Hukuk İşletilmiyorsa, Gerekçeye de İhtiyaç Yoktur!
10 Haziran 2022

Hukuk İşletilmiyorsa, Gerekçeye de İhtiyaç Yoktur!

Hukuk kurallarının işletildiği “normal” ülkelerde dünyaca kabul görmüş bir hukuk ilkesi vardır. “Hukuk devleti” olduğunu iddia eden Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38. Maddesinde de -uygulanmasa da- yer verilen bir hukuki ilkeden söz ediyorum: “Kanunilik ilkesi”. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yer verildiği şekliyle bu ilke şöyledir: Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” Bunun anlamı ise; hangi fiillerin suç sayıldığının ve bu fiillere uygulanacak cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi gerekmektedir. Böylece fertler, hangi fiili gerçekleştirirse suç işlemiş olacağını ve hangi cezayla karşı karşıya kalacağını bilir. Kısacası “kanunsuz suç ve kanunsuz ceza olmaz” anlayışının karşılığıdır, kanunilik ilkesi. Yine aynı anayasa maddesinde; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” ifadesi de yer alır. Bu da; insanların haksız yere cezalandırılmamasını garanti etmek üzere yine dünyaca kabul edilmiştir ve “masumiyet karinesi” olarak anılmaktadır. Bu hukuk ilkeleri, asırlar önce İslâm hukukunda zaten yer almış ilkelerdir. En son Mecelle’de de bu masumiyet karinesi, “Beraat-ı zimmet asıldır.” diye geçer. Tabii konumuz İslâm hukuku değil. Sadece “çağdaş hukuk normları” diye Batı’nın bize pazarlamasına bir nazire olarak belirtmek istedim. “Masumiyet karinesi”, ülkemizde “suçsuzluğu ispat edilene kadar, herkes suçludur şeklinde uygulanmaktadır. Bundan dolayı binlerce insan suçsuzluğu ispat edilene kadar haksız yere tutuklu hâlde aylarca mahkeme yüzü görmeden yatırılmaktadır. Hizb-ut Tahrir yargılamaları söz konusu olduğunda, bu ilkelerin hiçbir karşılığı olmuyor, uygulamada bir yansıması görülmüyor.

Türkiye’de Hizb-ut Tahrir yargılamalarının başladığı 1967 yılında beri iddianame ve mahkeme zabıtlarında da yer alan, Hizb-ut Tahrir’in resmî olarak kendisini ifade ettiği tarife göre; “Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyasi bir partidir. Siyaset onun ameli, İslâm ise ideolojisidir. Hizb-ut Tahrir, ümmet arasında ve ümmetle birlikte, İslâmi hayatı toplumda yeniden tesis etmek ve Râşidî Hilâfet Devleti’ni yeryüzünde yeniden inşa etmek için Müslümanlara öncülük eder ve ümmet içerisinde siyasi çalışma yapar.” Kurulduğu 1953 yılından bugüne çalışmasını ise şöyle tarif etmiştir: “Hizb-ut Tahrir’in gayesi, İslâmi hayatı yeniden başlatmak, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmek ve insanlığın kurtuluşu için İslâm’ı tüm dünyaya yaymaktır. Hedefi İslâmi hayatı başlatacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni yeniden kurmaktır. Çalışma metodu ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in ilk İslâm Devleti'ni kurarken takip ettiği yol olan fikrî ve siyasi mücadele metodudur.” Kısacası hiçbir zaman ve çalışma yaptığı herhangi bir beldede “silahlı mücadele”yi bir yöntem olarak benimsememiş ve üstelik bundan Müslümanları nehyetmiştir. Hizb-ut Tahrir’e yönelik yapılan yüzlerce operasyonda, kitap, dergi ve bildiri gibi materyaller elde edilmiş fakat cebir ve şiddeti çağrıştırabilecek herhangi bir materyale rastlanmamıştır.

Öte yandan Hizb-ut Tahrir’in yaptığı fikrî ve siyasi çalışmalarda da, şiddeti çağrıştıran, şiddete teşvik eden herhangi bir faaliyete rastlanmadığı Emniyet “bilgi notlarına” yansımıştır. Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin “yasadışı” olduğunu gösterebilecek herhangi bir durum da mevcut değildir. Bu haliyle Hizb-ut Tahrir yasadışı bir örgütlenme de sayılamaz. Ancak halkı Müslüman olan bir ülkede, İslâm’ın kurallarına göre yönetilmeyi talep etmek, buna ilişkin Müslüman halkın maslahatlarını benimsemek, İslâm’ın çözümlerini göstermek ve genel anlamıyla emr-i bi’l Ma’ruf ve nehy-i an’il Münker gibi hayatın tüm yönlerini kapsayan İslâm’ın bir farzını yerine getirmek, ülkemizi geçmişte olduğu gibi tüm insanlığa hayr taşıyan, adalet yayan ve topraklarımızdan bir karış daha kopması şöyle dursun, tekrar kaybettiğimiz toprakları tek bayrak ve tek devlet altında birleştirerek, yeniden dünyanın lider devleti haline getirmek için çalışmak, “terör” faaliyeti olarak gösterilmeye çalışılıyor. Müslüman halka rağmen, her türlü gayri İslâmi uygulama, özgürlük olarak korunurken, bu ülkede yaşayan ekseriyeti Müslüman olan bu halkın inancından kaynaklanan İslâmi hayat tarzının, yeniden toplum tarafından arzulanan hakim bir kültür olmasını engellemek ve Müslüman halkla İslâm Hükümlerinin yeniden buluşmasının engellenmesi için terörle suçlamak, Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin uygulaya geldiği, mertlikten uzak bir yöntem halini almıştır. Ta ki, halkın genel ekseriyetinin inancı olan İslâm’ın, hayat sahasında yeniden tatbik edilmesi fikri, toplumda yeniden yeşermesin ve iftira ve karalamanın kurbanı haline gelsin. Bu görüş yani hangi şer’i mezhebe göre olursa olsun üzerinde ihtilafın olmadığı İslâm’ın tatbik farziyeti, bir grubun, bir “örgüt”ün hatta “yasadışı terör örgütü”nün bir görüşü olarak kalsın da, toplumda yaygınlaşmasın, meşruiyet kazanmasın.

Faaliyetleri bakımından yasadışı hiçbir fiili olmamasına ve Hizb-ut Tahrir’le çalışmayı yasaklayıcı herhangi bir kanun olmamasına rağmen, Hizb-ut Tahrir’in yargılamalara konu edilmesi en başta yukarıda sözünü ettiğim kanunilik ilkesine aykırıdır.

Hal böyleyken, 2003, 2005, 2009 ve 2011 yıllarında hakkımda “yasadışı terör örgütüne üye olma” iddiasıyla 4(dört) dosya açıldı. Hizb-ut Tahrir’in amacını ve çalışma metodunu savunmalarımda defalarca anlatarak, Hizb-ut Tahrir’in “terör örgütü” olmadığını hatta “yasadışı” bile sayılmayacağını ifade ettim. Suçsuzluğu ispatlanana kadar herkes suçludur” prensibi işletildiği için, yani “masumiyet karinesi” lehimize hiç işletilmediği için, 2003’te yaklaşık 5 ay, 2005 yılında yaklaşık 11 ay, 2009 yılında yaklaşık 9 ay ve son olarak 2011 yılında da 12 ay haksız yere dört defa cezaevine atıldım ve bu dosyalardan ikisi hakkında iki defa hüküm kuruldu.

Bir kimse bir kitleye bir defa üye olabildiği halde ve ortada suç olmadığı halde, sözde “suç tarihleri” farklı olduğundan, bir kitleye dört defa üye olmuş oldum. Yani hakkımda suç isnadıyla açılan dosyaların hepsi mükerrer dosyalardı. İddianamelerin her biri kes-kopyala-yapıştır usulü üretilmiş, deliller ise, ya da “suç aleti” olarak gösterilen materyaller, dergi, kitap ve Hizb-ut Tahrir’in çeşitli tarihlerde yayınlamış olduğu basın açıklamaları ve beyanlardan oluşuyordu.

İşin ilginci 2009 ve 2011 yıllarında hakkımda açılan dosyalar, konuşmacı olmadığım gibi, tertip komitesinde bile yer almadığım ve gerçekleştirilmesi son anda Ankara ve İstanbul valiliklerince engellenen, resmi başvuru ile yetkili makamlara başvurusunun yapıldığı iki konferanstı. Yani yapamadığımız konferanstan dolayı tutuklanmıştım. Yine yapamadığımız konferans dolayısıyla açılan bu iki dosya hakkında 2013 yılında iki ayrı hüküm verildi.

Söz konusu hükümler, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nce 2017 yılında onandı. Kurulan hükümlerin somut gerekçeler içermediği dolayısıyla “Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü sayılamayacağı” yönündeki Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin Yılmaz ÇELİK’e hak ihlali yapıldığını ortaya koyan genel kurul kararı yayınlandığında Hizb-ut Tahrir yargılamalarında haksız yere mahkumiyet kararı verilen tüm mağdurlar için emsal bir karar olduğu aşikarken, bu karara binaen yeniden yargılama başvurularımız, Yılmaz ÇELİK hakkındaki AYM Genel Kurulu kararının, noktası virgülüne kadar Yılmaz ÇELİK’le aynı olan, mahkumiyet kararlarına geçerli olamayacağı iddia edilerek reddedildi. Yerel mahkemeler yeniden yargılanmamız için, her birimizin şahsa özel AYM hak ihlali kararıyla yeniden yargılama için başvurmamızı talep etti.

Örneğin her yeni çıkan AYM kararı sonrası, yeniden yargılama talebiyle yaptığımız 7 başvuru, 2011 yılında hakkımda açılan dosyaya bakan Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi(ACM) tarafından reddedildi. Nihayet şahsım hakkında olmasa da, beraber yargılandığım arkadaşlarım hakkında hak ihlali çıktı da nihayet, yeniden yargılama talebimiz kabul edildi. AYM kararları tüm resmi kurumları bağlayıcı olduğu halde, bu kararlar doğrultusunda hakkımda beraat kararı vermesini beklediğim Ankara 6. ACM, filmi başa sarıp akıllarla alay edercesine “tamam sizi yeniden yargılayalım” dedi ancak, daha önce verilmiş mahkumiyet kararını yeniden verdi. Yine somut gerekçeye ihtiyaç duyulmadan, önceki basmakalıp cümleler tekrarlandı. Eğer AYM kararı bağlayıcı değildi ise, neden yeniden yargılama talebimiz kabul edilmişti? bağlayıcı idiyse, neden aynı cümleler kullanılıp, aynı mahkumiyet kararı verildi?

Hakkımda 2009 yılında açılan ve yine noktası virgülüne kadar aynı olan dosyada ise, hakkımdaki AYM’nin verdiği hak ihlali kararına istinaden yargılamayı yürüten İstanbul 20. ACM tarafından beraat kararı verildi. Şimdi iktidar cenahı yargı bağımsızlığından dem vurarak, mahkemelerin farklı kararlar verebileceğini savunabilir. Peki bağımsız da Ankara 6. ACM, AYM’nin bağlayıcı kararlarından da mı bağımsız da, hüküm verebiliyor? İstanbul 20. ACM’de, Ankara 6. ACM’de aynı derecede mahkemeler olduğu halde ve dosya kapsamı da aynı olduğu halde AYM kararlarına karşı sorumlulukları aynı değil mi? Ankara 6. ACM gibi, Hizb-ut Tahrir hakkında AYM’nin vermiş olduğu, 9 ayrı hak ihlali yapıldığı yönündeki kararları görmezden gelerek hükme imza atan yerel mahkemeler, “kanunilik” ilkesi yerine, kendi uydurdukları, hukuka muhalif olarak geliştirdikleri başka bir ilkeye dayanıyorlar ki o da “keyfilik” ilkesi sanırım.

Bizler bu yargılama biçiminin baştan beri hukuki değil, siyasi olduğunu hep söylüyoruz. Aslında AYM kararına bile ihtiyaç olmadan, sadece 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası (TMK) göz önünde bulundurulsa, bu yasada sayılan cebir, şiddet vb. yöntemlerin, Emniyet bilgi notlarında da yer aldığı gibi, hiçbir şekilde faaliyetlerimizde yer almadığı aşikardı. Bunun dışında, eğer kanunilik ilkesi göz önünde bulundurulsaydı, TMK’dan Türk Ceza Kanunu(TCK)’nun 314. Maddesine atıf yapılarak, “silahlı örgüt” var etme çabasına girilmezdi. Daha bir çok yönden hukuksuzluk/zulüm, gözler önüne serilebilir fakat, bu kadarıyla yetiniyorum.

Velhasıl kurt, kuzuyu yemeyi kafaya koymuş bir kere, somut gerekçeye ne hacet! İşte hukuksuz şekilde yürütülen Hizb-ut Tahrir yargılamalarının özeti budur.

___

#GerekçeNe