Suriye’de, rejimin bekçileri tarafından sivil halka yönelik acımasızca yapılan katliamlar hız kesmeden devam etmektedir. Yaklaşık 1,5 yıldır devam eden bu katliamların belki de en kötüsü 25 Mayıs 2012 Cuma günü Humus’un El-Hula kasabasında yapılmıştır. Toplam 108 (BM’den gelen açıklamaya göre bu sayı 116’dır) masum insanın vahşice katledildiği, 300 kişinin de yaralandığı bu saldırıda ölenlerin 34’ü kadın, 49’u ise çocuktur. Olayın ardından El-Hula’da incelemelerde bulunan Birleşmiş Milletler gözlemcilerinin raporuna göre, 20 kişinin ağır silahlarla düzenlenen bombardımanda hayatını kaybettiği, 80'den fazla kişinin ölümünün ise yakın mesafeden açılan ateşle gerçekleştiği kaydedilmiştir. Görgü tanıklarının ifadelerine göre de; Esad’ın askerleri tarafından evlere baskınlar yapılmış, karşılarına çıkan herkes kurşundan geçirilmiş ve hatta çocukların bile elleri arkadan bağlandıktan sonra kafalarına kurşun sıkmak suretiyle infazları gerçekleştirilmiştir.prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /
25 Mayıs Cuma günü El-Hula’da yaşananların boyutları da, yüreklere bıraktığı acı da çok büyüktür. Olay gerçekleşir gerçekleşmez BM Güvenlik Konseyi acilen toplanmıştır. Yaklaşık üç saat süren toplantının ardından yapılan basın açıklamasıyla katliamdan Esad yönetiminin sorumlu olduğuna dikkat çekilmiş, sivillerin hedef alınması ve aşırı güç kullanımının, Uluslararası Hukuk ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarının ihlali anlamına geldiğini bildirilmiştir. Konsey, yapılan katliamı kınamış ve Suriye yönetimini uyararak Genel Sekreter Ban Ki Moon'dan katliam hakkında uluslararası soruşturma başlatmasını istemiştir. Ayrıca Konsey, Suriye'de tüm taraflara şiddeti bırakmaları çağrısında bulunup, Şam yönetiminden yerleşim merkezlerinde ağır silah kullanmayı derhal bırakmasını ve bölgedeki güvenlik güçlerini geri çekmesini istemiştir. Olayın ardından BM Suriye özel temsilcisi ve Suriye sorunun çözümü için ortaya konulan meşhur Annan Planı’nın mucidi Kofi Annan da, hükümet ve muhalefetle temaslarda bulunmak üzere Şam’a gitmiştir. Suriye ziyaretini kritik bir adım olarak değerlendiren Annan, neredeyse yarısı çocuk yüzden fazla kişinin ölümünden şok ve derin üzüntü duyduğunu belirtmiş; altı maddelik barış planının kapsamlı bir şekilde uygulanması gerektiğine vurgu yaparak, sadece hükümete değil elinde silah olan herkese Suriye’de yaşanan krizi barışçıl yollarla çözme çağrısında bulunmuştur.
Gelişmelere yönelik BM tarafından yansımalar bu şekildedir. Zaten bu yansımaların herhangi bir önemi de yoktur. BM, yıllardan beri Müslümanlar üzerine uygulanan her vahşetin ardından yapmış olduğu ayak oyunlarına bir yenisini daha eklemiştir. Çünkü O, kendilerine hizmet için sömürgeciler tarafından oluşturulmuş bir kuruluştur ve bu amacın dışında kesinlikle hareket edemez. Bu nedenle BM tarafından ne fiilen yapılanların ve ne de ifade edilenlerin Ümmetin maslahatına yönelik hususlar olması beklenemez.
Suriye yönetimi ise bu katliamı kabul etmemiş ve suçu isyancı teröristler olarak ifade ettiği gurupların üzerine atmıştır. El-Hula saldırısıyla ilgili olarak Suriye Hükümeti’nin oluşturduğu araştırma komisyonu bir rapor yayınlamıştır. Hükümetin raporuna göre, bu tip eylemler hükümeti zora sokmak kastıyla terörist guruplar tarafından gerçekleştirilmektedir. Onlara göre, katliamda öldürülen aileler yönetimle sorunu olmayan ve silah taşımayı reddeden barışçıl ailelerdir. Bu aileler terörist guruplara destek vermemelerinin bedelini bu şekilde ödemişlerdir. Nitekim benzer açıklamalar Suriye Meclisi’nin açılışı vesilesiyle aylar sonra kamuoyu önüne çıkıp konuşma yapan Esad tarafından da gündeme getirilmiştir. Esad konuşmasında; "Bu sefer, dış kaynaklı bir savaşla karşı karşıyayız. Bununla uğraşmak içerideki insanlarla uğraşmaktan farklı" ifadelerini kullandı. Esad, "Komploya karşı durmak kolay değil fakat engelleri aşacağız. Halkımıza karşı görevlerimiz var. Reform yapmak ve temellerini kuvvetlendirmek kolay değil… Dışarıdaki güçlerle birlikte çalışan ve terörist eylemler yapan güçlerle diyaloga girmeyeceğiz "* şeklinde konuştu. Beşar Esad, Hula katliamı hakkında ise; öldürülenlerin çoğunun ya bıçakla ya da kısa mesafeden ateş açılarak öldürüldüğünü kaydederek, “Canavarların bile yapamayacağı çirkin bir suç işlenmiştir” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.
Elbette ki, Suriye Devlet Başkanı zalim Beşar Esad ve zulümdeki ortakları olan diğer yöneticilerin sözlerine itibar edecek değiliz. Çünkü onlar adaletin yerine zulmü, Allah ve Rasulü’nün dostluğu yerine de sömürgeci kâfirlerin dostluğunu tercih etmişlerdir. Onlar zulümde sınır tanımayıp, efendilerinin hizmetleri ve kendi iktidar hırsları adına Müslüman kanını akıtmakta ve her türlü iğrenç muameleyi (tecavüz dâhil) Suriye’deki Müslümanlara reva görmektedirler. Onların sözleri de aynen, BM’nin Müslümanlar söz konusu olduğunda ortaya attığı söylemler ve yapmaya çalıştığı eylemler gibi sahtekârlık ve yalanlarla doludur.
Ancak yine de Suriye yönetiminin zaman zaman bazı katliamları kabullenmeyip terörist gurup olarak nitelendirdiği muhalif gurupların üzerine atmasını yabana atmamak gerekir. Çünkü Suriye’de devam eden mücadele yalnızca Esad ve muhalifler arasında geçen mücadeleden ibaret değildir.
“BOP” adı altında gözünü Ortadoğu ve civarındaki zenginliklere çeviren ABD’nin Suriye üzerinde oynadığı oyun aslında son derece basittir. Bir bölgeyi kendi sömürüsü altına alabilmenin iki yolu vardır: Bunlardan birincisi, o beldenin başındaki yönetimleri devirerek kendisine hizmet edecek yeni bir yönetim oluşturmaktır. İkincisi de, yönetimlerle birlikte sistemi de değiştirmektir. Ancak birincisi geçici bir çözümdür ve değişen güç dengeleriyle birlikte değişen yönetimler o beldenin kimin sömürüsü altında olacağını da belirlemektedir. Bu da meseleyi yöneticilerden çok sistem meselesi haline getirmiştir. Bu nedenle ABD ikincisini yani yönetimlerle birlikte sistemleri de yani bir İngiliz sömürü biçimi olan “Ulusal” devletler ve onların içindeki derin yapıları da değiştirmeyi planlamaktadır. Bu nedenle ABD yakın dönemde, yönetimler kendi yanında olsa da sistemleri de değiştirmenin çalışmasını yapmaktadır. Son on yıl içerisinde Ortadoğu ve çevresinde -“Afganistan, Irak, Türkiye, Mısır, Pakistan, Suriye” gibi ülkelerde- uygulamaya çalıştığı plan budur. Üsluplar farklı farklıdır; kimisinde başkanlık sistemi gündeme gelmektedir, kimisinde de çok partili parlamenter sistem ya da merkezi hükümete bağlı federasyon gibi yapılar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Fikri anlamda demokrasi, insan hakları ve özgürlükler, yapılan çağrının temelini oluşturmaktadır. Ekonomik açıdan küresel sermayeye yani yabancı yatırımcıların ülkelere sokulması gibi yöntemler teşvik edilmektedir. Bunların her biri Amerikan sömürüsünün üsluplarıdır. Hepsinde de hedef İngiliz sömürüsünün hayat bulduğu “Ulusal“ anlayış üzerine kurulmuş olan üniter yapıları ortadan kaldırarak nispeten daha kırılgan ve zayıf yapılar oluşturmaktadır. Kısacası ABD, lokmaları küçültmek ve daha kolay çiğnenip yutulacak hale getirmek istemektedir.
Suriye’de olanlara gelince: Suriye, Arap Baharı adıyla bilinen zalim yönetimlere karşı ortaya çıkan halk ayaklanmalarının tesiriyle geçtiğimiz yılın Mart ayından bu yana hükümet güçlerinin muhalifleri “ezme” girişimine sahne olmaktadır. Bütün dünya, hükümet güçlerinin sivil halka ağır silahlarla saldırıp onlara karşı uyguladığı katliamları, işkenceleri ve her türlü iğrenç muameleleri uzunca bir süre sessizce seyretmiştir. Daha sonra sinsi planlar yavaş yavaş ortaya dökülmeye başlamıştır. Önce ardı ardına “Arap Birliği” toplantıları yapılmış ve bunlardan Esad Yönetimine yaptırım adına bir takım kararlar ortaya atılmış, ardından BM Suriye özel temsilcisi olarak atanan Kofi Annan’ın hazırlamış olduğu 6 maddelik “Annan Planı” bizzat Annan’ın gözetiminde uygulanmaya çalışılmış ve sonra da “Suriye’nin Dostları” toplantıları yapılmıştır. Bunların hiçbirisinden sonuç alınamamıştır. Zaten bunların hepsi, “sonuç alınmaması” için yapılan ve zaman kazanmaya yönelik hareketlerdir. Bu, klasik bir Amerikan planıdır; öncelikle sömürüsü altına almak istediği ya da sömürüsünü pekiştirmek istediği bölgelerdeki yönetimlerin, halkları iyice ezmesine olanak tanır, yapmacık hamlelerle ortaya çıkan zulme engel olmak istiyormuş havasını verir ve yeni yönetimi alacak olan muhalif oluşumu ortaya çıkararak halkın desteğini almaya ve onu meşrulaştırmaya çalışır. Böylece değiştirmek istediği yapı ve yönetim hem muhalefet adına ne varsa ortadan kaldırmış olur, hem de zulümden bunalan halkın meşrulaştırılmaya ve yönetimi almaya çalışan yeni muhalif yapının yanında yer alması sağlanır. İşte Suriye’de yaşanan sürecin özeti bu şekildedir.
Ancak Suriye’de şöyle farklı bir durum vardır: Darbeyle iktidara gelen Baba Esad döneminde ve sonrasında Suriye yönetiminde hiçbir zaman muhalif bir gurup olmamıştır ve şu anda da yoktur. Dolayısıyla Beşar Esad sonrası yönetimi devralacak bir muhalefete ihtiyaç vardır. Ayrıca bütün bu zulümlere karşı hala toplumun önemli bir kısmı hükümet yanlısıdır. İşte bu yüzden farklı uygulamalara ihtiyaç duyulmaktadır. Esad’ı toplumun gözünden tamamen düşürecek ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerek tüm şimşeklerin Esad’a yönelmesini sağlamak gerekmektedir. Bu nedenle hükümet güçlerinin köy ve kasabalara ağır silahlarla saldırmasının yanında bir de özellikle kadın ve çocuklardan oluşan kitlelerin vahşice katledilmesi bu sürecin hızlanmasını sağlayacaktır.
İşte bu nedenle Suriye’de katliamları gerçekleştiren yalnızca hükümet güçleri değildir. Bu sürecin hızlanmasını ve kendi lehine sonuçlanmasını isteyen Amerika’nın oluşturduğu özel birlikler çok daha vahşi katliamlar yapmaktadır. Hükümetin bu katliamları kabul etmemesi bu yüzdendir. Hükümet kaynakları özellikle El-Hula saldırısının barışçıl insanların bulunduğu ve saldırıların olmadığı bir bölgede yapıldığına vurgu yapmıştır. Bu saldırıdan da “terörist” dediği gurupları sorumlu tutmuştur.
Amerika, ailesinin ve kendisinin zulümleriyle otoritesi eskiyen (halk ayaklanması bunu doğrulamaktadır) Esad yönetimini devirecektir. Bunun zeminini oluşturma adına katliamlara göz yummakta ve katliamlar yapmaktadır. İşbirlikçilerinin de yardımıyla bu sürecin hızlanmasını istemektedir. Sonuçta Amerika işbirlikçileri yine binlerce Müslümanın kanı ve gözyaşıyla kendisine çöreklenecek bir yer oluşturmaya çalışmaktadır.
İşbirlikçiler ise bu sürece çanak tutmuştur. Onlar, Arap Birliği ve “Suriye’nin Dostları” toplantılarıyla havanda su döverek katliamların daha da şiddetlenmesini sağlamışlardır. Oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi vasıtasıyla meydana getirilen muhalefetin yönetimi almasına yönelik Amerikan planı Türkiye üzerinden devreye sokulmuştur. Bu planın gerçekleşmesi uğruna binlerce masum Müslümanın, kadın, çocuk ve yaşlı demeden katledilmesine ve işkenceden geçirilmesine göz yumulmuştur. Bir sonuç alınmamak maksadıyla yapılan “Suriye’nin Dostları-İstanbul” toplantısında alınan ve Amerikan planını ortaya koyan şu kararları bir daha hatırlamakta fayda vardır. Bu maddeler aynı zamanda Ümmete yönelik ihanet maddeleridir:
“Madde 6: Dostlar Grubu, Özel Temsilci Kofi Annan'ın çabalarını takdirle karşılamakta ve misyonunun tam olarak uygulanmasına desteğini ifade etmektedir.
Madde 8: Dostlar Grubu, Suriye muhalefetinin İstanbul'da yaptığı toplantıyı memnuniyetle karşılamıştır. Muhalefetin ülkede barışçıl, eşitlikçi, hiçbir gurubu dışlamayan bir siyasi dönüşüm taahhüdü vermesine destek olmaktadır.
Madde 10: Dostlar Grubu, Suriye Ulusal Konseyi'ni (SUK) bütün Suriyelilerin meşru temsilcisi ve Suriye muhalif grupların altında toplandığı şemsiye bir örgüt olarak tanımaktadır”
Bunun için tekrar hatırlatıyoruz ki, Ümmetin içinde bulunduğu sıkıntıların tek çözümü vardır o da; Müslümanları tek bir çatı altında toplayacak, toprak ve savaşlarını bir kılacak olan II. Raşidî Hilafet Devleti’nin yeniden ikamesidir. Ümmetin bu sıkıntısı havaya tehditler savurmakla, büyükelçilik çalışanlarını geri yollamakla ve boş yere toplantılar düzenlemekle çözülmeyeceği gibi; zulümden kaçanlara sınır kapılarını açmakla, onlara yardımda bulunmakla ve onları ziyaret edip ilgileniyormuş görüntüsü vermekle de bu işin vebalinden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Çünkü gelişmelerin hepsi Amerikan planının bir parçasıdır. Hükümet güçlerinin ve onlara eşlik edenlerin yaptığı katliamlarla, sözde çözüm için göz boyama toplantıları yapanların; muhalefeti oluşturmak için harekete geçenlerle, göstermelik tepkiler ve icraatlar ortaya koyanların durumları arasında bir fark yoktur. Hepsi bu sürecin birer parçasıdırlar ve yaşanan her şeyden sorumludurlar.