Türkiye’de eğer örgüt üyesi ya da yöneticisi olarak bir kez suçlanmışsanız artık siz bir düşmansınız demektir. Bundan sonra işleyecek süreç “düşmana ne reva görülüyorsa” o olacaktır. Ne kolluk kuvvetleri ne Savcı ne de Hâkim ortada gerçekten bir suç var mı? Yok mu? Çok araştırmaz. Eylem ya da teşebbüs onlar için hiç fark etmez. Örgüt üyesi ya da yöneticisi arasında hiçbir fark gözetmez. Hz Ömer Radıyallahu Anh'a ait olan “Adalet Mülkün Temelidir” sözünü arkasına alarak, karşısındakini yok edilmesi gereken, toplum ile alakası kesilerek hayatın dışına atılması gereken, dört duvar arasına hapsedilmesi gereken bir kişi olarak görür.
İşte bu bahsi geçen konunun tamamı Türkiye’de “Düşman Ceza Hukuku”nun pratik olarak yansımasıdır. Bu hukuka göre fiil’in olup olmaması çok önemli değildir. Çünkü bu hukuk düşünceyi cezalandırır. Hakkında oluşturulan iddianamede delilin olup olmaması çok önemli değildir. Hatta kolluk kuvvetleri hakkında delil toplayamamışsa daha büyük suçtur. Delil bırakmamak onlara göre profesyonel olmayı gerektirir o zaman sen, daha büyük bir suçlusun demektir. Tüm bunlar iddianamelerde işlenen, emniyetin savcıya verdiği bilgilerde geçen konulardır.
Türkiye’nin özellikle son beş yılı yargılamaların en yoğun bir şekilde yaşandığı bir dönem olarak tarihe geçecektir. Bir kesimin diğer farklı bir kesimi tasfiye ettiği bu süreçte Müslümanlara yönelik uygulanan “Düşman Ceza Hukuku” kamuoyunda üzeri kapanmakta, devlet/yargı eli ile terör uygulanmaktadır. Bugün Türkiye’de birçok yargılamalar hala devam ediyor. Bunların birçoğu kamuoyuna açık ve nerede ise tüm TV ve Gazeteler bunlardan bahsediyor. Ben ise TV ve Gazetelerde göremeyeceğiniz, yaklaşık 700 kişinin yargılandığı, benimde içinde iki dosyamın olduğu, Hizb-ut Tahrir yargılamalarından bahsedeceğim.
Hizb-ut Tahrir’in Türkiye’de fikri ve siyasi olarak çalışmaya başlaması 1960’lı yıllara tekâmül eder. O günden bugüne davet çalışmalarını, fikri ve siyasi olarak aralıksız bir şekilde sürdürmüştür. O yıllarda Hizb-ut Tahrir’in yapmış olduğu faaliyetleri meşhur 163. Madde kapsamında değerlendirilmiştir. Daha sonra bu maddenin kaldırılması ile birlikte bu defa da 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında ele alınmış bu defada bu maddeden cezalar verilmeye başlanmıştır. Diğer davalar ile Hizb-ut Tahrir davaları arasında ise bir fark vardır. O da, Mahkemelerin Emniyetten istemiş olduğu bilgi notlarının hiçbirisinde Hizb-ut Tahrir’in herhangi bir terör örgütü kapsamında olmadığı noktasında bilgi vermesidir. Yani Emniyet’in Terör örgütleri listesinde Hizb-ut Tahrir’in ismi geçmediği halde Mahkemelerde tam tersi istikametinde cezalar verilmiştir.
Ak Parti iktidarı ile birlikte, AB Uyum Yasaları olarak bilinen kanunlardaki değişiklikler ile birlikte 3713 sayılı Terörle Mücadele kanunu değişmiş ve Terör’ün tanımı daha somut hale getirilmiştir. Bu kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlaması ile yargılanan ne kadar kişi varsa hepsi yeniden yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardır. Keza Ankara 1 Nolu DGM’nin 2003/60 Esas numaralı dava dosyasında 27.04.2004 tarihinde almış olduğu karar ile bu fiillerin kanunen suç sayılmadığı savcı tarafından dile getirilmiş ve tüm sanıkların beraatlarına karar verilmiştir.
2003 yılında yine Adana 2 Nolu DGM’nde aynı suçlama ile açılan bir davanın sonucunda beraat kararı çıkmış ancak bu karara savcılık itiraz etmiştir. Yargıtay’a giden dosya 9. Ceza Dairesinin yaptığı bir içtihatla kanuna aykırı olarak 19.04.2004 tarihinde bozulmuştur. Bu tarihten sonra yapılan tüm cezalandırmaların nedeni de 9. Ceza Dairesinin aldığı bu içtihat kararı olmuştur.
Hukuki anlamda hiçbir şey ifade etmeyen bu karara 12 Şubat 2013 Salı günü Yeni Akit Yazarı Kenan Alpay Haksöz Haber sitesinde gündeme getirerek konuya dikkat çekti. Alpay makalesinde; “24 Haziran 2005 tarihinde DGM’den bozma Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin meşhur Orhan Karadeniz başkanlığındaki heyetinin kararını da bu gariplikler dizisine eklemek gerekir. Bu kararda Hizb-ut Tahrir örgütünün, düzeni değiştirmeyi hedeflediği, bu değişikliğin de ancak şiddet yoluyla olabileceği, dolayısıyla Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü sayılması gerektiğine hükmedilmişti” dedi. (Haksöz Haber)
24.04.2008 tarihli 2008/71082 Nolu Yargıtay 9. Ceza Dairesi gönderdiği tebliğ namesinde ise Hizb-ut Tahrir’e neden terör örgütü olarak cezalar verdiğini şöyle açıklıyor. “Cumhuriyet savcısının, örgütün silahsız olup sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 220/2 maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğuna ilişkin itirazında “Raşid-i Hilafet devletinin ihdasından sonra, Hıristiyan devletlere cihat yolu ile kurulan Hilafet devletine dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı” amaç edinildiği anlaşılmakla, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması”...
Ortada suç unsuru olan somut bir fiilin olmaması ama buna rağmen tamamen niyet okuma ile böylesine ağır cezaların verilmesi tamda “Düşman Ceza Hukukunu” akıllara getirmektedir. Hukuksuz olarak yapılan tüm bu yargılamalar ile ilgili Köklü Değişim Dergisi’nin 95. Sayısında Süleyman Uğurlu; “Hizb ut-Tahrir Haberlerinin Ortaya Koyduğu Gerçekler!” başlıklı bir makalesinde söz konusu hukukun nasıl keyfi olarak uygulandığını ortaya koymuştur.
1.) Hizb-ut Tahrir, 2003 yılından önce silahsız örgüt maddesine göre yargılanmış ve 2003 yılındaki yasal değişikliklerden sonra silahsız olduğundan dolayı üyeleri cezaevlerinden tahliye edilmişken; silahsız örgütten silahlı örgüte geçmenin koşullarının oluşması gerekmektedir. Yani Hizb-ut Tahrir’in cebir ve şiddet uyguladığına dair somut göstergelerin, olayların olması kaçınılmazdır. Nedir bu somut göstergeler ve olaylar?
2.) Şayet 2003 yılından önce de Hizb-ut Tahrir silahlı örgüt kapsamında ise niçin yerel mahkemeler silahsız örgüt hükmünde değerlendirdi? Yargıtay niçin bu kararları onayladı? Yargıtay’ın bu kararları onaması Hizb-ut Tahrir’in esasta silahsız, cebir ve şiddete başvurmadığının hukuken kanıtı değil midir?
3.) Hizb-ut Tahrir’in şu andaki faaliyetleri terör olarak nitelendiriliyorsa terör kapsamından çıkması için şu anda yaptıklarından hangisinden vazgeçmesi lazım? Silahlı örgütlere silahı elinizden bırakın siyasete dâhil olun diye çağrılar yapılırken Hizb-ut Tahrir’e nasıl bir çağrı yapılması gerekir? Eline hiçbir zaman silah almamış bir örgüte silahı bırak çağrısı yapmanın Türkçedeki karşılığı “anlamsızlık” değil midir? (http://www.kokludegisim.net/index.php?kd=yenidergioku¥i=103)
Hizb-ut Tahrir’e yönelik tüm bu hukuksuzluklara rağmen bu kadar ağır cezaların verilmesi, Hükümet’in bu hukuksuzluk karşısında hiç sesinin çıkmaması ne anlam ifade etmektedir.
2005 yılında İstanbul Fatih Camii önünde yapılan basın açıklaması nedeniyle 49 kişi için tam 117 yıl ceza verildi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 24.01.2013 tarihinde görülen karar duruşmasında 19 kişiye toplam 119 yıl ceza verildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 07.02.2013 tarihinde Hizb-ut Tahrir'in üyelerinden beş kişiye aynı dosyadan toplam 42,5 yıl ceza verdi.
Yani sadece fikri ve siyasi çalışmalar yapmalarından dolayı 73 kişiye yaklaşık 300 yıl cezanın verilmesine hangi vicdan sahibi rıza gösterebilir.
Kendiside “Düşman Ceza Hukuku” mağdurlarından olan Milat Gazetesi Yazarı, Yakup Köse 17.02.2013 tarihinde 4. Yargı Paketi Ve Hizb-ut Tahrir Davası başlıklı makalesinde Hizb-ut Tahrir’e yönelik uygulanan hukuksuzlukla ilgili şöyle isyan ediyordu. Köse; “Fikret İlkiz’in, terör tanımını netleştirmek gerek sözünü haklı çıkaracak bir karar alındı geçen hafta Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nden. Hizb-ut Tahrir mensubu Müslümanlar ‘terör örgütü üyesi’ olmaktan 7 yıl hapis cezası aldılar. Peki, bu kişiler herhangi bir şiddet eylemi yapmışlar mı? Bırakın şiddet eylemi yapmayı, yaptıkları yayınlarla silâhlı mücadeleyi ret eden bir tavır içindeler. Buna rağmen, ‘kanaat notu ile 7 yıl aldılar!"
Hizb-ut Tahrir davasıyla yargı, başka bir devlet modeli istemeyi, hiçbir şiddet eylemi olmasa bile ‘terör’ saydı. Hani düşünce özgürlüğü, hani muhalif olma hakkı? İnsanlar mecbur mu mevcut düzeni desteklemeye? Madem öyle, sağdan soldan kim başka bir devlet modeli istiyorsa, hatta hayalini kuruyorsa atın içeriye de sizde bizde rahatlayalım!” (Milat)
Her ne kadar Hizb-ut Tahrir’e yönelik uygulanan tüm bu hukuksuzluklar dile getirilse de, aslında sizin koyduğunuz yasalara göre Hizb-ut Tahrir’in faaliyetleri suç değildir denilse de, bir kere Kurt kuzu’yu yemeyi kafasına koymuş.
Zaten kurt için bahane suyun bulanması değil. Çünkü suyu bulandıran kurt tan başka biri değil.