Ülkedeki cari siyasetin düşüklüğünden, insanların içinde bulunduğu maddi-manevi krizleri çözmek şöyle dursun daha da derinleştirmesinden mütevellit; İslâmi bakış açısıyla siyasetin ne olduğu ve Müslümanlar -hassaten de davetçiler- açısından siyasi çalışmanın ehemmiyeti üzerinde durmak istiyorum.
Siyaset, ümmetin dâhili ve harici işlerinin İslâm akidesi esas alınarak tanzim edilmesidir. Siyaset, lügatteki anlamına muvafık bir şekilde; bireyin, toplumun ve devletin tüm işlerinin ideoloji muvazenesinde ele alınıp düzenlenmesidir. Siyasete hangi ideolojinin rengi çalınırsa o rengi alır. Kapitalist ideoloji ise kapitalist siyaset, sosyalist ideoloji ise sosyalist siyaset, İslâm ideolojisi ise İslâmi siyaset yapılmış olur. İdeoloji sıfat ise siyaset mevsuftur. Yani siyaset mücerret bir şekilde sadece bir eylemdir. Onun rengini, kokusunu, tadını, türünü ve cinsini belirleyen şey ideolojidir. Bizler İslâmi akideye iman etmiş davetçiler olarak İslâm ideolojisine göre siyaset yapma durum ve mecburiyetindeyiz. Siyaset hem şer’i/sem’i/nakli delillere hem de akli delillere göre kesinkes vacip olan bir ameldir. Zira Rabbimiz bu dini yürürlükte olan dinlerin insanlar üzerindeki hâkimiyeti/tasallutu kalksın, sadece Allah’ın hükmü tatbik edilsin ve insanlar kula kulluktan kurtulup sırf Allah’a kulluk etsinler diye göndermiştir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
[اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يمًاۙ] “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitap’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!”[1] Ve şöyle buyuruyor:
[وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟] “Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (bile) seni saptırmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır. Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?”[2]
Bu ve bunlara benzer onlarca şer’i nas, ideolojinin hayatta tatbik edilmesi, korunması ve yayılmasına ilişkin hususları beyan etmek için gelmiştir. Her kim bu şer’i nasların işaret ettiği şer’i hakikatlerden yüz çevirirse içinden çıkılmayacak bir şaşkınlık ve bedbahtlık içine düşmüş demektir.
Siyaset iki temel nedenden dolayı olmazsa bir zaruret ve gerçekliktir. Bunlar;
Birincisi: Siyaset, varoluşsal olarak doğrudan ümmetin meseleleri ile ilgilidir. Ümmetin özgün bir şekilde diğer ümmetlerden ayrı olarak var olması ve varlığını devam ettirmesi siyaseten doğru bir yerde durmasına bağlıdır. Eğer ümmet siyasi çalışmanın dışında durur, akidesinin kendisinden talep ettiği siyasi amelleri yerine getirmezse, başka ümmetlerin kölesi olur ve kendi öz düşmanlarının boyunduruğu altına girer.
İkincisi: Siyasi bir kasıt olmaksızın taşınan hiçbir fikir hayat sahasında var olamaz. Ki İslâm ideolojisi, ruhi-siyasi bir akide ile bu akidenin kendisiyle hayatta var olacağı metodundan ibarettir.
En basit fikir dahi hayatta icat edilmek isteniyorsa siyasi bir kasıt ile taşınmak zorundadır. Değilse yeryüzünün en seçkin ve tek doğru ideolojisi olan İslâm dahi halinden, dilinden anlaşılmaz, bireylerin edebiyatını yaptığı garip bir fikre benzer. Oysa İslâm, hayatın edebiyatını yapmak için değil, onu inşa etmek için gelmiştir. Bu inşa ameliyesi de ancak siyasi bir kasıt ve çalışma ile gerçekleştirilebilir.
Davet taşıyıcılarında siyasi yön bariz olmalıdır. İslâm akidesinin hayata hâkim kılınmasının ölüm-kalım meselesi haline getirilmesi bu siyasi yönün davetçide iyice yerleşmesiyle ilgilidir. Zira akidenin davetçide iyice yerleşip kök salmasının yolu da hayatta gelişen tüm olayları akideden fışkıran hükümlerle bağlamaktan geçer ki bu en mikro düzeyde siyasetin ta kendisidir. Bu bağlamda “siyasi kimsenin” tarifini yapacak olursak şöyle deriz:
Yönetim akliyatına sahip, hayata belirli bir bakış açısı ile bakan, belirli bir bakış açısına göre yargıya varan ve yaşayan kimsedir. Müslüman siyasetçi ise karşılaştığı problemlere akidevik/ideolojik yaklaşan kimsedir. Bugün ümmetin acısını dindirecek ve onu bulunduğu çukurdan çıkaracak kimseler, ne yaptığını bilen bu uyanık siyasi kimselerdir. Zira bu kimseler hem ideoloji hakkında uyanık, hem ideolojiye iman eden ümmet hakkında uyanık hem de bu ideolojiye karşı savaşan Allah düşmanlarına karşı uyanık olan kimselerdir.
Bugün siyasetin değerinin ümmet tarafından hâlâ hakkıyla takdir edilemediği gün gibi ortadadır. Zira bugün ümmetin içerisinde “dindarlık” ile “siyaseti” iki ayrı zıt şeyler olarak gören kimseler vardır. Ki onlardan bazıları, “bu dinin genetiğiyle oynamak” demek olan şu sözleri dahi sarf etmektedirler: “Gerçek bir dindar siyasetçi olamaz, bir siyasetçi de gerçek bir dindar olamaz!” SuphanAllah! Bu, Allah’ın dini hakkında ne büyük bir gaflettir böyle. Oysa bu dinin üzerinde yükseldiği temel ruhi-siyasi bir temeldir. Böyle söyleyen kimse bilerek yahut bilmeden bu dine büyük iftira etmektedir; Allah muhafaza! Oysa biz, bütün rasullere (hassaten de ebedi liderimiz, Efendimiz Muhammed –SallAllahu Aleyhi ve Sellem-’e) baktığımızda; onların, getirdikleri hakikatleri sadece ilan etmekle kalmadıklarını, bu hakikatleri gönderildikleri toplumlarda var etmek için kıyasıya mücadele ettiklerini görürüz. Bunun içindir ki; Tüm rasuller siyasidir ve siyasi çalışmalarda örnek alınması gerekenler de bizzat rasullerdir. Çünkü onlar (Aleyhimu’s Selam), getirdiklerini ilan etmekle kalmamışlar, toplumlarına egemen olsun diye gece-gündüz çalışmışlardır. Bununla beraber şer’i açıdan Rasul’e ittiba vaciptir.
Kimsenin bu dinin genetiğiyle oynama hakkı olmadığı gibi bu din âlemlerin Rabbi tarafından kıyamete kadar da korunacaktır. Siyaset, sömürgecilerin etkisi ve onların yerli taşeronları tarafından ümmetten uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Esasında ümmeti, “İslâmi siyasetten” uzaklaştırıyorlar yoksa salt siyasetten değil. Çünkü ümmeti kendi rezil, adi ve edna siyasetlerinin içine hep çekmeye çalışmışlardır. O kadar ki siyasete “şeytan işi” şeklinde bakanlar dahi bir siyasetin figüranı haline gelmektedir ki o siyaset, şeytan ve dostlarının siyasetidir. Demiştik ki: siyaset mevsuftur yani sıfatlanan şey. Onun önüne neyi, hangi sıfatı koyarsanız onun rengini alır.
Sahabe Rıdvanullahi Aleyhim’in en bariz özelliği, onların siyasi kimseler olmalarıydı. Zira onlar, bu dinin hayatın tüm alanıyla bağını kuruyor ve onu, hayatın tamamına hâkim olsun diye gece-gündüz taşıyorlardı. Bunun için katlanmadıkları eziyet, çile, dert ve işkence yoktu. Bu hususta örnek aldıkları da Rasulullah’tan başkası değildi.
Öte yandan bugün salt vaaz ve irşat ameliyeleri şeklinde ele alınan; davet, tebliğ, emri bil’maruf nehyi an’il münker, hakkı ve sabrı tavsiye etmek gibi hususların hepsi siyasi amellerdir. Çünkü bunların hepsinde belirli bir ideolojiye çağırma, onu taşıma ve egemen kılmaya çalışma yönü barizdir. Kim bu amelleri salt hikayeleştirirse kendine de dinine de zulmetmiş olur. Bu amellerin hepsi siyasi çalışmanın farziyetine dair bir delildir. Dininin üzerine titreyen Müslüman davetçi, bu amelleri yapmaktan ve buna devam etmekten asla geri durmaz. Bu hususta hakkın tüm dünyaya egemen olması onun ufkuyla mecz olunmuştur. Ya böyle bir hâkimiyete şahit olacak ya da bu uğurda hayırlı selefin hayırlı halefi olarak, her şeyini feda edecek Rabbinin rızasını ve cennetini celbeden bir şahit olacaktır. Onlar öyle kimselerdir ki Allah onları sever onlar da Allah’ı severler. Rabbimiz bu kimselerin vasıflarını şu ayet-i kerimede icmali bir şekilde beyan ediyor. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
[يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ] “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihat ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”[3]
Yukarıda saymış olduğumuz siyasi ameller içerisinde bugün en çok ihmal edilen husus, yöneticilerin muhasebe edilip İslâm’a göre hesaba çekilmesi meselesidir. Oysa ümmetin, yöneticileri muhasebe etmeyi terk etmesi caiz değildir. Çünkü onların ıslahı ve ifsadı, neredeyse tüm ümmetin ıslahı veya ifsadı demektir. Zira Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan iki sınıf var ki, onlar salâha ererse insanlar da salâha erer; onlar fesada girerse insanlar da fesada girer: âlimler ve âmirler (yöneticiler).”[4]
Tüm bunlardan sonra diyebiliriz ki, İslâm kültürü felsefi ve akademik kültür değil siyasi kültürdür. Yani hayatın edebiyatını yapmak için değil, hayatı inşa etmek için gelmiştir. Bunun da fiilî olarak gerçekleşmesi İslâm’ı pratik siyasi kültür olarak benimsemekten geçer. İslâm, siyasi bir kültür olarak alınmadığı müddetçe hayat, İslâm’ın boyası ile boyanamaz. O, loş odaların içinde, boş kafaların zihinsel hazlarını tatmin etmek için gelmiş bir din değildir. İslâm’ı felsefik/akademik bir şekilde tedris etmek, bu dinin düşmanlarının istediği ve teşvik ettiği bir şeydir. Allah düşmanları istiyorlar ki; bu dinin müntesipleri âlemi kelam etsinler, konuştukça konuşsunlar, tartıştıkça tartışsınlar ancak İslâm’ın hayatta nasıl var edileceğinin metodunu bilmesinler, bunu bilmekle de uğraşmasınlar. Zaten bugün onların dünya çapında ideolojik dava taşıyıcılarına açtıkları savaşın nedeni de budur. Ancak onlar haktan hiçbir şey eksiltemeyecekler ve hak onların tüm sahte düzenlerini yıkacaktır. İslâm’a felsefi bir kültür malzemesi olarak bakan kimselere dönüp baktığımızda, onların bu ümmetin düşmanlarına hizmet etmekten başka hiçbir şey yapmadıklarına şahit oluruz. Onlar her ne kadar yazdıkları onlarca kitap ile öğünseler de! Zira İslâm’ın ideolojik bir din olduğunu ve ideolojik siyasi bir kasıt ile taşınması gerektiğini yeni anlamış bir kardeşimiz, bu dine onlardan çok hizmet edecek ve onlar gibi bu dinin düşmanlarına hizmet etmeyecektir. Onların isimlerinin önünde dünya kadar unvan olsa da hakikat budur. Onlar, dinlerini diğer din ve bakış açılarının teşvik ve tasallutu altında ifsat eden zavallı insanlardır. Düşünmüyorlar ki bir fikir hayata egemen değilse ve egemen olunması için çalışılmıyorsa niçin vardır? Kalp mezarlığına yahut akıl hastanesine konulmak için mi? Niçin! Bir akide veya bir fikir siyaset ve siyasi kasıt olmaksızın hayatta asla var edilemez ve bu din, hayatta var edilmek için gönderilmiştir. Bu din bütün dinlere egemen olacak, hak garip olmaktan kurtulacak; kalpleri olanları ağlatan, kahreden bu çağ, elbette son bulacaktır.
Öyleyse ey davetçi kardeşim!
Bir dantela gibi İslâm ile hayatı işlemeye ve örmeye asla ara vermeden, gayretleri arttırarak yola devam etmeliyiz. Şer’i siyaset olmadan hayatın asla İslâm ile inşa edilemeyeceğini bu ümmete gece gündüz anlatmalı, göstermeliyiz. Hatta canlı vakıalar üzerinden hiç görmek istemeyenlerin de gözünün içine sokmalıyız bu hakikati. Bu hususta Rabbimizin bizlere sabır, sebat, sekine, metanet, feraset ve basiret vermesini dilemeliyiz ki ince bir şekilde sıkılmadan yorulmadan ilmek ilmek bir dantela gibi örelim davamızı, İslâm’ı hayatın her alanına.
Dava adamı sahih uyanıklık ve sahih iradeyi mezceden kimsedir. O birileri gibi yuvarlak cümleler kurup sonra da “dediğim çıktı” diyen kimse değildir. Sahih uyanıklığın “ideolojik düşünme”, sahih iradenin ise “ideolojik yaşamak” demek olduğunu bilen kimsedir. Rabbimizden bizleri, sahih uyanıklık ve sahih irade üzere kılmasını ve bu hal üzere canlarımızı kabzetmesini niyaz ediyoruz.
Son olarak kâfirler, zalimler, müstekbirler ve Allah’a karşı haddini aşmış tüm Allah düşmanlarına rağmen bu din, Allah’ın dinidir ve O Subhanehu bu hususta şöyle buyuruyor:
[هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟] “O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.”[5] Ve şöyle buyuruyor:
[هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ] “O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.”[6]
[1] Nisa Suresi 105
[2] Maide Suresi 49-50
[3] Maide Suresi 54
[4] Kenzu’l Ummal, 10/191
[5] Saff Suresi 9
[6] Fetih Suresi 28