Astana’da yapılan müzakereler sonunda, alınan kararların ve yaşanan olayların asıl amacının Halep ve Halep gibi şehirlerin tarumar edilerek Müslüman halkı dize getirmek olduğu artık gün yüzüne çıkmıştır.
Dahası, 6 senedir Suriye’de direnen bu Müslümanları dize getiremeyen dünyadaki zalim güruhlar, feri kapanmış halkların körlüğünü “teröre” kılıf yapmış görünüyor. Daha evvel terör deyince “IŞİD terörü”, “El Kaide terörü” demeye kendisini mecbur hisseden Batılı teröristler, artık ön sıfat kullanma gereği bile duymuyor. Nasılsa terör deyince “leblebiyi” anlamaya hazır bir zihin inşa etmişler, öyle ya.
Bahane hazır “İdlib’te terör var!”
Henüz ikna olmamış, düşünme ve sorgulama meyli gösteren akılları ikna ise çok kolay...
“700 IŞİD militanı gizlice İdlib’e girmiş.”
Şöyle diyelim mi?
“Madem ümmet, Suriye için hazırlıkları devam eden bu İdlib kumpasının farkında değil, madem İslâm düşmanlarının oradaki Müslümanların adını terör iftirasıyla kirleterek minareye kılıf uydurduklarının bilincinde değil, o zaman bize düşen ancak hakkı ve sabrı tavsiye etmek...”
Bakışımızı küfrün gücünün çokluğu, yerli destekçilerinin basiretsizliği veya yapılması planlanan askeri operasyonun seyrine değil, İdlib özelinde Suriye’deki Müslümanların vakıasını anlamaya yoğunlaştırmalıyız.
Şunu bilelim ki Allah var gam yok...
Bütün dünya bir araya gelse, bütün savaş mühimmatlarını, bütün ileri teknolojilerini, bütün güç unsurlarını ve kalifiyeli askerlerini Suriye’yi yerle bir etmek için bir araya getirseler, Allah izin vermedikçe hak asla mağlup olmayacaktır.
Ellerinde 300.000 tır mühimmatı, binlerce atom bombası, tankları ve uçakları olmasa da, sadece o muhlis Müslümanların yanında Allah olsa, galip gelecek olan yine o Müslümanlardır...
Eğer bir millet, gelecekteki ve hâlihazırdaki durumunun nasıl olduğunu merak ediyorsa, geçmiş tarihine bakmalı ve ders çıkarmalı diyor ve hakikati tarih sayfalarını karıştırarak yol aralıyoruz.
Şu bir gerçek ki; biz Müslümanlar hem hayat nizamımız olan hem de sahih tarih kaynağımız olan Kur’an ve Sünnet’e bakmakla yükümlüyüz. Şöyle buyrulur:
كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir. Ve Allah, sabredenlerle beraberdir.”[1]
Evet, yüce kitabımızda buna benzer onlarca ayet vardır. Mekke Dönemi’nden, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin sonlarına kadar bu ayetteki vakıayı pratikte müşahede edeceğimiz onlarca vakıa mevcut.
Şunu bilelim ki aşağıda vereceğim somut ve yaşanmış örnekte olduğu gibi hiç ummadığı yerden Allah nusretini gönderecektir. Binlerce şehit vermiş olsanız da zafer yakındır! Allah’ın vaadi yakındır!
Şam beldesinin Hz. Ömer Dönemi’ndeki fethinden bir manzarayı dikkatlerinize sunacağım:
O zamanlar Suriye, Bizans İmparatoru Heraklius’un elindeydi. Her yönüyle çok kuvvetli olan Bizans ordusuna karşı, Ebu Ubeyde ve Halid Bin Velid komutasında olan İslâm ordusu oldukça güçsüz ve sayıca da çok azdı.
Ancak İslâm izzet bulsun ve İla-i Kelimetullah yüce olsun diye Allah yolunda fethe çıkan İslâm ordusu, maddi güç ve sayılarının çokluğuna güvenen Bizans ordusuna karşı zafer elde etmişlerdir ve o günden bugüne, Suriye Müslümanların içinde yaşadığı beldelerden bir belde olmuştur.
Dikkat çeken yön ise şudur: İslâm ordusu henüz Suriye’yi fethetmeden önce yakın civarları sulh yoluyla fetheder... Cizye vermeleri karşılığında yapılan anlaşmalarla birçok yer kısa zaman de fetholunur. Fetholunan bu beldeler Hilâfet Devleti’nin idaresi ve güvenliği altına girer. Daha önceleri Rum idaresi altında huzur görmeyen halk, İslâm’ın idaresi altında hem huzura hem de adalete kavuşur.
Buna karşılık Hıristiyan halk adına, Müslümanlara hitaben bir mektup kaleme alınır. Mektupta şöyle yazmaktadır:
“Ey Müslümanlar! Bizanslılar bizim dinimizde bulunmakla beraber, sizi onlara tercih ediyoruz. Çünkü siz sözünüzü bize karşı aynı tuttunuz. Bize karşı onlardan daha merhametlisiniz. Bize karşı adaletsizlikten uzak duruyorsunuz. Sizin idareniz onlarınkinden elbette daha iyidir. Onlar bizim mal ve evlerimiz gaspettiler. Artık bu halk kalelerinin kapılarını Heraklius’un askerlerine karşı kapatmıştır ve Müslüman hükümetinizin adaleti bizce elbette Rumların haksızlıklarına tercih edilir.”
İşte Hıristiyan olmakla birlikte bir halkın yaşadığı bu pratik vakıalar, Suriye’nin tüm köy ve kasabalarında dilden dile dolaşır. İslâm ordusu Suriye topraklarına ulaşmadan halk zaten anlaşma yaparak cizye vermeye hazırdır.
İslâm ordusu Suriye sınırlarına girmiş, maneviyatı bozuk olan Bizans ordusunun komutanı Heraklius, ordusuna moral vermek için bir konuşma yapar. Yaşlı bir adam komutana dönerek şöyle nida eder:
“Ey efendimiz Arapların neden bizlere galip geldiklerini biliyor musunuz?
Heraklius: Hayır, Mesih hakkı için bilmiyorum.”
Yaşlı adam devamla:
“Ey hükümdar! Biz mağlup oluyoruz çünkü milletimiz dinini değiştirdi. İsa Mesihi kabul etmeyip inkâra gitti. Bir kısmı zalim kesildi. Onların içinde iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan, adalet ve iyilikte bulunan kimse kalmadı. Faiz yediler, zina işlediler ve gittikçe içlerinde kötülük yayıldı. Bu Arap Müslümanlara gelince; Onlar Allah’a itaat ediyorlar. O’nun emirlerini yerine getiriyorlar. Dinlerine bağlılar. Gece ibadet eder, gündüz oruç tutarlar. Onların aralarında zulüm ve düşmanlık yoktur. Bir kısmı, diğerlerine karşı kibir ve böbürlenme göstermez...”
Bu konuşmanın ardından yenilgiyi kabul etmişlerdir.
Bu yüzden de diyoruz ki, bütün dünya bir araya gelse, Allah’a iman eden, O’nun emirlerini yerine getiren o bir avuç Müslümana karşı zafer elde edemeyecekler. Müslümanların önünde nice güçler Allah’ın nusreti ile yok olmuş ve İslâm o beldelerde kâmil manada ikame olunmuştur. Çünkü Allah şüphesiz itaat edip O’nun dini için mücadele edenleri yalnız bırakmaz...
“Şavaş vakti şimdi geldi. Ümmetimden bir taife insanlar üzerinde muzaffer olmaya devam edecektir. Allahu Teâlâ bu taifeyle birçok toplulukların gönüllerini yüceltecek de, onlar bu sebeple Allah’ın düşmanlarıyla savaşacaklardır. Allah da onları bu hâl üzere rızıklandıracaktır. Onlar Müminlerin diyarı Şam’dadır.”[2]
“Şam halkı bozulunca sizde hayır yoktur! Ümmetimden bir taife Allah’ın yardımıyla muzaffer olmaya devam edecektir. Onlara arka çıkmayanlar kıyamet saatine kadar onlara asla zarar veremeyeceklerdir.”[3]
اعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
**“Bilin ki Allah’ın cezalandırması pek şiddeti olandır. Allah bağışlayandır esirgeyendir.”[4]
Bizler şuna inanıyoruz: Müslümanlar çok yakın bir zamanda yekvücut bir devlet inşa edecekler ve adalet ve hak galip gelecek. İşte o zaman fevç fevç İslâm’ın önündeki kırılmaz sanılan kaleler devrilecek ve zalimler Müslümanların zayıflığından bu kadar istifade edemeyeceklerdir.
Bugünkü zayıflığımız, bölünmüşlüğümüz ve parçalanmışlığımızın bir sonucudur. Bunun da reçetesi Râşidî Hilâfet Devleti’nin tesisidir.
[1] Bakara Suresi 249
[2] Nesei, İbni Hibban, Taberani, Ahmed bin Hanbel Müsned, İbnu Sa’d Tabakat
[3] Tirmizi, İbn-i Mace
[4] Maide Suresi 98