Hilâfet; İslâm şeriatının hükümlerinin hâkim kılınıp İslâm davetinin tüm insanlığa taşınması için yeryüzündeki tüm Müslümanların siyasi liderliğidir.
Bu doğrultuda Hilâfet’in olması bir zorunluluk mu, yoksa olmazsa da olabilecek bir keyfiliği ifade etmekte midir, hususunun netliğe kavuşması gerekmektedir. Şer’i naslara bakıldığında böyle hayati bir meselenin Müslümanların tercihine, keyfine bırakılmayan emredilen bir hüküm olduğu meselesi açıkça görülecektir ki bunun delillerini burada sıralamaya gerek görmüyorum.
Yine vakıanın hakikatine bakıldığında akli olarak Hilâfet’in bir zorunluluk olduğu her akıl sahibinin kabul edeceği bir hakikattir. Nitekim bugün yeryüzünde varlık gösteren kapitalist demokratik nizamların, insanlığı sürüklediği uçuruma baktığımızda çürümüşlüğün, yozlaşmanın, değer tanımazlığın, heva hevese köleliğin, mala-mülke tamahın, insan onurunu ayaklar altına almanın, adaletsizliğin, ötekileşmenin, zulmün, zorbalığın ayyuka çıktığı bir dünyada yine, katliam, kan, gözyaşının sıradanlaştığı İslâm Coğrafyası karşımızda durmaktadır. Yeniden insan onurunu hak ettiği seviyeye çıkaracak, adaleti tesis edecek, kıymetleri muhafaza edecek, zulme mani olacak, zalime hak ettiği cevabı verecek, mazluma güven olacak, huzur ve güveni sağlayacak bir düzen gerekiyor ki, insanlık ve Müslümanlar bugünkü uçurumun kenarından uzaklaşıp güvene erebilsin. İşte bunu tesis etmeye aday tek nizamın Hilâfet olduğu görülebilecektir ki 1400 yıllık İslâm ve Dünya tarihi bunun şahitliğini bilfiil yapmıştır.
Bu vakıaları ortaya koyduktan sonra soralım: Hilâfet’i kimler istemedi? Elbette yüzyıllarca kıtalara adaletle hükmeden, azgın kâfirlere haddini bildiren Hilâfet Nizamını, dünün Amerika’sı olan İngilizler ve onun aveneleri olan devletler istemedi. Bu devletler bu nizamı istemeyip onu ortadan kaldırmak için hiçbir girişimden geri durmayarak bizden görünen fakat gerçekte onlardan olan ajan ve hainlerin elleriyle ortadan kaldırmak suretiyle kirli amaçlarına ulaşmış oldular.
Bu sebepten dün Hilâfet’in varlığından rahatsız olan ve de onu hayat sahnesinden kaldıran zihniyet ile bugün bu nizamın hayat sahnesinde tekrar var olmasının önünde duran zihniyet ve gücün aynı aklın, aynı inancın, aynı ideolojinin ürünleri olduğu açıkça görülebilir. Tek bir farkla: dün bu işin bayraktarlığını yapan İngilizler iken bugün bunun bayraktarlığını yapan Amerika’dır. Gizli, kirli Sykes Picot antlaşmasıyla İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı topraklarını adeta büyük bir bedene saldıran leş yiyicileri gibi aralarında pay ediyorlardı ki, o beden bir daha ayağa kalkamasın. Yüz milyonlarca Müslümanın siyasi liderliği olan Hilâfet “hal” edilip, devasa beden parçalara ayrılıp bu parçalar üzerine hainler yerleştirilip bu hainlerin elleriyle de onların küfür nizamları toplum arasında derç ettikten sonra, sömürgeci kafir İslâm Toplumuna kendi mefhumlarını peyderpey zerk edebildi. Nihayetinde bu zehir günümüze kadar hala bedenlere enjekte edilmektedir ki, bununla toplum tekrar ayağa kalkacak takati kendinde bulamazsın.
İngilizlerin kirli mirasına varis olan ABD, bugün haleflerinin yolunda tavizsiz bir şekilde ilerlemektedir ki yaklaşmakta olanın başlarına neler getireceğini, zihinleri zehirlenen Müslümanlardan çok daha iyi bilmekteler.
İslâm coğrafyasının her karış toprağı kâfirlerin askerî üsleri haline getirilmek suretiyle işgal edildiği, bu üslerden kalkan uçaklarla, atılan füzelerle Müslüman kardeşlerimizin katledildiği, beldelerimizin kafirlerin eğitim sahasına dönüştüğü bugünkü hale, Hilâfet olunca müsaade edilir mi, edilebilir mi? Elbette müsaade edilmeyeceğini en iyi, o işgalciler, bilmektedir. O halde Hilâfet’i tabii olarak başta ABD ve onun çeteleri olan devletler istemeyecektir, var olmasına en fazla onlar karşı duracaktır, durmaktadır.
İslâm coğrafyasını vatancılık düşüncesi üzerinden onlarca parçaya ayırmak suretiyle aralarına duvarlar ören, milliyetçilik düşüncesi üzerinden Müslümanları ırk temeline göre konumlandıranlar… Rengârenk bayraklarla her milletin kendi bayrağını kutsamasıyla Müslüman toplumlar arasındaki ayrılıkları derinleştirenler… Yine bu coğrafyada kendi kokuşmuş nizamları olan demokrasiyi ve bunu uygulayacak ithal beyinli yöneticiler eliyle saltanatlarını sürdürenler… Yüzyıldır bu ümmet üzerinde, bu planları uygulayan kâfirler, pek tabii olarak Hilâfet’i istemeyen kesimlerdir.
Sonuçta Hilâfet; vatan adı altında ördükleri duvarları ortadan kaldırmak suretiyle bütün coğrafyayı tek bir toprak parçası yapacak, Müslümanları ayrıştıran, zehirli milliyetçilik fikrini, “ümmet” panzehiri ile bütünleştirecek, duygusal kopuşu derinleştiren farklı bayraklar yerine bütün ümmeti, uğrunda canını vereceği tevhid sancağı altında birleştirecek yegâne gücün adı… Kâfirlerin menfaatini önceleyen, toplumları ifsat etmekten başka bir şeye hizmet etmeyen demokrasi nizamı yerine, herkesin kendisiyle huzur ve adalet bulacağı, fıtrata uygun nizamın adı… Yine efendilerinden başkasına hizmet etmeyen liderlerin yerine, sadece Allah’ı razı etmeyi önceleyen, hakka, halka hizmeti üzerinde farziyet olarak gören Halifeleri ancak ve ancak Hilâfet düzeni gerçekleştireceğinden, onu başta ABD, İngiltere olmak üzere hiçbir kâfir devletin istemediği, istemeyeceği bir hakikat değil midir?
Bugün İslâm coğrafyasındaki stratejik boğaz, kanal, körfez, suyollarını gerek askerî gerekse de ticari olarak istedikleri gibi kullanan ve bununla Müslümanlara zarar veren ABD, İngiltere, Rusya gibi ülkeler, Hilâfet olunca elbette kendilerine müsaade edilmeyeceğini gayet iyi bilmekteler. Filhakika geçmişte bunu en iyi bilen Ruslar ve İngilizler değil mi?
Bugün, enerji kaynaklarımız olan başta petrol, doğalgaz, uranyum yine yeraltı zenginliklerimiz olan madenlerimiz, yerüstü kaynaklarımız olan tarım ürünleri, insan kaynaklarımız ve daha fazlası başta ABD olmak üzere ve diğer kafir devletlerin sanayilerine hammadde, enerji, iş gücü, şirketlerine sermaye değil mi? Peki bu leş yiyicilerinin önüne geçecek tek gücün, Hilâfet olacağının bilinmesi için allame olmaya gerek var mı? Onlar bunun bilincinde ve idrakindeyken, Ümmet de inşallah tez zamanda bunun farkına varacaktır.
Ümmetin topraklarını bir bütünlüğe kavuşturacak, Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Afrika’ya, oradan Uzak Doğu’ya uzanacak bir coğrafyaya yani kıtaları birbirine bağlayacak kadar genişliğe ve güce ulaşmasını sağlayacak tek nizam Hilâfet olacağından böylesi bir güç, tüm sömürgeci kafirlerin uykularını kaçırmıyor mu? Geçmişte bu varlık, atalarının uykularını nasıl kaçırıyor idiyse bugün de bu varlığın ortaya çıkacak olması, bugünkü kafirlerin uykusunu kaçırmaya yetiyor.
Sömürgecilerin ileri karakol olarak kullandığı bir takım işgal edilmiş İslâm beldeleri ki; Kıbrıs, Keşmir, Filistin, Karabağ gibi yerlerin Hilâfet vuku bulduğu andan itibaren elbette ilk iş olarak aslına rücu ettirilecek olması, sömürgecilere yürek acısı olarak dönecektir. Bugün bu beldeleri kimler işgal edip sömürüyor ise Hilâfet’in hayat bulmaması için mücadele edenler aynı cenah değil mi?
Hilâfet’in ilgasının hemen ertesinde Müslümanların bağrına saplanan Yahudi varlığının Hilâfet vuku bulduğu andan itibaren en ivedilikli iş olarak, yabani otların topraktan koparılıp atılması gibi ümmetin bağrından koparılıp atılacağını, başta Yahudi varlığı ve onun koruyuculuğunu yapan ABD’den daha iyi kim bilebilir ki? Hilâfet’in gelmesinden en fazla endişe edenlerin bu kâfirlerin olması hakikat değil midir?
Hilâfet hayat bulduğunda, bugün olduğu gibi binlerce kilometre öteden gelip Müslümanların kanını döken, değerlerini ayaklar altına alan, mallarını talan eden ABD, İngiltere, onların kuyrukları ve yerli taşeronları bunlara cesaret edebilecekler mi? Bırakın bu cürümlere cesaret etmeyi binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelerinde dahi kendilerini güvende hissedemeyeceklerini bizden daha iyi bilmiyorlar mı?
Bir de, içimizde Hilâfet’i istemeyen, beyinleri Batı’nın zehirli fikirleri ile bulanmış, düşünceleri kirlenmiş, kalpleri kararmış, basiretleri bağlanmış, kendi değerlerinden kopmuş, Batı’yı kıble edinmiş, hakikatlere kör olmuş, menfaatlere köle olmuş, kendi inancına yabancılaşmış, geçmişini unutmuş, ne yaptığını neye karşı olduğunu bilmeyen serseri mayın gibi hareket eden laik ve demokrat güruhlar var. Bunlar da Hilâfet’e karşı olabilirler fakat bunların karşı olmuş/olacak olmalarının, nazarımızda hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bugün, bu hasta, kandırılmış, aldatılmış güruhun sesi çıksa da, yarın bu hastalar, Hilâfet’in şifası ile ya tedavi olacaklar ya da azametiyle kıble edindikleri yerlere gideceklerdir.
BM, NATO, ŞANGAY, IMF, Dünya Bankası gibi ABD, İngiltere ve Rus menşeili askerî, siyasi, ekonomik, fitne, fesat odaklı şer örgütler, gerek Müslümanların gerekse de diğer halkların sömürülmesinin aracı olarak kullanılmaktadır. Bu örgütleri kuranlar sömürü çarklarını garanti eden çete ülkelerdir. Hilâfet’in hayat sahasında neşvünema olması ile bu çarka çomak sokacağı, etkisizleştireceği ve hatta bu şer örgütleri dağıtmaktan geri durmayacağı, sömürülen halklara kalkan, fesada uğramış halklara umut, yardım çağrısında bulunan tüm halklara hami, zalim ve emperyalist güçlere korku olacak böylesi bir nizamı elbette bu kâfirler istemeyeceği gibi hayat sahnesine gelmemesi için ellerinden geleni yapacaklar ve yapıyorlar.
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla karşı savaşın. Eğer vazgeçerseler şüphesiz Allah ne yaptıklarını görmektedir.” (Enfal 39) Ayet-i kerimesini kendisine düstur edinecek bir nizam, bu nizam ile toplumu deruhte edecek ve şehadete koşmaya hazır milyonlarca orduya komutanlık yapacak, yukarıda saydığımız jeo-stratejik, jeopolitik, ekonomik, insan, enerji ve diğer kaynakları bünyesinde toplamış bir Halife’nin karşısında hangi ordu, hangi şer ittifakı, hangi emperyalist güç durabilecek ki? Bu güçler; sömürmeden, çalmadan güçlerini nasıl koruyabilecekler, kendilerini nasıl güvende hissedebilecekler, halklarını İslâm’ın nurundan nasıl uzak tutabilecekler? Bunu yapamayacaklarını gayet iyi bildiklerinden kinlerine kin katarak İslâm coğrafyasını mezarlığa çevirmeye çalışmaktalar. Bakın Suriye, Irak, Libya, Afganistan, Yemen, Filistin en canlı örnekler olarak karşımızda durmaktadır ki bütün kafirler bu coğrafyada Hilâfet düzeninin hayat bulmamasının mücadelesini veriyorlar.
Fakat nafile her şey aslına döneceği için yaklaşmakta olan kâfirlerin uykularını kaçırırken, onlar zulümlerini çoğaltarak bu gelişi uzatacaklarını düşünmekteler. Lakin korktukları başlarına gelmek üzere…
ABD ve kuklalarının; stratejistleri, think-tank kuruluşları, toplum mühendisleri, analistleri, teorisyenleri, uzman siyasetçileri, askerî uzmanları hazırladıkları raporlarda Hilâfet’in geleceğinin engellenemez olduğunu bildirmekteler. Hilâfet muştusu özelde Müslümanlar genelde ise tüm insanlık için karanlıkları yarıp aydınlatan bir kandil, bir güneş, bir nur olarak yeryüzünü aydınlatmaya hazırlanmakta… Bu sömürgeciler, istemeyip engellemeye çalışsa da, bu olacaktır biiznillah.
يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemezse de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.” (Tevbe 32)