Tebasının, başta can ve mal güvenliği olmak üzere, sahip olduğu bütün değerleri korumakla mükellef olan devletin, bu görevini layığı ile yerine getirmediği ortadadır. Batılı büyük devletlerin ekseninde bir uydu gibi dolanan devletlerden biri olan Türkiye, kurulduğundan bu yana halkın maslahatlarını korumaktan ziyade, daha çok ithal ettiği laik-cumhuriyet rejimini koruma adına halkı potansiyel tehlike olarak görmüştür. Bu kaygıyla, devletin bütün güvenlik önlemlerini dış devletlerden ziyade kendi halkına karşı geliştirdiğini görüyoruz.
Yine devletin, birçok yanlışa ek olarak, varlığını tek bir ulus üzerinde inşa etmesi sonucu “Kürt meselesi” hâsıl olmuştur. Nice acıların yaşandığı bu meselede, otuz seneden sonra şiddetin bitirileceği söylemi ile çözüm süreci başlatıldı. Başlatılan bu süreçte çatışmalar minimuma inmiş ve bundan dolayı halkın büyük bir desteği alınmıştı.
Başlatılan bu sürecin yanlış bir zeminde ele alındığını ve yine yanlış yöntemlerin kullanması ile sürecin çözüm ile sonuçlanmayacağını daha önce defalarca ifade ettik. Ancak bu sürecin, kirli savaşı bitireceği, masum insanların ölmesini engelleyeceği ve anaların gözyaşlarını dindireceği algısı kamuoyu olunca, aynı temenni ve umutla bekledik. Çünkü hiç bir Müslüman, bu kirli savaşta masumların ölmesini ve acı çekmesini istemez.
Bağımsız siyaset geliştirmekten aciz yöneticilerin, zaman içindeki çelişkili söylem ve eylemlerinin bedelini maalesef yine masum halkın ödediğini tekrardan gördük. Dediğim gibi yanlış bir zeminde ve yine yanlış yaklaşımlar ile bu sorunun çözülemeyeceği açıktı.
Başlatılan bu süreçte, sürece halel gelmesin diye örgüte verilen tavizler, örgütün bölge üzerindeki vesayetini de artırmıştır.
Kuruluş felsefesinden eylemlerine kadar İslam ve Müslümanlara karşı düşmanlık içinde olan bu örgüt, Kürtlerin başına Türkiye’nin bela ettiği bir sonuçtur. Böylece Müslümanlar devletten sonra örgütün de zulmüne maruz kalmış ve kalmaya devam etmektedir.
Devlet ve örgüt çatışması arasında binlerce masum insan hayatını kaybederken başlatılan çözüm süreci ile umutlanan halkın sevinci boğazında bırakılmıştır.
Sonuçta devlet yine eski şiddet yöntemine döndü. Otuz yıl boyunca sorunun şiddetle çözülmediğin ve çözülemeyeceğini ifade eden, akabinde problemi çözmek adına çözüm sürecini başlatan devletin kendisi değil miydi?
Ne oldu da şimdi eski yöntemlere tekrardan başvuruluyor?
Kapalı kapılar ardında hangi konularda anlaşamadıklarını bilmiyoruz. Ama eninde sonunda yine bir masa etrafında buluşacaklarını çok iyi bildikleri halde, bu korku ve acıyı halka neden yaşatıyorlar?
Söz konusu örgütün şehirlerde ne kadar çok silahlandığını herkes biliyor. Peki, ikinci bir 6-8 Ekim olaylarının yaşanmayacağından kim emin olabilir?
Öldürerek ya da tutuklayarak milyonlarca taraftar toplamış bir örgütün bitirilemeyeceğini herkes bilirken, şehirleri harabelere çevirmeye muktedir olan bu örgütten bunu yapmayacağının taahhüdü mü alındı?
Hadi devlet, "müttefiki" ABD ile anlaştı diyelim ve istihbaratından emin oldu, peki örgütün içindeki diğer istihbarat örgütlerinin hepsini ikna etmesi mümkün mü?
Elbette değil. Ortada bir geçek var. Hem örgütün hem de Devletin iplerini elinde tutan kâfir batı devletleridir, bu kâfir devletler ise Müslüman kanını akıtmaktan haz almaktadırlar.
Ey Müslümanlar, sizler iki kötüden birinin tarafını tutmak zorunda değilsiniz. Sizin hakkınızı savunacak olan, sizi temsil edecek olanlar İslam’dan nasibini almamış örgüt ve yapılar değildir. Sizin mazlumiyetiniz üzerinden propaganda geliştirip hak aramaya kalkanlar asıl sizi mağdur edenlerdir. Sizi koruduğunu söyleyen ve sizi tebasının bir parçası olarak gören devlet de sizi kandırıyor. O da bölgede akan kandan ve çatışmadan besleniyor, bundan siyasi rant devşiriyor. Müslümanlar arasında her türlü ayrılık tohumlarını eken bu yapılardan yüz çevirip, kendisi ile hayat ve huzur bulunan, insan, hayat ve kâinatın yarancısı ve Rabbi olan Allah'ın ipine/dinine sımsıkı bağlanın.
@Ausalp