Filistin, Şam bölgesinin güney parçası olan İslâmî bir beldemizdir. İslâm akidesiyle kalplerimizin kendisine bağlandığı ilk mescidimiz, İsrâ ve Miraç topraklarımızdır. Râşidî Hilâfet zamanında Hicrî 15. Yılda fethedilmiştir. Öyle ki, Filistin'de bir şehidin kanının akmadığı veya bir süvarinin atının nalının değmediği ve bir mücahidin ayak basmadığı tek karış toprak yoktur. Hem şer’î hükümlerden hem de tarihî gerçeklerden dolayı Filistin ümmetin kutsalıdır… Bu yüzden, Filistin’i geri kazanmak için bütün Müslümanların can, mal ve zamanlarını feda etmek boyunlarının borcudur. İster küçük, ister büyük olsun, onun herhangi bir parçasından vazgeçmek, Allah’a, Rasulü’ne ve müminlere hıyanettir! Ne Yahudi varlığı ile dost olmak, onu tanımak, onunla anlaşmak, işbirliği yapmak caizdir; ne de 1967 ya da 1948 sınırlarını kabul etmek…
Muhakkak ki, Allah Subhanehu ve Teâlâ Filistin’i Yahudi varlığından kurtarmak, Filistin’den Yahudi varlığını söküp atmak, Amerika’nın ve diğer tüm kâfir devletlerin hegemonyasını oradan kaldırmak üzere cihat etmeyi müminlere farz kılmıştır. Bu fethi ise -evvelinde olduğu gibi- Râşidî Hilâfet Devleti ile yapmak mümkündür. Bize düşen ise bu yolda Râşidî Hilâfet’in kurulması için çalışmaktır. Dolayısıyla İngiltere'nin kurduğu, Amerika'nın koruduğu ve bölgedeki devletlerin desteklediği Yahudi varlığı ile tek ilişki, savaş hukukudur...
Küstah ABD başkanının Kudüs’ü Yahudi varlığının başkenti olarak kabul etmesi ve elçiliğini oraya taşıma kararı şüphesiz ki büyük bir cürümdür. Bu karar, Yahudi varlığını kuran ve koruyanların Batılı devletler olduğunu bir kez daha göstermiştir. Müslümanların başındaki yöneticilerin ve yetkili insanların küstah başkanın cürüm kokan ağzından çıkacak açıklamalarını beklemeleri ise büyük bir acziyettir. Bu karar daha açıklanmadan başta Kudüs olmak üzere dünyanın birçok beldesinde Müslümanlar dün olduğu gibi bugün de Mescid-i Aksa emanetlerine sahip çıkmışlardır… Şuan dünyanın her yerinde Kudüs amelleri yapılmakta ve bu amellerde Filistin’de 2 kardeşimiz şehit (inşallah) olurken, yüzlerce kardeşimiz de yaralanmıştır.
İslâm ümmeti yine hayırlı bir ümmet olduğunu kutsallarına sahip çıktığını bu amellerde göstermiştir. Çünkü bu ümmet, kılıç kuşanan ve Allah yolunda mücadele eden Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetidir. Çünkü bu ümmet, Mescid-i Aksa ve etrafının mübarek olduğunu ve kendisine emanet edildiğini unutmamıştır.
Unutmamıştır bu ümmet, yıllardır kardeşlerinin akan kanlarını! Unutmamıştır bu ümmet, masum bacılarının Mescid-i Aksa’nın avlusunda şehit edildiklerini! Unutmamıştır bu ümmet, dünyanın suskunluğuna rağmen Aksa’nın çocuklarının ebabiller misali Ebrehe ordularına karşı direnişlerini! Unutmamıştır bu ümmet, analarının gözlerinden akan kanlı yaşlarını! Unutmamıştır bu ümmet, ilk kıbleleri olan Mescid-i Aksa’yı, Şam’ı, Bağdat’ı, Kabil’i, Türkistan’ı, Bosna’yı, İstanbul’u ve İslâm beldelerini… Unutmamıştır bu ümmet, niçin yaratıldığını, Hilâfet vazifesini, ümmet şuurunu…
Bu karar şüphesiz ki siyasi etkileri olan bir karardır. Ancak bundan daha kötü olanı ise Mescid-i Aksa’nın ve etrafının işgal altında olması ve canların, malların saldırıya uğramasıdır. Asıl tepki gösterilmesi gereken cürüm, maalesef yeryüzünün tamamında işlenen Allah’ın hükümlerinin uygulanmamasıdır. Allah’ın hükümlerinin uygulanmaması, hayatın İslâmi ölçülere göre şekillendirilmemesi, İslâm esaslarının tatbik edilmemesi, beldelerimizin işgal altında olması, gayri İslâmi nizamların Müslümanlar üzerine tatbik edilmesi, canların, malların, namusların, onurların, kutsalların çiğnenmesi, zulmün ta kendisidir… Asıl tepki gösterilmesi gereken şeyler bunlardır. Maalesef meydanların çoğunda bu zulümlere sessiz kalındığına, Müslümanlara çağrı yapanların yöneticilerin cürümlerine sessiz kaldığına, çözümsüzlüğü çözüm diye sunduklarına şahit oluyoruz. Hâlbuki esasi mesele, İslâm’ın tatbik edilmesinin önemi ve Hilâfet için çalışmanın farz olduğudur.
Özelde Filistin, genelde ise İslâm beldelerinde yaşananlar Amerika ve etrafındakilerin plan ve projelerinin neticesidir. Küfür tek millettir. Bölge devletleri ise ABD ve Batılı devletlerin dostlarıdır. Devletlerarası sahada Amerika güçlüdür ve diğer devletler de İslâm’a karşı savaşında onunla birlikte hareket etmektedirler. Yahudiler, Amerika’nın silahla, teçhizatla, parayla hatta adamla ve çifte standart ile desteklediği şımarık çocuklarıdır.
Filistin ve Mescid-i Aksa gündemimiz, terör devleti “İsrail’in” yok edilmesi için İslâmi çözümler ve projeler olmalıdır. Dualarımız, öfkemiz, boykot ve eylemlerimizin yanında Müslümanların başındaki yöneticilerin, orduların İslâm için harekete geçirilmesi için baskı yapmak da olmalıdır. Mesele sadece “İsrail” ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi değil onun arkasındaki Batılı kâfirler ve onların hayat tarzları ile olan ilişkilerin kesilmesidir. Çünkü gönderilen elçi veya iptal edilen anlaşmalar, ne Mescid-i Aksa’nın işgal edilmesini kaldırabilir ve koruyabilir ne de orada bir asırdır akan kanı durdurabilir. Kaldı ki “İsrail” ile dost olan hiçbir devlet onunla ilişkisini kesmemiştir.
Dün malları boykot edilerek yıkılacak denilen terör devletini bugün sadece diplomatik ilişkileri keserek boykot etmek beyhude bir iştir. Asıl ilişkilerin kesilmesi gereken ülkeler terör devletini kuran ve destekleyen ABD ve Batılı devletlerdir. Sadece onların varlıklarını reddetmek de yeterli olmayacaktır. Bilakis bu kâfir devletlerin ülkelerimizdeki üsleri, hava sahaları, limanları, şirketleri, ajanları, elçileri, konsolosları ve tüm bağları koparılmalıdır. Yine onlardan ithal edilen yönetim sistemleri, kanunları, hayat tarzları, inançları da hayatımızdan sökülüp atılmalı ve yerine sadece ve sadece İslâm’dan çözümler alınmalıdır.
Çünkü mazlumların bizden beklediği şey onlara fiilî yardım etmek ve kurtarmaktır. Mazlum bir babanın feryadı şu şekilde: “Neredesiniz ey dünya Müslümanları, ehlisünnet âlimleri! Köşklerinizde sefa içerisinde oturuyorsunuz, hiçbir şey yapmıyorsunuz. Ölüyoruz, namuslarımız kirletiliyor. Masum çocuklarımız katlediliyor. Ey Müslüman devletler korkuyor musunuz yoksa? Korkmayın, zalimlerin hasmı Allah’tır. Siz söz vermediniz mi Allah’ın yanında olmaya? Bizi zalimlerin bombaları değil, sizin suskunluğunuz öldürüyor. Biz ölüyor, şehit oluyoruz. Hesap vermeden belki cennete gideceğiz. Ya siz nasıl hesap vereceksiniz?”
Zalimlerin hasmı Allah’tır. Zalimlerin geçmişte olduğu gibi bugün de yenileceklerini Allah yazmıştır. Allah’ın takdirini ise kimse değiştiremez. Allah onlara sadece zaman veriyor. Biz ve onlar bu süreçte imtihan ediliyoruz. Bu mücadelenin neresindeyiz? Zalimlere göz ucu ile dahi meyletmemiz bizden istenmişti unuttuk mu? Zalimlere “sen zalimsin” demezsek bizde hayır kalmaz! Zalimlerle birlikte olmak zulümdür. Zalimlerin ta kendisi olanları dost edinenlerden uzak olmak imanımızın gereğidir…
Son olarak küstah ABD Başkanı’nın, “Kudüs’ü “İsrail”in başkenti olarak tanımanın zamanı geldi. “İsrail”in birçok hükümet kurumu bu şehirdedir. Bugün verdiğimiz kararla Kudüs’ü “İsrail”in başkenti olarak tanıyoruz. Büyükelçiliği Kudüs’e taşıma talimatı veriyorum.” açıklamasına ümmetin vermesi gereken cevap şu olmalıdır: Kudüs’ü Yahudi varlığının mezarlığı yapma zamanı gelmiştir. Sizin mezarınızı kazacak Hilâfeti kurma zamanı gelmiştir… Allah Rasulü’nün müjdesini tahakkuk ettirerek “İsrail”i haritadan silme zamanı gelmiştir. İslâm ümmetinin ayağa kalkma zamanı gelmiştir. Orduların harekete geçme zamanı gelmiştir. Sözle değil fiilen sizin sisteminizi yok etme zamanı gelmiştir. Biz hiçbir zaman Yahudi varlığını tanımadık, tanımayacağız. Çünkü “İsrail” ile örtünen çıplak kalır. Onunla anlaşan, dost olan, onu tanıyan çıplak kalır, yardımsız kalır. Biliyoruz ki bu varlık, onu ayakta tutan sizlerle birlikte tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Kudüs’ü ancak, “Kudüs işgal altındayken gülmek bana haramdır” diyen ve böyle yaşayan sonunda da Hicrî 583 yılında Haçlıların pisliğinden kurtaran Selahattin gibi komutanlar kurtarabilir.
Yine Kudüs’ü, Kudüs fethinden sonra ilk Cuma hutbesine, [فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ] "Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." [el-Enam 45] ayetini okuyan muttaki Muhyiddin gibi âlimlerin öncülüğü kurtarır…
1901 yılında, Devletin hazinesine yüklü paralar vermeyi teklif etmelerine rağmen Yahudi Hertzl ve zebanilerine, “Filistin benim şahsi mülküm değildir. Bilakis onu kanlarıyla sulamış olan halkımın mülküdür. Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın. Filistin'in devletimden koparıldığını görmektense bedenimin lime lime edilmesini tercih ederim ki bu olmayacak bir iştir” diye cevap vererek Kudüs'ü canından daha değerli gören ve bu şekilde davranan ikinci Abdülhamit'in Han gibi Halifelerin siyasi tavrı kurtarabilir…
Bu tavra, bu alimlere, bu komutanlara bugün ne kadar da muhtacız. İşte bu muhtaçlık bize, artık Hilâfet’i kurmanın zamanının geldiğini haykırmaktadır.