Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da düzenlenen 17’nci Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nın (IDEF 2025) açılış töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Uluslararası toplumu insanlık cephesinde birleşmeye davet ediyorum.”
Erdoğan ayrıca, “Gazze’de insani yardım malzemesi girişine izin verilmediği için açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocukların derdi bizim derdimizdir… Libya’dan Sudan’a, Pakistan’dan Afganistan’a nerede bir sıkıntı, çatışma, istikrarsızlık varsa tamamı ülkemiz için dikkatle takip edilmesi gereken hassas konulardır… İnsani yardımlarımızla birlikte Gazze’deki vahşeti sona erdirmeye dönük diplomatik temaslarımızı da artırmış durumdayız. Gayemiz, bir an önce ateşkesin tesis edilmesidir. Gazze’ye insani yardımların girişine izin verilmesi bir başka önceliğimizdir.” ifadelerini kullandı.
Defalarca dillendirilen “Uluslararası Toplum” kavramı, jeopolitik ve uluslararası ilişkilerde, aynı amaç etrafında birleşmiş dünyadaki geniş bir insan grubunu ve hükümetleri ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Aynen; 15-16 Temmuz 2025 tarihlerinde Kolombiya’nın başkenti Bogota’da, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşı 30 ülke temsilcisinin bir araya geldiği toplantıda 6 maddelik eylem planının hazırlanmasında olduğu gibi…
Bu eylem planında katılımcı ülkeler şu maddeler üzerinde mutabık kaldılar:
• İsrail’e silah, mühimmat, askerî alanda kullanılacak yakıt ve çift kullanımlı ürünlerin gönderilmesi tümüyle engellenecek.
• İsrail’e silah ya da mühimmat taşıyan gemiler, bandırası ne olursa olsun limanlara sokulmayacak; yakıt ya da herhangi bir hizmet verilmeyecek.
• İmzacı ülkelerin bandırasındaki yük gemileri, İsrail’e hiçbir şekilde askerî malzeme, yakıt ya da çift kullanımlı malzeme taşımayacak; taşıyan gemilerin bandıraları iptal edilecek.
• İmzacı olan tüm ülkeler, İsrail’le hâlihazırda yürürlükte olan tüm kamu anlaşmalarını gözden geçirip gerektiğinde iptal edecek.
• İmzacı ülkeler, uluslararası hukuk kuruluşlarının İsrail hakkında aldığı ceza ve yaptırım kararlarına tam olarak uyacak.
Bu eylem planına Bolivya, Kolombiya, Küba, Endonezya, Irak, Libya, Malezya, Namibya, Nikaragua, Umman, Saint Vincent ve Grenadin ile Güney Afrika Cumhuriyeti imza atarken, imza atmayan 18 ülke arasında Türkiye de vardı. Türk Dışişleri Bakanlığı konuya ilişkin suçlamaları reddeden, teknik detayların geçtiği ve “Türkiye, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da Filistinlilerin haklarını koruyan her türlü girişimi en güçlü şekilde destekleyecektir. Türkiye’nin Gazze politikasının eksik bilgiye dayanan, kötü niyetli bir zihniyetle ele alınmamasını tavsiye ediyoruz.” ifadeleriyle son bulan bir açıklama yaptı.
Elbette bu tür anlaşmalar ne bu meseleye çözümdür ne de sonuç elde etmeye elverişlidir. Anlaşma, cılız bir ses duyurma ve Türkiye’nin Gazze konusundaki samimiyetsizliğini gösterme dışında işe yarar bir tarafı olmayan bir girişimdir. Yaptırım gücü olmayan, uygulanması tamamen ülkelerin inisiyatifine bırakılmış bir anlaşma olmakla birlikte; Cumhurbaşkanı’nın dillendirdiği ve çağrı yaptığı “uluslararası toplumun birleşmesi”ne güzel bir örnektir.
Peki, hani uluslararası toplumun üzerinde birleştiği Gazze, Türkiye’nin kırmızıçizgisi değil miydi? “Elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” denildikten sonra bu anlaşmaya bile imza atmaktan imtina eden Türkiye, Gazze’ye ne fayda sağlayabilir?
Tüm dünya halkları neredeyse katliam başladığından beri ayakta. Uluslararası toplum ayakta. Müslümanlar ayakta. Kim mi yok? Amerika ve beraberindeki Avrupa devletleri yok. Onları anlarız; çünkü Yahudi varlığı onlar için bölgede bir emniyet supabı, bir öncü karakol anlamına geliyor.
Peki, olması gerekip de olmayanlar kim?
Dünya Lideri’nin ülkesi Türkiye, Devrim Lideri’nin ülkesi Suriye, Trump’ın Prensi’nin ülkesi Suudi Arabistan, Amerikan Darbecisinin ülkesi Mısır ve İngiliz beslemesi krallığın ülkesi Ürdün yok. Çünkü bunların hepsi, Yahudi varlığını Müslümanların kanı pahasına korumakla görevli olan ülkelerdir. Bu gerçeği büyük İslâm âlimi Takiyuddîn En-Nebhânî yıllar önce şu sözlerle gözler önüne sermiştir:
“Yahudi varlığı, bölge rejimlerinin gölgesidir. Rejimler ortadan kaldırıldığında gölge de yok olur.”
Gazze’de taş üstünde taş kalmamış, kalanlar da özel olarak hedef alınarak yok ediliyor. İnsanlar enkazların altında günlerce ölümü bekliyor; kadınlar ve çocuklar çadır yerleşim bölgelerinde diri diri yakılıyor. Bir lokma ekmek, bir yudum su için kuyruğa giren insanlar yaylım ateşleriyle katlediliyor. Açlık, soykırımın bir aracı hâline getirilmiş durumda. Buna rağmen hâlâ uluslararası toplumdan, diplomatik girişimlerden ve sınırdan geçirilemeyen yardımlardan medet umuluyor.
Ama unutulmamalıdır ki; bu topraklarda zulüm altındaki kardeşini kurtarmak için canını vermeye hazır olan, Gazze’yi gerçekten kırmızı çizgi edinip, onların dertleriyle dertlenen ve acılarıyla ıstırap çeken milyonlarca Müslüman var. Hatta iki yıldır hamasî söylemlerle oyalandığını fark edemeden, bu işbirlikçi yönetimlerden Gazze için bir hayır bekleyen insanlar bile artık gerçeğin farkına vardı.
İnsanlar artık gerçek çözümün; Müslümanları gerçekten koruyup gözeten, onları yardımsız bırakmayan ve düşmanın insafına terk etmeyen, devlet olarak en zor zamanlarında bile kendilerine kol kanat geren Hilâfet Devleti olduğunu idrak ediyor.
Gazze; ibretlik duruşu ve bedeli çok ağır olsa da bu ümmete, İslâm toprakları üzerindeki yöneticilerin maskelerini düşürerek gerçek yüzlerini gösterdi. Bu yöneticilerden hiçbir hayır gelmeyeceğini, onların sadece işlerini gördükleri sömürgeci kâfir devletlerin bölgedeki ajanları olduklarını idrak etmelerini sağladı.
Aynı Gazze; Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın izniyle, mübarek İslâm coğrafyasında sömürgeci istilanın sonu anlamına gelecek bu işbirlikçi yöneticilerin koltuklarını da salladı.
[وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ] “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” [Şuara Suresi 227]