Edebiyatta bir kaide vardır; “Teşbihte hata olmaz” derler. Şimdi başlıkta geçen “Fransa’nın Bursa Büyükelçiliği” tabirine birlikte bakalım ve kararı hep birlikte verelim.
10 Kasım günü Bursa Valiliği resmi internet sitesinde bir duyuru paylaştı. Duyuruda şu ifadeler yer aldı: “26 Temmuz 2020 tarihinde @belindir25 kullanıcı hesabından Hilafet etiketiyle Kelime-i Tevhid görselli paylaşımda bulunan ve ilimizde Çarşı ve Mahalle Bekçisi olarak görev yapan İsmail Belindir hakkında soruşturma açılmış olup, söz konusu soruşturma halen devam etmektedir”
26 Temmuz’daki paylaşım nedeniyle başlatılan soruşturmanın devam ettiği, neden 10 Kasım’da tekrar duyurulur? Üstelik İsmail Belindir bu paylaşımı, Ayasofya Camii açılışından iki gün sonra paylaşmıştı. O sırada, İktidar ve ona yakın medyanın estirdiği hamasi hava hakimdi ve bir derginin kapağında Hilafet çağrısıyla çıkması üzerine haftalarca #hilafet etiketi gündemde kalmıştı. Yani Müslümanlar yine estirilen yalan rüzgarında duygusal bir havaya kapılmıştı.
Sonra gelen tepkiler üzerine valilik bu duyuruyu silmek zorunda kaldı. Zira Kelime-i Tevhid’in bir valiyi neden rahatsız edebileceği sorgulanıyordu sosyal medyada.
#Valiİstifa etiketi altında gelen yoğun tepkiler üzerine Bursa Valiliği önce mahalle bekçisine soruşturma açıldığını gösteren tweetini sildi, ardından yeni bir basın duyurusu yayınladı.
Valilik tarafından yapılan açıklamada:
“Çarşı ve Mahalle Bekçisine açılan soruşturma ile ilgili, sosyal medyada yapılan değerlendirmeler üzerine aşağıdaki açıklamanın yapılmasına gerek duyulmuştur.
Bilindiği gibi ilimizde Çarşı ve Mahalle Bekçisi olan ve kamu güvenliğinden sorumlu bir personelin yapmış olduğu bir paylaşımın, görevin niteliğine uygun düşmemesi sebebiyle soruşturma açılmıştır.
Söz konusu soruşturma, dini değerlerimizi ihtiva eden bir görsel sebebiyle değil, kullanılan etiketin, devlet memuru ödev ve sorumluluğuyla bağdaşmaması nedeniyle açılmıştır.”
Peki kullanılan etiket neydi? #Hilafet!
Hilafet nedir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir valisi bu kadar alerji göstermiş? Bunu anlamanın en iyi yolu ilk Râşid Halife Ebubekir RadiyAllahu Anh’ın halife seçildiğinde ümmete yaptığı şu kısa açıklama güzel bir şekilde özetliyor:
“Ey insanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde sizi idare etmek üzere göreve getirildim/seçildim. Vazifemi hakkıyla yerine getirirsem bana yardım ediniz, yanlış yaparsam beni düzeltiniz. Doğruluk emanet, yalancılık ise hıyanettir. İçinizde zayıf olanlar, Allah’ın izniyle hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. İçinizde kuvvetli olanlar ise onlardan başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır. Hangi İslâm toplumu Allah yolunda cihadı terk ederse, Allah onu zillete duçar eder. Hangi İslâm toplumu arasında fuhuş yayılırsa, Allah onlara vereceği bela ve cezayı umumileştirir. Allah’a ve Rasulü’ne (Kur’an’a ve Sünnet’e) itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. Şayet ben Allah’a ve Rasulü’ne isyan edersem, artık bana itaat yoktur!”
Açık değil mi? Hilâfet makamına seçilen kişi Kur’an ve Sünnet’in hükümlerinden ayrılırsa ona itaat yoktur. Adaleti ve emniyeti sağlamak görevidir. Zayıflara sahip çıkar ve kuvvetlinin zulmüne engel olur. Ne kadar ters bir nizam bugün uygulanan belli bir azınlığın tahakkümündeki Kapitalist Demokrasi ile değil mi? Alerji duymaları pek de anormal değil.
Peki bu olayın bir benzeri Fransa’da olsa ne olurdu? Memur görevinden uzaklaştırılır ve hakkında soruşturma açılırdı değil mi?
Teşbih mi, hakikat mi takdir sizin. Şimdi genişletilmiş manada ideolojik olarak bakalım bir de bu duruma.
Kelime-i Tevhid yalnız ruhani değil, siyasi bir mesajı olan ve 13 asır dünyaya hükmetmiş İslâm Devleti’nin mührüdür. Zira bugünkü gibi camilere ve evlere sıkıştırılmış, laik, demokratik nizamın baskısı altında kalmadan önce tevhid siyasi bir otoritenin sembolüydü.
Şöyle bir örnekle açıklayalım: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem yalnızca namaz ve oruç gibi ibadetleri getirdiyse, İslâm içtimai hayata, hukuka ve siyasete karışmıyorsa, Mekke’de neden zulme başvuruldu? Neden Müslümanlar topraklarında hakarete uğradı? Oysa İslâm’dan önce İbrahim Aleyhi’s Selam’ın getirdiği Hanif dinine inananlar vardı. Onlara yönelik herhangi bir baskı ya da zulüm söz konusu değildi. İşte Tevhid sancağında yazan bir kelime asıl savaşın sebebiydi. “Lailaheillallah” denilince içinde geçen “ilah” kelimesi Ebu Cehil’de alerjiye neden oluyordu. Çünkü onlar ilah kelimesinin ne manaya geldiğini çok iyi biliyorlardı. İlah, hüküm koyandı, kanunları tartışmasız kabul edilen, demekti.
Düzenlerinin bozulmasına karşı çıktılar. Rahatça faiz toplamaya, fuhuş yapmaya, zinaya yaklaşmaya devam etmek, putlar, heykeller dikip düzenlerinin varlığını korumaya devam etmek istediler.
Kim demiş “laikliği, cumhuriyeti, demokrasiyi Batılılar buldu” diye! İsmi koyulmasa da laikliğin tarihi çok eski. İki cephe var. Birinci cephe; İblis’in “Âdem’e secde et!” emrine boyun eğmeyip Allah’a isyana kalkışan ve Allah’ın güzel hüküm vermediğini iddia edenler. Diğer cephe ise “Hüküm yalnız Allah’ındır!” diyenler.
Fransa’da Charlie Hebdo zihniyetine sahip ve 1789’da kilise ve kralların zulmüne baş kaldıran geleneğin temelleri aslında ihtilalin çok öncesinde atılmıştı. Allah’a düşmanlık ve ateizm toplumda yayılmaya başladı. Oysa zulmeden din ya da Allah Subhanehu ve Teâlâ değil, onunla kandıranlardı; bugün olduğu gibi…
Evet, bugün aynı kafa yapısının varlığına şahit oluyoruz. AK Parti hükümetinin başarısızlığını, haksızlıklarını, yaşanan tüm kötülükleri İslâm’a nispet eden bir güruh var. Oysa herkes biliyor ki AK Parti, İslâm nizamı ile değil, laik demokratik cumhuriyete ve onun ilkelerine sahip çıkarak Türkiye’yi yönetiyor. Bu başarısızlığı bozuk batıl nizamın değil de İslâm’ın üzerine yıkmak için çabalayanların kasıtlı saldırılarını gözlemliyoruz. Oysa AK Parti, İslâmi söylemlerle halkın duygularını okşayıp oy toplayan diğer yandan ise batıl nizam ile hükmeden bir siyasi partidir.
Fransa’da Hilâfet’e ve Tevhid’in siyasi yönüne nasıl ki “radikalizm” denilerek saldırılıyorsa, Türkiye’de de devletin yaklaşımı bu paralelliktedir. Fransa’dan ithal laik demokratik cumhuriyet nizamı asla Hilâfet fikrine göz açtırmaz. Dizilerde ya da siyasilerin seçim propagandası olarak kontrollü kullanılabilir ama halk bu fikre inanır ya da bu fikre dayalı çalışma yürütürse hemen cezalandırılır. Müslümanları demokratik laik batıl nizama adapte etmenin yolu budur. Aslında Müslümanlar laikliğe oy vermez ve sahip çıkmaz. Onlar liderlerinin demokratik laik nizam ile İslâm nizamını getireceğine inandığı için destek olur. Liderler bu duyguyu ustaca istismar ederek aslında batıl nizama Müslümanları bağlamaya çalışırlar. Muhafazakâr demokratların İslâm’ı getirme diye bir dertleri yoktur.
Macron’a “Fransız İslâm’ını getireceğim” deyince kükrenir ama kendileri “İslâm’ın güncellenmesi gerekir” ya da “İslâm modern çağın sorunlarına çare üretmiyor” diyebilir!
Aslında söyledikleri mana olarak aynıdır. Zira Fransa rejimi ve Türkiye rejimi İslâm’ın ibadetlerinden değil, nizamından, siyasi akidesinden şikayetçidir ve ona düşmandır.
Fransa’da da İslâm nizamının yeniden dünyaya hâkim olması için çalışanlar cebir ve şiddete başvurmasa da tutuklanır; Türkiye’de de…
Fikirler ve nizamlar Fransa’dan ithal edilince, aynı mesajların ortaya çıkması, aynı zulümlere başvurulması, aynı neslin yetiştirilmesi, aynı bozuklukların görülmesi kaçınılmazdır. Zira toplumların fikirlerini ve duygularını belirleyen o topluma tatbik edilen nizamdır.
Yanlış mı söyledik yoksa yanlış bir teşbihte mi bulunduk?
Ha Fransa’da bir vali, ha da Türkiye’de bir vali
İkisi de aynı fikre müntesip hangisi diğerinden âli
Mukaddes fikirler zihinlerden çalınıp sinsi sinsi
Yerine batılı koyanların adı olmaz mı harami…
___
#RasulünSancağıKelimeiTevhid
#Hilafet