Dünyayı Yöneten Finans Elitlerini Tanıyor muyuz?
31 Mayıs 2022

Dünyayı Yöneten Finans Elitlerini Tanıyor muyuz?

Dünya siyasetini irdelerken, gerçekleşen krizleri deşifre etmeye çalışırken hep göz önünde olan hadiselerden yola çıkıyoruz. Siyasetcileri ele alırken hep mevcut iktidarda bulunan başbakan, cumhurbaşkanı veya başkandan bahsediyoruz. Lakin özellikle son 100 yılda gerçekleşen birçok krizin, ekonomik veya askerî darbelerin arkasında hep belirli güçlerin yani küresel elit aile ve kişilerin olduğunu biliyor muyuz? Tüm dünyaya yayılmış olan lakin büyük bir çoğunluğu ABD’de yaşayan takriben 2500 aile ve fertler dünya servetlerinin neredeyse %70-%80’ini ellerinde bulunduruyor. Örneğin; Almanya’da bu elit ekibe dâhil olan 45 kişi ve aile, Almanya halkının yarısının (takriben 40 milyon insanın) elinde bulundurduğu servete denk bir serveti elinde bulunduruyor. Yine ABD’de bu elit ekibe dâhil olan üç kişinin sahip olduğu mal varlığı, ABD halkının yarısının (takriben 180 milyon insanın) elinde bulundurduğu servete denk.

Bu küresel elit aile ve kişiler ellerindeki bulunan şu dört yapı ile dünyaya yön veriyorlar. Bunlardan ilki; bankalar, özellikle merkez bankaları (Federal Reserve (FED)-ABD, Bank of England (BoE), Avrupa Merkez Bankası, Çin Halk Bankası vs.). Daha sonra sırası ile; varlık yatırım fonları (hedge fon) (Blackrock, Vanguard Group, Millenium Partners L.P., Citadel Global Fixed Income Master Fund Ltd. vs.). Büyük danışmanlık ve denetim şirketleri (Deloitte Consulting, Ernst&Young, KPMG, McKinsey&Company vs.) ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarıdır (S&P, Moody's ve Fitch).

Bu finansal elitlerin en başı; varlık yatırım fonları ve aynı zamanda sermaye ve risk danışmanlığı şirketi olarak bilinen Blackrock ve Vanguard adlı iki büyük şirkettir. Bu iki şirketin kontrol ettikleri sermayenin toplam değeri takriben 17 trilyon dolara dayanıyor. Bu rakamın büyüklüğünü anlamak için dünyanın en güçlü devleti olan ABD’nin senelik gayri safi yurtiçi hasılasının, yani ABD’de bir yıl içerisinde üretilen tüm ürünlerin ve sunulan tüm hizmetlerin toplam değerinin 20 trilyon dolar olduğunu hatırlatmak isterim. Yani sadece iki şirketin elinde bulundurduğu sermaye, dünyanın süper gücü olan ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılasına denk geliyor. En güçlü on varlık yatırım fonlarının elinde bulundurdukları sermaye ise takriben 45 trilyon dolara tekabül ediyor. Yani ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılasının iki katından daha fazla. İlginç olan ise en güçlü on şirketin altısında yine en büyük hissedar olarak Blackrock ve Vanguard şirketleri bulunmakta. Aynı zamanda Blackrock hem Amerikan hem de Avrupa’nın merkez bankalarının danışmanlığını yapmakta. Yani merkez bankalarının özellikle son iki yılda piyasaya sürmek için bastıkları trilyon dolarların kimlere verilmesi gerektiği konusunda en başta karar verenlerden biri de hiç kuşkusuz Blackrock olmuştur.

2008 krizinde -kapitalizmin ana fikirlerinden biri olan serbest piyasa sistemine yani devletin piyasaya müdahalede bulunmaması kuralına aykırı olarak-, kendi ellerinde bulunan Merkez Bankası gibi kurumları harekete geçirerek dudak uçlatacak miktarda yeni para bastırarak piyasaya sürdürmelerini, bu kuruluşlar ile gücü ve karar verme yetkisini elinde bulunduran finans elitlerinin piyasaya müdahalesine örnek olarak verebiliriz. Kapitalizmin kurucu babası olarak bilinen İngiliz ekonomist Adam Smith'in (1723-1790); “Piyasa serbest bırakılmalıdır. Devletin piyasalara müdahalesi yanlıştır. Çünkü piyasanın görünmez eli ekonomiyi düzenler” sözü, kapitalizmin ve klasik liberalizmin önemli bir temel fikrini teşkil etmektedir. Seçilmiş siyasetçi olarak görülen, lakin finans elitleri tarafından yönlendirilen siyasetçilerden biri de Fransa’nın 2008 krizi dönemindeki başkanı Nicolas Sarkozy’dir. Bakınız Sarkozy, BM’nin 63. Dönem Genel Kurul toplantısında kriz ile alakalı neler söylüyor:

“Gelin, regüle edilen bir kapitalizmi yeniden inşa edelim. Tüm finans etkinliklerinin yalnızca piyasa aktörlerine bırakılmadığı ve bankaların işlerine döndüğü, yani spekülasyon değil, ekonomik kalkınmayı destekledikleri bir sistemi inşa edelim. Kredi kurumlarındaki kapitalizm kontrol altına alınsın ve insanların tasarrufları ile oynayanlar da cezalandırılsın.”[1]

Aslında Sarkozy burada, piyasanın finans elitleri tarafından kontrol edildiğini açıkça kabul etmiş oluyor. Kapitalizmin siyaset ahlakının bir gereği olarak; toplumu manipüle etmek ve gerektiğinde halkın sıkıntılarına değinmek bir hedef saptırma olarak da görülebilir. Nitekim -“dünya beşten büyüktür” sözü ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan alışkın olduğumuz üzere- bu bize yabancı gelmese gerek. Neticede şu bir gerçek: 2008 krizinden sonra mevcut finansal yapı ister istemez dördüncü finansal devrimi hızlandırdı, hızlandıracak. (Bu konuya ileride değineceğiz.)

Küresel finans sisteminin gücünü anlamayabilmek için, İkinci Dünya Harbi’nden 1975 kadar olan süreci ve ondan sonra özellikle bankalara verilen imkânları daha iyi anlamak gerekiyor. İkinci Dünya Harbi’nden sonra yıkılıp dökülmüş olan şehirlerin ve şirketlerin yeniden inşası için bankaların, piyasalara yüksek faizli krediler sürerek büyük kazançlar elde ettikleri bilinmekte. Lakin özellikle 1975 yılından sonra yani piyasaların artık duraklama sürecine girdiği dönemde, özellikle İngiltere ve ABD’deki bankalar (City of London ve Wall Street bankaları), daha farklı alanlardan para kazanabilmek için sıkı kuralların değiştirilmesini talep ettiler. Bu bankaların talepleri üzerine o dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, engelleri devamlı olarak kaldırdılar. Nihayet Ekim 1986 yılında İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher normal bankalar ile yatırım bankaları arasında farkı tamamen ortadan kaldırarak normal bankaların da halktan topladıkları paralarla spekülatif işlere başvurmalarının, istedikleri gibi para ile oynamalarının önünü açmış oldu. Bu hadise medyada “bing bang/büyük patlama” olarak anıldı. Kuralların bu şekilde değiştirilmesi, finans sektörlerinin anormal bir şekilde büyümesine ve güçlenmesine sebep oldu. Özellikle 1948 yılında Amerika’da sadece altı kuruluştan ibaret olan serbest yatırım fonlarının (hedge fon) -ki bir nevi devlet imkânları ile oynanan büyük kumarhane anlamına geliyor- sayısı, 2000’li yıllara gelindiğinde 1000’e yaklaşmıştır.

Bu finans devlerinin yanında bir de dijital şirketlerin özellikle 1990’lı yıllardan sonra anormal bir şekilde büyüdüğüne şahit olmaktayız. Bu şirketlerin en başında; Microsoft, Apple, Facebook (Meta) ve Amazon gelmektedir. Üçüncü sanayi devriminin bilgisayar ve internet olduğunu düşünecek olursak, dijital şirketlerin ne kadar güçlü ve etkili olduğunu görebiliriz. Özellikle tam olarak gerçekleşmemiş olan, lakin yakın zamanda gerçekleşmesi düşünülen dördüncü sanayi devriminin yani yapay zekâ ve robotların çok ciddi bir şekilde hayatımıza girmesi, dijital şirketlerin son 30 yıldır hayatımızın her alanı ile alakalı topladıkları geniş bilgi kataloğunun bir sonucudur. Yapay zekânın en önemli altyapısını hiç kuşkusuz kişilerden ve nesnelerden toplanmış olan bilgiler oluşturmaktadır. Yani geleceğin en büyük silahlarının başında bu devasa bilgi ve malumat olduğu artık tartışılmayan bir hakikat olarak karşımızda bulunmaktadır. Dördüncü sanayi devrimi tamamlandığında yani hayatımızın birçok alanına yapay zekâ ve onun devamı olan robotlar girdiğinde, çok doğal olarak özellikle “orta gelirli” kesimin ortadan kalktığına şahit olacağız. Yani milyonlarca insanın işsiz olması ve doğal olarak tüketici olmaktan çıkması anlamına gelecektir. Bu tabii ki tüketim üzerine oluşmuş olan bir finansal sisteminin işine gelmiyor. Dolayısıyla dünya genelinde on milyonlarca insanın işsiz kalması, hem ekonomik hem de sosyolojik olarak büyük sorunların oluşmasına neden olabileceği için finansal elitin bunun hakkında da bir çözüm ortaya koyacakları dillendiriliyorlar. Elitlerin ve onlarla çalışan birçok şirketin CEO’su ve yine onlar için siyasi kararlarda etkili olan siyasetçiler, özellikle Dünya Ekonomik Forumu gibi toplantılarda bir araya gelerek bu tür çözümlerden bahsediyorlar.

Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu ve hâlâ yöneticisi olan Klaus Schwab’ın 2020 yılında yazmış olduğu “Covid 19 ve Büyük Sıfırlama (Great Reset)” kitabında; bu konu yani işsizlik hakkında, açlığı önleme adına dijital olmak ve büyük olasılıkla belirli şartlara bağlanmak şartı ile verilecek sabit aylık maaştan bahsediliyor. Bu mevzu sadece hikâye olsun diye söylenmiş bir konu değil. Bilakis Çin veya Almanya bu konuda çalışmalarını sürdürmekte. Almanya’da devletin 2021 Mayıs sonunda seçilen 122 kişi ile 1200€ aylık sabit gelir üzerinden üç yıl sürecek bir deney başlatmış olması buna örnek olarak verilebilir.[2] Almanya Ekonomik Araştırma Enstitüsü tarafından bu deney için gönüllü arandığı ilanına deneye katılmak için takriben iki milyon kişinin başvurmuş olması da ayrıca ilginç bir durum. Yani Almanya gibi bir yerde bile bu deneye katılmak için yapılan başvuru oranı bu kadar yüksek ise bunun Türkiye veya Tunus gibi bir ülkede yapıldığında talebin ne kadar yüksek olabileceğini varın siz düşünün. Deneye katılan 122 kişinin yapması gereken de; kendilerine verilen soru kataloglarını düzenli olarak cevaplandırmak. Bu deneyle beraber 1380 kişiye de para karşılığında belirli aralıklarla sabit gelir ile alakalı sorulan soruları cevaplandırmaları istenecek. Bu proje için Alman Devleti’nin ayırdığı resmî bütçe ise 5,2 milyon avro. Görünen o ki, dördüncü sanayi devrimi için hazırlıklar şimdiden yapılmakta…

Bu bağlamda geleceği analiz eden ve dünyanın geleceğine dair kararlar alan dünyanın en büyük dijital ve finans elitlerin bir araya geldiği Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Prof. Dr. Klaus Schwab’ın Harward Üniversitesi mezunu ve aynı zamanda 1960 yıllarında Henry Kissinger’in öğrencisi olduğunu, bu Forumun oluşturduğu okulların birinin de Microsoft’un kurucusu olan Bill Gates olduğunu hatırlatmak isterim. Bill Gates’in Dünya Ekonomik Forumu’nda eğitim aldığı yıllarda sınıf arkadaşlarından birinin de Almanya’yı 16 yıl yöneten Angele Merkel’in olması ayrıca ilginçtir. Aynı zamanda Almanya’nın Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’nun şu an hâlâ (Young Global Leaders’te) eğitim alması da herhalde tesadüf olmasa gerek. Bu sınıflarda eğitim alan ve şu an dünyanın değişik noktalarında siyaset alanında faaliyet yürüten yüzlerce kişi mevcut. Örneğin, yıllardır Avusturya’da başbakanlık yapmış olan Sebastian Kurz veya şu an Fransa’da başkan olan Emmanuel Marcon veya Almanya’nın Sağlık eski Bakanı Jens Spahn sadece bunlardan bir kaçı… Bu Forumun 2021 yılında yayınlamış oldukları raporlarından birinde ise tarih vererek yani 2030’u göstererek dünyada artık bireysel mülkiyetin olmayacağını dillendirmesi de oldukça manidardır.[3] Yine geçtiğimiz günlerde Davos’da WEF (World Ekonomic Forum) açılış konuşması yapan kurucu Başkanı Klaus Schwab’ın şu sözleri yine gündeme oturdu: “Muhtemelen on milyonlarca insan da açlıktan ölecek. Bu konular hakkında hepimiz gerçekten endişe duymalıyız.”[4]

Özetle şunu söyleyebiliriz; Batı, fikri gereği; hep daha fazla kazanmak istemesi, devasa büyüklükteki servetlerle belli sayıdaki kişilerin sınırsız güçlenmesi, kendi emelleri için siyaseti bir araç olarak kullanması suretiyle dünyayı her geçen gün daha da yaşanmaz bir hâle getirmektedir. Tarihte olduğu gibi; Lut, Ad ve Semud kavimlerinin helak oluşunun nedenleri neyse günümüzün finans elitlerinin de helake sürükleyen girişimleri aynı. Yine Fıravun’un ilahlık taslayarak her şeyi ele geçirme isteği neyse günümüzün finans ve dijital elitlerin isteği de aynı. Tarih tekerrürden ibaret. Tarihte bu kavimler ve sahte ilahlar nasıl yok olduysa günümüzün sahte ilahları da yok olacak ve tarihin çöplüğündeki yerlerini alacaklar inşallah.

Rabbim bizleri, bu sömürü çarkına çomak sokacak ve hatta yok olmalarını sağlayacak olan Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması yolunda yürüyen öncülerden kılsın. (Âmin!)


[1] dw.com.tr / 24.09.2008

[2] dw.com.de / 31.05.2021

[3] deutsche-wirtschafts-nachrichten.de / 10.04.2021

[4] aa.com.tr. / 23.05.2022