İlmin azalması kıyamet alametlerindendir. İşte böyle bir zaman diliminde yaşıyoruz. Âlimlerimiz azaldı. Âlimlerle birlikte ilim de azaldı. Bunun yerine cahillerin ilimsiz konuşması itibar kazandı.
“Şüphesiz Allah ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lakin âlimleri alır, onlarla birlikte ilmi de ortadan kaldırır. Ve insanlar arasında birtakım cahil başlar bırakır. Bunlar insanlara ilimsiz fetva verirler; bu suretle hem saparlar hem saptırırlar.” [Müslim, İlim, 14]
Gazze’nin gözlerimizin önünde öldürüldüğü yetmezmiş gibi şimdi de hakkı ketmetmeden açıkça söyleyen âlimlerimiz, kimi kendini bilmez cahillerce idam sehpasına çıkartılıp boynuna ilmik geçiriliyor. Muhammed Emin Yıldırım ve Nureddin Yıldız, “Diriliş Buluşmaları” adlı programda yaptıkları konuşmalarından ötürü, “iktidar koruyucusu” kimi kesimler tarafından linç kampanyasına maruz bırakıldı. Buradan, dualarımızla, söz ve davranışlarımızla yanlarında olduğumuzu belirtmek isterim.
Sanırım bu süreçte iyice tebarüz eden ve herkesin merak ettiği soru, “Gazze bu haldeyken, on dakikada bir çocuk katledilirken neden Müslümanlar bir araya gelemiyor? Neden birbirleriyle çatışma halindeler?” sorusudur.
Aslında her şey, ümmetin İslam kültüründen kopartılmasıyla başladı. Önce İslam kültürünün temelleri olan akide, şer’i hükme göre hareket etme zorunluluğu, şer’i hükümlere teslimiyet gibi konular, genç nesillere doğru bir şekilde verilmeli, ardından onların yabancı kültürle tanışmalarına müsaade edilmeli iken bu süreç maalesef tersine işletildi.
Evvela yabancı kültür alındı, sonra İslam kültürü, kişisel gayretlerle elde edilmeye çalışıldı. “Ne fark eder ki?” diyebilirsiniz. Çok şey fark eder! Zira yabancı kültürün oluşturduğu zihinsel dezenformasyon, İslam’ın doğru anlaşılmasının önüne geçti. Yabancı kültürün dizayn ettiği zihinle İslam anlaşılmaya çalışıldığında, sistemin “error” vermesi kaçınılmazdır.
İslam kültürü, hayata dair bir bakış açısı sunmaktadır. Karşılaştığımız tüm olaylarda bu kültürün bize vermiş olduğu yön sayesinde ne yapacağımıza ya da ne yapmayacağımıza, neye üzülmemiz neye sevinmemiz gerektiğine karar veririz. “Şer’i hükümlere bağlanmak” olarak özetlediğimiz bu davranış kalıbına riayet ettiğimizde, esen sert rüzgarlardan, fırtınalardan, tufanlardan korunabiliriz. Geçmişi ve bugünüyle çelişmeyen, düzenli bir davranış alışkanlığı edinebiliriz. Zira şer’i hükümler, zamanın değişmesiyle değişmez. Bu hükümlere bağlanmak kolaylık ya da zorluk meselesi değil bir iman meselesidir.
Maalesef bu davranış kalıbından yoksunuz. Yoksun olduğumuz için de bizi şekillendiren, duygularımıza yön veren, tercihlerimizi belirleyen İslam değil “hayatın akışı” olmuş vaziyette. 7 Ekim’den bu yana yaşadığımız sarsıntının, çelişkilerin, ne yapacağını bilmez bir halde önümüze gelen her öneriye sorgulamadan sarılmanın, vakıadan kopuk taleplerde bulunmanın, doğruyu-yanlışı ayırt edememenin sebebi, yaşananlara İslami zaviyeden bakamamak ve İslami çözümler üretememektir.
Oysa Filistin’e bakış açısı, yabancı fikirlerden arındırılmış saf ve duru olmalıdır ki neticeye ulaşılabilsin. Filistin’in kurtuluşu için ortaya koyulan argümanlardan biri olan “İki Devletli Çözüm”, içeriğine, olabilirliğine, sorunları çözüp çözmediğine bakılmaksızın işgalci “İsrail”i, bir devlet olarak tanımak anlamına gelmektedir. “İsrail’i” bir devlet olarak tanımak, işgali meşrulaştırmak demektir ki bu, haramdır. Hakeza, Müslümanların işlerinin, -BM gibi- sömürgeci kafirlerin kontrolündeki kurumlara havale edilmesi de haramdır. Fiilî savaş durumundaki devletlerle diplomatik ve ticari ilişkilerin devam ettirilmesi de haramdır. Bu fiilleri işlemek ve bu fiillere davette bulunmak da elbette münkerdir.
“Bir münker gördüğünüzde onu elinizle düzeltin…” hadisi, münker karşısında takınılması gereken tavrı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İslam bizden, münker karşısına susmamamızı emretmektedir. Münkeri yok etmek ya da izole etmek, toplumsal bir sorumluluktur. Dolayısıyla Müslümanların “İsrail” ile ticari ilişkileri devam ettiren, orduları harekete geçirmeyen, Gazze’nin ölümünü seyreden yöneticileri muhasebe etmesi, nasihatlerde bulunması, baskı yapması İslam’ın bir emridir. İslam’ın bu emrini yerine getirenler, taşlanıp dışlanmamalı bilakis kendilerine teşekkür edilip saygı duyulmalıdır.
Lakin, İslam’ın ne olduğunu bilmeyen, yabancı kültürün etkisi altında yetişen, yabancı kültürle İslam’ı anlamaya çalışan, bu kültürün kazandırdığı bakış açısıyla gelişmeleri değerlendiren bir nesil ile karşı karşıyayız. Bu nesil hem İslam’ı bilmiyor hem de biliyormuş gibi yapıyor. Erdoğan’ı savunmakla İslam’ı savunmanın aynı şey olduğunu zannediyor. Düşünemiyor, düşünemediği gibi kendisini geliştirme, okuma yapma, anlamlandırmaya çalışma gibi bir gayreti de yok. Hayata tek bir zaviyeden bakabiliyor ki o zaviye; “Erdoğan’a laf söyleyen her kim olursa olsun taşlanmayı hak ediyor, demektir.” zaviyesi…
Yani anlayacağınız, laik Kemalist kesimin M. Kemal’i koruma altına aldığı, tüm eleştiri kapılarını kapattığı, onu kutsallaştırdığı gibi birileri de Erdoğan’a aynı şeyleri yapıyor. Aslında her iki kesimin de birbirinden farkı yok.
Bu, “saf cehaleti” yönlendiren “elit cehalet” elbette var; ki onlara -modern tabirle- “trol” deniyor. Bu trollerin görevi, Erdoğan’ın etrafında bir kalkan oluşturmak ve onu fanusta koruma altına almak. Bunlar, saf cehaletteki kişiler kadar masum değil. Bu işi, cehaletin verdiği dürtüyle duygusal olarak değil menfaat sağlamak için yapıyorlar. Yani aslında bunlar, kendi değer ve birikimlerini satışa sunmuş, dünyalık menfaatler uğruna ahiretini pazara çıkartmış tiplerdir. Onların lügatinde “şeref”, “onur”, “hak”, “adalet”, “hakikat” diye bir şey yoktur. Menfaat, bir şeyler elde etmek, bir yerlere gelebilmek, bir şeyleri elinde tutabilmek, onlar için birincil ve tek hedeftir. Bu haliyle insani bir onurdan, insani ve İslami bir duruştan söz edemeyiz.
Bu elit cahiller, her konu hakkında bilgisi varmış gibi gözükmek zorunda hisseder kendisini. Zira trol kariyerleri, bu “mış gibi göstermeye” bağlıdır. İnsanlara yafta asmaktan zerre kadar çekinmezler. O günkü şartlar neye müsaitse Erdoğan muhaliflerine o şartlara uygun yaftalar icat ederler. Şimdilerde moda; “fitneci” ve “İrancı”. Erdoğan’ı muhasebe eden, kralın “çıplak” olduğunu söyleyen herkes, bu yafta ile yaftalanmakta ve hakarete uğramaktadır.
Bu zavallılık değil de nedir? Sizin laik Kemalistlerden ne farkınız kaldı? Yoksa siz, “Bu karar senden mi yoksa Allah’tan mı?” diyerek Rasulullah’a görüş bildiren, görüşünü değiştirmesine etki eden sahabelerle aynı dini mi paylaştığınızı iddia ediyorsunuz?
Ebu Zer’in, Muaviye’nin sarayını gördüğünde “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Kul hakkına girer. Bunu ancak firavunlar yapar.” dediği gibi bugün saray sahiplerine de aynı şeyleri söylemeyeceğini mi sanıyorsunuz? Ebu Zer, aramızda olsaydı, ona da mı “fitneci”, “İrancı” diyecektiniz?
Bu troller çıkmışlar bir de X’de odalar açıp Hizb-ut Tahrir hakkında konuşuyorlar. Bu elit cahillere derim ki: Hizb-ut Tahrir, İslami bir partidir. Onu tartışmaya açabilmen için öncelikle senin İslam’ı bilmen gerekir. İslam hakkında ne biliyorsun? Fikir ve metot nedir? Fıkıh usulü nedir, bilir misin? Fıkhın usulünde geçen terimlerden haberin var mı? Sebep nedir, illet nedir, sebep ile illet arasındaki fark nedir, bilir misin? Lügat bahislerinden haberin var mı? Mehfum, mantuk, iltizam delaleti senin için bir anlam ifade ediyor mu? “Kur’an ve Sünnet’in kısımları” diye bir şey duydun mu? Bunların hiçbirini bilmiyorsun, duymadın, en ufak bir fikrin bile yok! Ama çıkmış, Hizb-ut Tahrir’in fikirlerini masaya yatırıyorsun. Sizin kalibreniz, Hizb-ut Tahrir’i tartışmaya açmaya yetmez. Ha olur da İslam’ı bilen birileri çıkıp da tartışmak isterse ona da sonuna kadar varız.
Velhasıl, bir asır boyunca İslam’a saldırıldı. Sahih İslam anlayışının önüne geçilmeye çalışıldı. Bu geçen yüz yılda; laik demokratik düzen içinde hareket eden, sabiteleri olmayan, İslami fikir ve metottan yoksun, maslahatı şer’i hüküm haline getirmiş, iktidara gelince her şeyi unutup şatafatlı bir hayatın ışıltılarına kendisini kaptıran siyasi partiler ile hayattan, hayatın akışından, hayatın gerçeklerinden uzak, İslam’ın hayat ile bağlantısını kesmiş hurafeleri kendine din edinmiş tarikatlar, İslam’ın temsilcisi olarak parmakla gösterildi. Böylece insanların İslam’ı talep etmesinin önüne geçildi.
Geldiğimiz noktada Gazze, tüm maskeleri bir bir indirdi ve indirmeye devam ediyor. Bu puslu hava dağıldığında saflar iyice netleşecek. Çok şey yapıyormuş gibi görünüp aslında elle tutulur hiçbir şey yapmayanlar ortaya çıkacak. Filistin için ayağa kalkmaya davet edenlerin aslında iktidara karşı oluşan tepkiyi kanalize etmek için paratoner görevini üstlendiği görülecek. Temiz şahsiyetler ile varlığı iktidarın varlığına armağan edilmiş şahsiyetler bir bir kendini gösterecek. Ve en nihayetinde temiz olanlar ile kirli olanlar birbirinden ayrılacak. Kuşkusuz zafer, kalbi ve aklı temiz olanların olacaktır!