi, aile bireylerini, -yine “ailenin menfaati” gereği- müşteri olarak görmesidir.
İşte laik kapitalist demokratik yönetim, tam da bu teşbihteki kumarhanenin birebir aynısıdır.
Peki, ey Müslümanlar! Siz bu sistemden hâlâ tiksinmediniz mi?