Son zamanlarda NATO, tatbikatlar sırasında Türkiye ve yöneticilerine karşı yaptığı küstahlıklarıyla gündeme geldi. Buna karşılık Türkiye, konuyla alakalı tatbikattan çekildi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da çok sert sözlerle bu hadiseye tepki verdi. Eleştiri ve kınama mesajlarına yüzeysel bakınca, bir Osmanlı şuuru oluşturulduğu izlenimi alınsa da yapılması gerekenler yapılmayınca ümitler kırılıyor. Tabi bu, bu konuda ümidi olanlar için geçerli. Nitekim Erdoğan gerek PYD-PKK konusunda, gerek "FETÖ" liderinin iadesi konusunda, gerekse başka konularda olsun ABD’ye de sert sözlerle yüklenmekte ancak herhangi bir icraat göstermemekte. Zira Erdoğan halkın cesur ve sert liderlerden hoşlandığını görmekte ve bu imajı vermeye çalışmaktadır. Hatta bazen abartıp “bir racon kesilecekse ancak ben keserim” diyecek kadar rol kesmektedir.
Erdoğan’ın kendi ifadesiyle "ben lafa değil
icraata bakarım" sözü sanırım sadece yol, köprü ve hastane gibi hizmetlerle
sınırlı değildir. Dış siyasette de bunu işlettiğimizde Erdoğan’ın kısır bulut
gibi sadece gürlediğini görürüz. Yeri geldiği zaman "halk ne derse o
olur" sözü, güçlü bir şekilde "İncirlik’teki ABD üssü
kapatılsın" veya "NATO’dan çıkalım" denilince
görmezden geliniyor nedense. Elbette NATO üyeliği ve Türkiye’deki ABD üsleri
Erdoğan döneminden önce gerçekleşmiş ve elbette devletlerin kınanması siyasi
karşılığı olan bir şeydir. Ama Erdoğan antlaşma ve ittifakları tek taraflı fes
etme hakkına sahip olduğu gibi kınama da güçlü devletlerden çıktığında etkili
olabilir.
Bu işin bir boyutu, diğer bir boyutu ise şudur; biz
son olaylar çerçevesinde "NATO’dan çıkalım, ABD ile ittifakı
bozalım" demiyoruz. Velev ki son yaşananlar olmasa da, ABD PYD’yi
desteklemese de bunların doğru olmadığını savunuyoruz. Çünkü diğer konularda
olduğu gibi dinimiz İslâm bu konuda da bizim için en doğrusunu belirlemiş ve
hem dünya hem ahiret saadeti için bunu karara bağlamıştır. Evet, İslâm,
Müslümanların devlet olarak diğer devletlerle ilişki kurup anlaşmalar yapmasını
men etmez ama bunu belli bir çerçeveye oturtur. İslâm’a göre Müslümanlarla
fiilî harp içerisinde olmayan devletlerle askerî antlaşma ve ittifaklar hariç
ekonomik, iyi komşuluk, sanayi, zirai, iletişim vs. anlaşmalar yapılabilir.
Ancak Müslümanlarla fiilî harp içersinde olan ABD gibi, Rusya gibi veya
‘İsrail’ gibi devletlerle bırakın herhangi bir anlaşma yapmayı onlarla ilişki kurmayı
dahi yasaklar. Harp ilişkisi dışında ne bir elçilik verilebilir, ne bir
konsolosluk. Bu devletin vatandaşları ülkemize pasaport ve vizeyle dahi
girmekten men edilirler.
Askerî antlaşma ve ittifaklara katılmak, fiilî harp
halinde olan ülkelerle hiçbir ilişki caiz olmadığından -ateşkes antlaşması
hariç- bu tür anlaşmalar da kesinlikle caiz değildir. Bununla birlikte aramızda
fiilî harp olmayan ülkelerle dahi askerî anlaşma ve ittifaklar kurmak meşru (Şari’den
gelen) değildir. Zaten bir ülkenin kendi güvenliğini düşmanlarıyla alması gibi
gülünç bir şey olamaz. Bunu, Erdoğan’ın Batı’yı düşman gösteren sözlerine
istinaden söylüyorum. Evet, kâfir Batı bizim düşmanımızdır ve küfür üzere
kaldıkları müddetçe kıyamete kadar da öyle kalacaktır. Bu düşmanlık yeni
değildir ve sonu da gelmeyecektir.
Gel gör ki bu söylediklerim, İslâm Hilafet Devleti
için geçerli olup Türkiye gibi Batı kanunlarıyla yönetilen bir ülkenin
yapabileceği bir şey değildir. Yönetim şeklimizi, nizam ve kanunlarımızı,
kültür ve medeniyetimizi, eğitim ve yaşam tarzımızı Batı’dan aldıktan sonra içi
boş kükreme ve gürlemelerin bir karşılığı yoktur. Belki Erdoğan’ın Avrupa
karşıtlığı gerçek ama İslâmi zaviyeden değil, ABD yakınlığından dolayıdır. Zira
ABD Trump dönemiyle birlikte Avrupa’ya karşı sertleşmiştir. ABD karşıtlığı ve
eleştirileri ise iç kamuoyunu tatmin etme çabasından başka bir şey değildir.
Siyasette içi boş cilalı sözlere değil eylem ve icraata bakılır. Sizi vurması
için birini silahlandıran bir kişiyi sözle eleştirip misafirliğe kabul eder ve
en güzel şekilde ağırlarsanız, ne olur? Ben söyleyeyim; ABD-Türkiye gerilimi
sahi değil suni olur.
@m_muratsavas