Devlet, insanlık tarafından tarif edilmeye başladığı süreçten günümüze kadar hemen hemen aynı manayı ifade eder şekilde izah edilmiştir.
Bu minvalde devlet, belirli bir ülke içinde yaşayan insanları idare eden organizasyon olma özelliğiyle toplum hâlinde yaşamanın kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir sonucu olarak görülmektedir.
Devletin varlığına ya da gerekli olup olmadığına ilişkin tartışmalar sürecinde devlet olmayan düzeni “doğa durumu varsayımı” ile açıklamaya çalışan Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler, “toplum sözleşmesi” hipotezinden hareket ederek, doğa durumundan daha güvenli ve yaşanabilir bir duruma geçme arzusundaki insanların devleti kurduğunu kabul etmişlerdir.
Dolayısıyla devlet, toplumsal düzeni ve sosyal istikrarı sağlayan, varlığı zorunlu bir kurumlar bütünüdür. Bu organizasyon, toplumsal düzeni sağlayacak olan kural ve kanunları belirler ve uygular. Bu uygulamada gerekirse zor kullanabilir. Bu anlamda Max Weber devleti “Meşru şiddet kullanma tekeline sahip insan topluluğu.” olarak tarif etmiştir.
İbn Haldûn Mukaddime adlı eserinde devleti, “süreklilik arz eden siyasi bir yapı” olarak tarif etmiştir. Batı düşüncesinde yer alan “Kral öldü, yaşasın yeni Kral” sözü de aynı manada kullanılmış ve devletin sürekliliğini ifade etmektedir.
Dolayısıyla devlet, egemenliğini ve sürekliliğini, sahip olduğu kurumlar aracılığıyla tesis eden; siyasi otorite ve yapı, egemen bir siyasi hâkimiyet ya da en örgütlü siyasal yapı olarak tarif edilmiştir.
Hemen hemen siyaset felsefelerinin birçoğunda devlet, daha düzenli ve istikrarlı bir hayat için gerekli görülmüştür. Devlete sınırlı bir fonksiyon atfeden “minimal devlet savunucuları” yani liberaller bile, devleti devletsiz bir duruma tercih etmişlerdir.
Bazı anarşist düşünceler devleti, insan özgürlüğünü ortadan kaldıran başlı başına bir kötülük ve egemen sınıfların diğer sınıfları ezmek için kullandıkları bir baskı aygıtı olarak görseler de bunlar, geçmişten günümüze çok dar bir alanda kalmış, çağımızda da görüleceği üzere varlıklarından haberdar olanlar bile yoktur.
Tarihsel süreç içerisinde bazı devlet kuramları geliştirilmiştir. İslâm’ın devlet kuramı göz ardı edilerek Liberal Devlet, Marksist Devlet, Elitist Devlet ve Neo-Liberal Devlet gibi kuramlar ortaya atılmıştır.
Batılılar tarafından görmezden gelinmiş olsa da tamamen kendine özgü bir yapıya sahip 1400 yıllık İslâm devleti örneği, inkâr edilemez bir gerçektir. Hem tatbikatta hem de İslâm tarihi boyunca telif edilen eserlerde devlet anlayışı İslâm hukuku açısından ortaya konulmuştur. İmam Mâverdî’nin Ahkâmu's-Sultâniyye isimli eserinde devletin kaynağı, Kur’an ve Sünnet’e dayanan bir siyaset içermektedir. Mâverdî, İslâm toplumunun siyasi hayatına girmiş müesseseleri İslâmi prensipler ışığında değerlendirmiştir. Varılan her hüküm ve her sonuç İslâm hukuku çerçevesinde delillendirilmeye çalışılmış, devletin bu temel prensibe dayandığı ortaya konmuştur.
İbni Teymiyye de Siyâseti‘ş-Şeriyye adlı eserinde devletin hukuki gerekliliğini “velayet” kavramı ile ele almıştır.
İbni Haldûn'un Mukaddime'sinde devlet, insanoğluna mutlak anlamda gerekli olan tabii bir müessesedir.
İslâm tarihinde devlet oluşumunun Akabe biatleri ile birlikte başladığı görülür. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimiz önderliğindeki Medine toplumu, siyasi güç örgütlenmesinin bütün fonksiyonlarına sahip bir yapılanmayı ortaya koymuştur.
Medine devletinin kendine özgü yapısı, gerek devletin tebaasına gerek siyasi liderliğine gerekse de devlet-tebaa ilişkilerine doğrudan yansımıştır. Medine Vesikası, kabileyi esas alan anlayışı temelinden sarsan yeni bir “siyasi liderlik” ve “tebaa” tanımına gitmiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, hayatın bütün alanlarına yayılan şümullü liderliği, o dönem Arap toplumundaki kabile yapısında ve Orta çağ Avrupa toplumlarının feodal yapılarında hâkim olan daraltılmış ve ferdîleşmiş otorite kalıplarını aşan bir devlet anlayışını hayatta var etmiştir. Bu yeni devlet anlayışı, o güne kadar uygulanan hiçbir yönetim nizamında var olmayan yeni bir nizam getirmiştir. Vahiy kaynaklı bu devlet yapısı kısa zamanda siyasi güç olarak egemenlik alanını genişletmiş, hükmettiği beldelerde huzur, güven ve adaleti yaymıştır.
Hilâfet döneminde devlet kavramı ve örgütlenmesi, günümüz millet-devlet tanımlamasına dayalı milletlerarası sistemin anlayışından çok farklıdır. Bu anlamda “dâru’l-İslâm” kavramı çerçevesinde ifadesini bulan devlet anlayışı, yeni bir hayat sistemini veya düzenini ortaya koymuştur.
Evrensel anlamda kurumlaşmış, devamlılık arz eden siyasi güç şeklinde tarif edilen devlet, her ideoloji ya da hayat nizamı için kendine özgü kurumsal yapıya bürünmüştür. Dolayısıyla İslâm da vahiy kaynaklı kendi örgütlü yapısını var etmiştir.
Hilâfet devleti, geniş organize yapısı ile hem bekasını hem de tebaasının gereksinimlerini yerine getirmede tamamen şer’î nasslara dayalı bir devlet modelidir.
Hizb-ut Tahrir bu anlamda Hilâfet sistemini İslâmi nasslardan tekrar gün yüzüne çıkarmış, bunun detaylarına dair çözümler içeren kurumsal yapıları benimsemiştir.
Neşriyatlarında insanın hayatı boyunca karşılaşacağı tüm problemlere İslâm düşüncesinin çözüm ürettiğini ortaya koymuştur.
İslâm’da Yönetim Nizamı ve Hilâfet Devleti’nin Cihazları isimli kitaplarında yönetim ve idare ayrımını yapmış, tebaa ve yönetim arasındaki ilişkiyi düzene koymuş, daru’l-İslâm dışındaki devletlerle ilişkiyi düzenlemiştir. Bu düzenleme, yönetim ve tebaanın birbirlerine karşı görevlerini düzene sokmuş, İslâm’ın siyasal varlığının beka sorununu ortadan kaldırmıştır.
Hilâfet Devleti’nde Maliye kitabı ile devlet hazinesini sürdürebilir ve devletin borçlanmaya ihtiyaç duymayacağı şekilde düzenlemiştir. Böylece dış borç batağı dolayısıyla küfür devletlerinin siyasi baskısı, Hilâfet Devleti’nin maliye siyaseti ile devlet bünyesinde görülmeyecek bir olgu hâline getirilmiştir.
İslâm’da İktisat Nizamı kitabındaki benimsemeler ile halkın iktisadi teşebbüslerini düzenlemiş, uluslararası ticareti kayıt altına almış, tebaasına iktisadi refah sunmuştur.
İslâm’da İçtimai Nizam kitabı, toplumsal çöküş yaşanan bugünün dünyasında kadın-erkek ilişkilerini düzenleyerek günümüz rezilliklerine son verecek düzenlemeleri ortaya koymuştur. Böylece insan onuruna aykırı tavırların yaygınlaşması ve kanıksanması engellenmiştir. Ahlaki çöküntü, uygulanacak içtimai nizam ile kerim bir varlık olan insanı, hak ettiği seviyeye yükseltecektir.
İslâm’da Ukubat Nizamı kitabındaki benimsemeler, toplumda yaygın olan suç oranını düşürecek, günümüz adaletsizliğine son verecektir. Ayrıca devletin diğer sistemsel uygulamaları ile kişinin suç işlemesine sebep olan unsurları ortadan kaldırarak suç işleme keyfiliğini, verdiği şer’î cezalarla da halkta oluşturulmuş olan suç işleme meylini tamamen köreltecektir.
Eğitim sistemi ile ilgili benimseme ve uygulamalarıyla ümmet-i Muhammed'i necis Batı düşüncesinden arındıracak, klasik ve günümüz Batı hadaratından kaynaklı tüm fikirler izole edilecek, medeniyet ve teknolojik ilerlemede yine öncü bir nesil yetiştirecektir.
İşte tüm bunlar, Hizb-ut Tahrir’in bayraktarlığını yaptığı Hilâfet Devleti’nin hayat bulmasıyla mümkün olacaktır.
Ey ümmet-i Muhammed! Bu sese kulak ver! Dünya ve ahiret saadeti, İslâm’ın tüm emir ve yasaklarını hayatta var etmek, bu devlet modeline bağlıdır.
Dualarımız, Müslümanların, kaldırılışının 99. sene-i devriyesinde bu farzı ihya çabalarını artırmaları içindir.
Bununla birlikte Allah Subhanehu ve Teâlâ nurunu tamamlayacaktır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
[ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ] “Sonra, nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” [Ahmed b. Hanbel]