“Müslüman” dendiğinde aslında Allah’ı memnun etmeye çalışan kişi akla gelmesi gerekirken, maalesef günümüzde, özellikle Türkiye’de artık adeta İslâm’ın esaslarını, değil hafife almak onu tahrif etmek için çalışan kişi akla gelmeye başladı. Muhtemelen bunu okuduğunuzda ilk aklınıza gelen kesim “hadis inkârcıları” olarak bildiğimiz kesim olacaktır. Lakin ben bugünkü yazımda hadis inkârcılarından bahsetmeyeceğim. Benim bahsettiğim kesim, “muhafazakâr” olarak bilinen ve zamanla değişen ve bugünlerde “laik muhafazakâr” bir konuma evrilen ve özellikle gençlerin zihinlerini bu minvalde tahrif eden kesim olacak. Bu kesimin son yıllarda zehirlenmiş bir ortamda her geçen gün çoğaldığını unutmamak lazım. Neticede bu kişilerin geneli, Kemalist zorbaların baskısı olduğu zamanlarda İslâm’a daha bağlı iken artık onlara sunulan –sözde- İslâmi ortamdan zehirlenerek yeni bir tahrif olmuş İslâm icad etmeye çalışmaktadırlar. Bu sözlerin oldukça ağır olduğunun farkındayım. Lakin bir atasözünde geçtiği üzere “dost acı söyler” sözünden yola çıkarak bu gerçekleri söylemek durumundayız. Biz gerçekleri örtbas edersek sadece kendimizi kandırmakla yetinmiş olmayız, bilakis bizi dinleyen on binleri de kandırmış oluruz. Bu şekilde istenilen değişimi de gerçekleştirmiş olmayız. Dolayısıyla kendimizi kandırmayalım. Bu zehirli ortam özellikle ılımlı İslâm ortamı, muhafazakâr kesim olarak bildiğimiz kesimi tahrif etti. Hatta bir kısmını tamamen tasfiye etti. Elbette bu zillete maruz kalmamış ve dinî esasları muhafaza eden önemli bir kesim -Rabbime şükürler olsun- mevcut. Değişime öncülük edecek olan kesim de zaten bu kesim olacak inşallah. Fakat İslâm’ın esaslarını yapboz tahtasına çeviren -sözde- örnek elit kesim -ki bu kesime başta iktidarda olan belirli kişiler olmak ile beraber değişik dernek, STK ve akil (hoca, yazar vs.) insanlar da girmektedir- ya Müslümanların umutlarını kırdılar ve “Müslüman olmak bu ise ben artık Müslüman değilim” diyecek kadar insanların deist veya ateist olmalarına sebep oldular ya da “Müslüman olmak bu ise o zaman yaşadık” anlayışa sahip acayip bir zihniyet oluşturdular. Bu zihniyet sahipleri arasında eşcinsel, travesti gibi sapıkların dahi var olduğunu görmekteyiz.
Bu zillet ortamının daha net anlaşılması için bir kaç örnek vermek istiyorum. Söylediklerimi samimi olan yani taassup hastalığına duçar kalmamış, feraset sahibi herkes teyit edecektir. İlk örneğe isterseniz bizatihi şahit olduğum bir hadiseyi aktararak başlayayım. Bir gün İslâmi hassasiyeti olan bir kaç esnafın bulunduğu ortamda aynen şuna şahit oldum. Ürün satan esnafa toptancının elemanı olan bir başka muhafazakâr kesimden olan bir kişi ziyarete geldi. O esnada dükkânın önünde oturan 4-5 kişilik başka esnafların da bulunduğu masaya oturdu ve şunları söyledi: “Abi duydun mu iktidar tüccarlar için tahsis edilen kredilerde faiz oranlarını elhamdulillah düşürmüş. Allah hükümetimizden razı olsun.” Ben bunu duyduğumda adeta şok oldum ve şunları söyledim: “Abiler sizin ağzınızdan çıkan sözleri kulaklarınızda işitiyor mu? Bahsettiğiniz fiili Allah Celle Celalehu Kur’an-ı Kerim’inde ‘Allah ve Rasulü’ne savaş açmıştır!’ diye nitelendiriyorken yine Rasulullah faizin değişik derecelerinden bahsederken en düşük derecesinin ise ‘kendi öz annesi ile Kâbe’nin içinde cima etmiş kadar büyük günah’ olduğunu söylerken, siz nasıl burada bu haramı bu şekilde hafife alabilirsiniz? Allah’tan korkun!” Bu kişilerin örnek aldıkları kişiler yani iktidarda söz sahibi olanlar, yine hoca olarak geçinenler, haramları hafife alır ve şu zelil sözleri söylerlerse olacağı bu: “Bunu günümüzün şartlarında mecburen yapmak zorundayız hatta yapmaz isek sorumlu oluruz!” İslâmi hassasiyeti örnek aldıkları kişiler İslâm’ın esaslarını ayaklar altına alan ve hayatı menfaat metaı olarak görenler olduğu için muhafazakâr kesimin zamanla ılımlı hatta tahrif olmuş bir İslâm dinine bağlanmaları maalesef acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yine başka bir örnek ise tesettür moda sektöründe katkıları ile çok ucube, İslâm ile uzaktan yakından alakası olmayan tiplerin ürümesidir. Bu tiplerden bir tanesi ise 20’li yaşlarının sonlarında olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Merve olacak. Merve ile yapılan röportajdan bir kaç alıntı yapmak istiyorum. Öyle düşünüyorum ki siz de okuduğunuzda şok olacaksınız ve “Çocuklarımızı bu gibi kişilere nasıl teslim ediyoruz? Bu öğretmenler nasıl bu hale geldi?” diyeceksiniz. Merve ile röportaj yapan gazeteci Selin Girit röportajına şu şekilde başlıyor:
“Merve, bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni. 20’li yaşlarının sonlarında. Kendisini agnostik olarak tanımlıyor. ‘Tanrı var mı, yok mu bilmiyorum, beni çok da ilgilendirmiyor artık.’ diyor. Merve’yle ilk olarak Beyoğlu’nda bir kafede buluşuyoruz. Kırmızı bir başörtüsü takıyor. ‘Beni Müslüman olarak tanımlayan tek şey bu başörtüsü artık.’ diyor. Gerek ailevi nedenlerle gerekse yaptığı işten ötürü başörtüsünü çıkarmadığını söylüyor. ‘Belki 1-2 yıla başörtümle de vedalaşabilirim ama şimdi buna gerek duymuyorum’ ifadelerini kullanıyor. Merve’nin babası imam… Muhafazakâr bir aileden geliyor. İmam-hatip lisesi mezunu. İlahiyat Fakültesi’nde okumak istemediği için, ‘bari öğretmen olayım’ diyerek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği üzerine eğitim almaya karar vermiş.
Dinle ilgili araştırmalarının ve kendi tabiriyle ‘bilinçlenmesinin’ de o döneme denk geldiğini söylüyor:
‘Benim radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı. Daha birkaç yıl öncesine kadar erkeklerle tokalaşmazdım bile. Kendimi Müslüman olarak tanımlıyor, hayatımı o şekilde yaşamaya çalışıyordum. Beş vakit namazımı kılıyordum. Nafileleri yerine getirmeye çalışıyordum. Orucumu tutuyor, Kur’an okuyor, ilmihal bilgileri olsun, hadis olsun o tarz şeyleri tamamlamaya çalışıyordum. Tefsir, hadis derslerine gidiyordum.’
Ders verirken bazen çocuklar sorular soruyorlar. ‘Öğretmenim başörtüsü takmak gerçekten gerekir mi, ben büyüdüğümde saçım görünürse günah olur mu?’ ‘Şu an ona karar vereceğiniz bir durum yok, 18 yaşına gelin ne isterseniz yaparsınız’ diyorum. Böyle cevap vermek beni rahatlatıyor.” [t24.com.tr]
Başka bir örnek olarak ise yine muhafazakâr bir aileden gelen hatta ilahiyat okumadan önce medrese eğitimi görmüş olan Bekir veriliyor aynı haberde. Merve’nin sorgulamasına sebep olan kişi de Bekir olmuş.
“Anadolu’da bir kentte bulunan Bekir, muhafazakâr yapıdaki bir üniversitede bir ilahiyat fakültesi öğrencisi. 20’li yaşlarının başındaki Bekir, imam-hatip lisesi mezunu ve aynı zamanda ‘medrese eğitimi’ diye tabir edilen dinî eğitimi de almış. Yakın bir tarihe kadar radikal İslâmcı akımları, IŞİD ve El Kaide benzeri örgütleri sempatiyle izliyormuş. Bekir bugün kendisini ateist olarak tanımlıyor.
‘Deizmi ilk o anlattı bize. İslâm Peygamberinin insanlara davranışlarını, kendisine salavat getirtmesini, çok sayıda kadınla evliliklerini, Yahudileri öldürmesini, bir sürü konuyu daha eleştirmeye başladı arkadaş. Yavaş yavaş benim de kafama takılmaya başladı.’
‘Önce İslâmiyet’i mantığa dayandırmak istiyorduk. İttire kaktıra baktık olmuyor. Sonra mantık olarak yorumlamaktan çıkarttık, Tanrı’ya inanmaya başladık sadece, deist olduk yani.’
Bekir, dine yüz çevirmesinde mevcut hükümetin ve icraatlarının da etkisi olduğunu söylüyor.
‘Ben bu hükümete destek veren bir insandım. Hükümete desteğimin nedeni biraz daha hümanist davranmasıydı o zaman. Ama her baskı kendi isyancısını doğurur. Bizim üzerimizde baskı kurmaya çalıştıkları zaman biz de ister istemez tepki veriyoruz.’
‘Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım.” [t24.com.tr]
Haberde geçen üçüncü örnek ise kendi ifadesi ile 11 yaşında ailesi tarafından zorla başı örtülen lakin 17-18 yaşına geldiğinde dini yumuşatarak yaşamaya başlamış olan ve nihayetinde üniversite okumak için gittiği Avrupa’da başını açan ve daha sonra deist olan Leyla.
“Özellikle kadınlara yüklenen sorumluluk ile erkeklere yüklenen sorumluluğun farklı olması kafasını çok kurcalamış. “Bir yaratıcı varsa nasıl olur da yarattığı her canlıya eşit hak tanımaz?” diye sorgulamaya başlamış.
Önce pardesüyü çıkarmış, sonra kot pantolon giyip başını örtmüş, sonra örtü biraz biraz arkaya kaymaya başlamış ve nihayetinde de üniversite okumak için gittiği Avrupa’da bir gün bakkala giderken başını açıvermiş. Ondan sonra da bir daha başörtüsü takmamış.
Leyla’nın babası halen kendisinin deizme kaydığını bilmiyor. Babası öğrenirse, ‘Ablan üniversiteye gitti de açıldı, sen de açılırsın’ diyerek kız kardeşini üniversiteye yollamamasından endişe ediyor. ‘Ben kendi yoluma gittim diye kardeşime baskı yapmasını istemem’ diyor. Leyla bugünkü düşüncelerini şöyle açıklıyor:
‘Bence dünya deizme kayıyor. Semavi dinler yürürlüğünü benim neslimde kaybettiler. Ne Hristiyanlık ne Yahudilik ne Müslümanlık götüremiyor kendini artık. İnsanlar bir dine bağlı olmak istemiyorlar.’” [t24.com.tr]
Bu örnekleri mutlaka çoğaltabiliriz. Lakin üzücü olan ise Türkiye’nin son yirmi yılda birçok Avrupa ülkesinden çok daha fazla ateiste sahip olan ve deizme kayan bir zehirli zeminin üzerinde ilerlemiş olmasıdır. Rakamlar değişse de genelde gerçeklik payı olan bir araştırmaya göre Türkiye’de ateistlerin oranı şuan 14%’e ulaşmış durumda. Bu rakam ise birçok Avrupa ülkesinden çok daha fazla… Örneğin diğer Avrupa ülkelerinde ateist oranları şöyle: Yunanistan 4%, İtalya 12%, Portekiz 10%, Polonya 7% ve Rusya ise 15%. Tabii ki Batı Avrupa’daki ülkelerde bu rakamlar çok daha fazla. Örneğin Almanya’da 37%, Fransa’da 40% ve İngiltere’de 53%’tür. Türkiye ve diğer İslâm beldelerinde ılımlı İslâm anlayışı ile Müslümanların duyguları ile alay etmeye ve bunun neticesi olarak hayal kırıklığı yaşamalarına neden olmaya devam edecek olursak, özellikle Müslüman gençlerin önüne süslenerek çıkarılan deizme ve ateizme kaymaları maalesef bir hakikat olarak karşımıza çıkmaya devam edecek.
Günümüzü yani ahir zamanı anlatan oldukça çok hadis-i şerif mevcut. Bu uyarı niteliğinde olan Rasulullah’ın sözlerinin karşılığını günümüzde görmek mümkün. Sizlere bir kaçını örnek olsun diye vermek istiyorum. Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam şöyle buyurdu:
“Öyle bir zaman gelecek ki, kişi helâlden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” [Buharî, Büyû; 7)
“Aranızda öyle bir grup ortaya çıkacaktır ki, namazınızı onların namazları, oruçlarınızı onların oruçları ve diğer amellerinizi de onların amelleri yanında az göreceksiniz. Onlar Kur’ân okurlar, fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar…” [Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 36]
“Şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların hâline. İnsanlar mü’min olarak sabahlar da akşam kâfir oluverirler. İnsanlar dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı değiştiriverirler. İşte öyle zamanda dinlerinde sâbit kalabilenler ellerinde kor ateşi tutanlar gibidirler.” [Ahmed İbn Hanbel, Müsned; Ayrıca bkz. Müslim, İman; Tirmizi, Fiten]
“Öyle bir zaman gelecek ki bütün insanlar ribâ ile iş yapacak. Ondan sakınanlar dahi tozuna bulaşmak durumunda kalacaklar.” [Nesâî, Büyû; İbnu Mâce, Ticârât; İbn Hanbel, Müsned; Beyhakî Sünen]
Günümüzün gerçekleri ile Rasulullah’ın dile getirmiş olduğu ahir zaman tarifi ne kadarda benzerlik arz etmektedir, öyle değil mi? Şu durumda bize düşen bu vakıayı olduğu gibi görmek ve ona çözüm olacak olan şer’i devlet ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için canla başla çalışmak olmalı. Aksi takdirde yamalı pantolon veya zehirli su kalmaya devam edecek. Biz mahkûm olduğumuz pantolona yeni yamalar yapmaya devam edeceğiz. Yine içmek durumunda kaldığımız zehirli su bedenimizi zehirlemeye, zihinlerimizi bulandırmaya devam edecek. Hatta zehir oranı artacak ve yamalar çoğalacak ama sorun bitmeyecek. Onun için acilen tek çözüme odaklanmamız ve toplumsal değişimi gerçekleştirecek inkilabı gerçekleştirmek zorundayız. Rabbim yar ve yardımcımız olsun. (Âmin)